Alternatif Bir Ekonomi Programı Sempozyumu’nun ilk günü, Türkiye’de kapitalist krizin emekçiler üzerindeki etkilerinin ve gelir dağılımındaki derin adaletsizliğin tartışıldığı oturumlarla başladı. Akademisyenlerin katılımıyla gerçekleşen sunumlarda, neoliberal politikaların ücretleri baskılayan yapısı, sermaye birikim süreçleri ve emek-sermaye ilişkilerindeki dönüşüm ele alındı. İlk gün boyunca yapılan tartışmalarda, mevcut ekonomik düzenin yapısal sınırları ortaya konulurken, planlı, kamucu ve toplumcu bir ekonomi anlayışının gerekliliği vurgulandı.

Birinci gün
Birinci oturum: Gelir dağılımında adaletli bölüşüm
Sempozyumda üç oturum yapıldı. “Gelir Dağılımında Adaletli Bölüşüm” başlıklı birinci oturumda; Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir, Prof. Dr. Hasan Tekgüç ve Doç. Dr. Selin Pelek sunumlarını gerçekleştirdi. Oturumun başkanlığını Ar. Gör. Gülşah Suileten üstlendi.

‘Sermaye kamu gücünü aşarsa o ülkede insan hakkı yoktur’
Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. İzzettin Önder, hükümetlerin asgari ücreti artırmama tercihini “ekonomik zorunluluk” değil, “siyasi tercih” olarak değerlendirdi.
Türkiye’nin kalkınma anlayışının eksik bir toplumsal yapı üzerine kurulduğunu vurgulayan Önder, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan küresel kurumların rolünü de hatırlattı: “Neoliberal politika, kapitalizmin en özgün haline gitmek demektir. IMF ne yaptı? Devleti küçülttü, özelleştirmeleri dayattı. ‘Bütçe açığı vermeyin’ dedi, ‘piyasadan borçlanın’ dedi ve faizleri yükseltti. Devletin altyapısı, özel sermayenin altına girdi. Devlet garantili altyapı çalışmaları yapıldı, şimdi onların faturalarını ödüyoruz.”

‘Burjuva iktisadı asosyaldir, apolitiktir, ahistoriktir’
Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir, mevcut iktisat anlayışının toplumsal gerçeklikten kopuk olduğunu vurguladı.
Özdemir, “Burjuva iktisadının rakamlarıyla yapılan değerlendirmeler gerçeği yansıtmaz. Burjuva iktisadı asosyaldir, apolitiktir, ahistoriktir. Buna karşı ekonomiyi rakamlardan ibaret görmemek, sınıf analizi ve tarih analizinden ayrılmamak gerekir,” dedi.
Özdemir, reformcu yaklaşımların sınıfsal çatışmayı görmezden geldiğini söyleyerek, “Temel vatandaşlık geliri”, “adil geçiş”, “tekelleşmeye karşı rekabet”, “şeffaflık” ve “makul vergi politikaları” gibi kavramların sermaye ile uzlaşan, sistem içi çözümler olduğunu vurguladı.
‘Gelir dağılımı 2020’den itibaren görülmemiş biçimde bozuldu’
Prof. Dr. Hasan Tekgüç (Kadir Has Üniversitesi, Ekonomi Bölümü), son yıllarda gelir dağılımındaki eşitsizliğin derinleştiğini belirtti. Tekgüç, “Gelir dağılımı 2020’den itibaren görülmemiş biçimde bozuldu. AKP iktidarı döneminde duble yollar sayesinde ihracat arttı, ancak negatif faiz politikası nedeniyle enflasyon da yükseldi,” dedi.
‘Yaşlı yoksulluğu, sigorta sisteminin değil toplumun sorunu’
Doç. Dr. Selin Pelek, Türkiye’de yaşlı nüfusun giderek artmasına karşın sosyal sigorta/güvenlik sisteminin bu dönüşüme yanıt veremediğini belirtti.
“İş cinayetlerinde dahi yaş ortalaması yükseliyor. Emeklilik dönemi artık dinlenme değil, ikinci bir çalışma dönemi haline geldi. Yaşlı yoksulluğu, klasik yoksulluk biçimlerinden farklı çünkü buradan çıkış yok,” diyen Pelek, bu durumun sadece ekonomik değil, toplumsal bir sorun olarak görülmesi gerektiğini vurguladı.
İkinci oturum: Kriz ve kâr oranlarındaki düşme eğilimi
“Kriz ve Kâr Oranlarındaki Düşme Eğilimi” başlıklı ikinci oturumun başkanlığını Doç. Dr. Benan Eres yaptı.
Oturumda Prof. Dr. Ahmet Tonak, Dr. Ozan Mutlu ve Dr. Ekin Değirmenci sunumlarını gerçekleştirdi. Konuşmacılar, kapitalist sistemin içsel çelişkilerine, sermaye birikiminin sınırlarına ve Türkiye ekonomisindeki güncel kriz dinamiklerine odaklandı.

‘Rekabet, kâr oranlarının düşmesini kaçınılmaz kılıyor’
Prof. Dr. Ahmet Tonak, kapitalist ekonomilerde kâr oranlarının düşme eğiliminin sistemik bir sorun olduğunu vurguladı. Tonak, düşük ücretlerin talebi azalttığını, talep azalmasının ise kapitalistleri daha az üretime yönelttiğini belirtti. Bu durumun emek-sermaye çelişkisinin merkezinde yer aldığını söyledi.
Tonak, “Kapitalistler rekabet zorunluluğu nedeniyle maliyetleri düşürmek, piyasa payını artırmak için emek tasarrufu sağlayan teknolojilere yöneliyor. Ancak verimlilik artışı artık-değer artışından daha hızlı olunca kârlılık düşüyor.” Tonak, bu sürecin “aşırı birikim” sorununa yol açtığını, yani kârlı yatırım alanlarının daralmasıyla birlikte sermayenin atıl hale geldiğini ifade etti. “Yatırımlar yavaşlıyor, işsizlik artıyor, yatırımın çöküşüyle birlikte finansal istikrarsızlık ve durgunluk baş gösteriyor. Talep sorunları bu sürecin nedeni değil, sonucudur,” dedi.
‘Cumhuriyet döneminin en ağır sömürü koşullarını yaşıyoruz’
Dr. Ozan Mutlu, Türkiye ekonomisindeki kâr oranlarının seyri ve artık-değer oranları üzerine yaptığı sunumda, 2000-2011 yılları arasında artık-değer oranında belirgin bir artış yaşandığını belirtti. “Artık-değer oranı bugün yüzde 380’e çıktı. Cumhuriyet döneminin en ağır sömürü koşullarını yaşıyoruz,” dedi.
Mutlu, artık-değer oranındaki artışın doğrudan kâr oranlarını yükseltmediğini vurguladı ve sermaye birikiminin artık kârlı yatırım alanı bulamamasının sistemik bir tıkanma yarattığını ve bu durumun yapısal krizi derinleştirdiğini söyledi.
‘Sömürü yoğunluğu artırılarak sermaye kârı korundu’
Dr. Ekin Değirmenci, kâr oranlarının düşme eğilimiyle birlikte kapitalist birikimin farklı biçimlerde sürdürüldüğünü anlattı.
Neoliberal politikaların kısa vadeli bir kârlılık artışı sağladığını belirten Değirmenci, 2016 sonrasında ise bölüşüm ilişkilerinin yeniden sert biçimde değiştiğini söyledi: “Maaşlı çalışanların 2016-2019 yılları arasında yüksek enflasyon altında ücretleri düzelmedi. Ücret payı hızla baskılandı. Neoliberal düzenlemeler, kâr oranlarını geçici olarak yükseltti ama emeğin payını kalıcı biçimde düşürdü.”
Üçüncü oturum: Alternatif ekonomi programı
Sempozyumun üçüncü oturumu “Alternatif Ekonomi Programı” başlığıyla gerçekleştirildi. Oturumun başkanlığını Eylem Babayiğit yaptı. Oturumda Sosyalist Emekçiler Partisi Genel Başkanı Güneş Gümüş, Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Özkan Atar, Devrimci İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Levent Dölek, Emek Partisi adına Bülent Falakoğlu, SODAP adına Doğan Nur, Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) adına Deniz Tuzcu ve Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Ahmet Asena konuştu.

‘Bir talebin gerçekleşmesini sağlayacak; o talebin radikalliği değil, savunan cephenin gücüdür’
Sosyalist Emekçiler Partisi Genel Başkanı Güneş Gümüş, konuşmasına Gramsci’nin ‘Geçmiş ölüyor, yeni de doğamıyor; canavarlar dönemindeyiz.” sözünü hatırlatarak başladı.
Gümüş, neoliberal politikaları. “Sağlığı, eğitimi paranın hegemonyasına bıraktığınızda bebekler, çocuklar ölüyor,” sözleriyle eleştirdi. Türkiye’de işçi sınıfının örgütsüzlüğüne dikkat çekerek, “Toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçilerin oranı yalnızca yüzde 5,5. Bir örgütlenme seferberliğine ihtiyacımız var” ifadelerini kullandı.
Asgari ücretin AKP iktidarı döneminde temel ücret haline geldiğini belirten Gümüş, “Bir talebin gerçekleşmesini sağlayacak şey, o talebin radikalliği değil, savunan cephenin gücüdür. Esas mesele, halkın yakıcı talepleriyle işçi sınıfının örgütlenmesi için harekete geçip geçemeyeceğimizdir.” dedi.
‘Gelir vergisiyle büyük bir soygunla karşı karşıyayız’
Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Özkan Atar, vergi sisteminin adaletsizliğine dikkat çekti. “Gelir vergisiyle büyük bir soygunla karşı karşıyayız. Bizden alıyorlar, sermayeye teşvik olarak aktarıyorlar,” dedi. Kriz koşullarında yürütülen toplu iş sözleşmesi süreçlerinden bahseden Atar, “Kayıplar olabiliyor, kazanımlar olabiliyor. Biz bununla başa çıkmaya çalışıyoruz” dedi. Atar,“Sermaye açısından kötü giden bir süreç yok, bunun aksini iddia edenler bilinçli bir propaganda yürütüyor. Biz olması gereken olarak; dönüp dolaşıp toplumcu, sosyalist ekonomiye geliyoruz,” ifadeleriyle konuşmasını tamamladı.
‘Kapitalizm kendi krizlerinden çıkamıyor, işçi sınıfını iktidara hazırlamak gerekir’
Devrimci İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Levent Dölek, kapitalizmin krizlerinin sistemik niteliğini vurguladı. Ekonomiyi sınıf mücadelesinden ayrı düşünmenin yanlış olduğunu belirten Dölek, “Bu tartışmayı işçi sınıfı adına ekonomistlere bırakmamak gerekir. Ekonomi bir sınıf mücadelesi alanıdır” dedi.
‘Ucuz üretim modeli, ucuz emek düzeni üzerine kurulu’
Emek Partisi adına Bülent Falakoğlu, ekonomik analizlerin üç temel boyut üzerinden yapılması gerektiğini vurguladı: “Bir, üretim ilişkilerine; iki, ülkelerin dünya ekonomisiyle entegrasyon biçimine; üç, bunlar üzerinden şekillenen sınıf güç ilişkilerine.”
Asgari ücret ile ilgili Falakoğlu, alternatif ekonomi programı ile ilgili şu başlıkları vurguladı: “Servet vergisi getirilmeli, yoksullara güvence sağlanmalı, kamu-özel ortaklıkları sonlandırılmalı. Bu program toplumla ve doğayla uyumlu olmalı. Sınıfın çıkarlarını ulusal çıkarlara dönüştürmeliyiz. Demokratik, eşitlikçi, anti-emperyalist bir program yazabiliriz.”
‘Ücret mücadelesiyle birlikte OVP’ye karşı çıkmak sosyalistlerin görevidir’
Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP) adına Doğan Nur, “Orta Vadeli Program (OVP) bir dezenflasyon değil, ücretleri düşürme, Merkez Bankası rezervlerini doldurma, uluslararası sermayeyle ittifakı genişletme ve Saray rejiminin krizlere dayanabilmesini sağlama programıdır.” ifadelerini kullandı.
Doğan Nur, uzun vadeli bir ücret mücadelesinin önemine değinerek “Asgari ücretin yükseltilmesi meselesini uzun vadede sürdürmek çok önemlidir. Ancak bugün, iktidar olduğumuzda yapacaklarımızla işçi sınıfını örgütlemek için ortaya koyduğumuz program arasında nüanslar olması da normaldir” ifadelerini kullandı.
‘Bütçe mücadelesi ve temel ihtiyaçların ücretsiz olması mücadelesini yürütmek gerekir’
Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) adına Deniz Tuzcu, mücadele hattının iki temel ayağı olması gerektiğini belirtti: “Birinci mücadele ayağı bütçe mücadelesi olmalı. Toplumsal zenginliğin dağıtımında işçi sınıfı lehine söz üretmek ve bu alana müdahale etmek gerekir. Bütçede işçilerden toplanan gelirler, savaş ve sanayiye yatırım olarak aktarılıyor.” İkinci mücadele hattının ise temel ihtiyaçların ücretsiz haklar olarak tanımlanması gerektiğini söyleyen Tuzcu, “Bu vatandaşlık geliriyle de sağlanabilir, doğrudan ücretsiz erişimle de. Asgari ücret dahi alamayan, yedek sanayi ordusuna itilen yığınlar var. Bu yüzden asgari ücret mücadelesinin ötesinde yaşam haklarını savunmak gerekiyor,” dedi.
‘Dönüştürücü, doğanın haklarını ve ekolojik sınırları hesaba katan bir program’
Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Ahmet Asena, konuşmasında alternatif ekonomi programının yalnızca güncel sorunlara değil, kapitalizmin yapısal krizine yanıt vermesi gerektiğini söyledi. “Programın bütün ağırlığını güncel sorunlara vermek gerekmez. Kapitalizmin içine girdiği bu buhran sürecinde, kâr hadleri düşüyorsa bunun sonucu uzun vadede bellidir. Fakat uzun vade günümüzün koşullarında kısa bir süreye tekabül ediyor” dedi.
Asena, “İkinci olarak doğanın haklarını ve ekolojik sınırları hesaba katmalıyız. Bürokratik değil, toplumsal denetimi sağlamalıyız. Böyle bir mücadeleyi yalnızca Türkiye sınırları içinde yürütmek mümkün değil. Uluslararası bir mücadele ağı kurulmalı; sendikal ve politik olarak.” diyerek birleşik mücadelenin önemine dikkat çekti.
İkinci gün

Sempozyumun ikinci günü, asgari ücretin belirlenme süreci, ücretlerin toplumsal bölüşümdeki yeri ve emekçilerin giderek ağırlaşan yaşam koşulları ekseninde yürütülen tartışmalarla devam etti. Akademisyenlerin sunumlarında asgari ücret artışlarının enflasyonla ilişkisi, ücret baskısının sınıfsal niteliği ve kamu politikalarının rolü ele alındı. Günün ilerleyen oturumlarında ise siyasal parti ve emek örgütü temsilcileri, alternatif bir ekonomi programının hangi politik ve örgütsel mücadele hatları üzerinden hayata geçirilebileceğini tartıştı.
Birinci oturum: Asgari ücret belirlenirken yöntem ve mücadele

Sempozyumun ikinci gününde gerçekleştirilen “Asgari Ücret Belirlenirken Yöntem ve Mücadele” başlıklı oturumun başkanlığını Elif Akkaya yaptı. Oturumda Prof. Dr. Ceyhun Elgin, Prof. Dr. Aziz Çelik ve Prof. Dr. Özgür Müftüoğlu konuşmalarını gerçekleştirdi.
‘Asgari ücrete zam enflasyonu yükseltmiyor’
Prof. Dr. Ceyhun Elgin, asgari ücret artışlarının ekonomik göstergelere etkisini değerlendirdi: “Bulgulara göre, asgari ücrete yapılan yüzde 10’luk artış enflasyonu yalnızca yüzde 1 veya 2 puan etkiliyor. Enflasyonun sebebi esas olarak kâr marjlarındaki artış ve döviz kuru şokudur,” dedi. Asgari ücretin işsizliğe etkisinin ise yüzde 0,10–0,15 aralığında kaldığını vurguladı.
Elgin, “Asgari ücreti baskılamak yerine kamunun fiyatları gözlemesi, kâr marjlarını düşürmeye çalışması ve buna göre bir ekonomi programı oluşturması gerekir,” ifadelerini kullandı.
‘Kaynak var; asgari ücret bir bölüşüm meselesidir’
Prof. Dr. Aziz Çelik, asgari ücretin yalnızca bir gelir düzeyi değil, sınıfsal bölüşümün yansıması olduğunu vurguladı. “Asgari ücret ve civarında ücret alanlar yüzde 50–60 arasında değişiyor. Ücretler asgari ücret etrafında sıkıştı; bu nedenle asgari ücret bir bölüşüm meselesidir” dedi. Türkiye’de en zengin yüzde 1’in toplam servetin yüzde 39,5’ini aldığını belirterek “kaynak yok” tartışmasının gerçekliği olmadığını söyledi.
Asgari ücret politikasını sınıflar arası değil sınıf içi dağılıma müdahale aracı olarak tanımlayan Çelik “Emekli maaşlarını yükseltirken asgari ücreti aşağı çektiler, sınıf içi dağılımı düzleştirdiler” dedi. 1974’te kişi başına düşen ücretin GSYH’nin yüzde 81’ine yakın olduğunu hatırlatarak, “Bugün bu oran yüzde 43’e düştü. Kamucu bir yaklaşımla başka bir asgari ücret mümkündür” ifadelerini kullandı.
“Asgari ücretin enflasyonu artırdığı” görüşünün bir hurafe haline geldiğini söyleyen Çelik, “2016’da asgari ücret yüzde 33,5 artarken enflasyon yüzde 8,5’te kaldı. Asgari ücret ve enflasyon arasında doğrudan bir bağlantı yoktur” dedi.
‘Ücret, sınıflar arası güç ilişkilerinin sonucudur’
Özgür Müftüoğlu, ücretin belirlenmesinin sınıf mücadelesinin doğrudan bir sonucu olduğunu vurguladı. Türkiye’de beslenme ve barınma krizinin derinleştiğini belirten Müftüoğlu, “Sağlıklı beslenemeyen çok büyük bir çoğunluk var. Kira artışlarında OECD ülkeleri arasında birinci sıradayız” ifadelerini kullandı. Bu bağlamda sınıf mücadelesinin yalnızca ücret artışından ibaret olmadığını belirten Müftüoğlu “Eğitim, sağlık, barınma, ekolojik mücadele, etnik-cinsel eşitsizlikler… tüm alanlarda sınıfın var olması gerekir” dedi.
Müftüoğlu, işçilerin mücadeleyi yürütebilmesi için sendikalara ve sınıfın partilerine ihtiyaç duyduğunu söyledi ancak mevcut sendikal yapının işlevsizleştiğini vurguladı: “Sendika içi demokrasi işlemiyor, bürokrasi var; sendikalar işçi sınıfından kopmuş durumda. Böyle ilerlemek mümkün değil.”
İkinci oturum: Toplumsal refah için alternatif bir ekonomi programı
Sempozyumun ikinci oturumu “Toplumsal Refah İçin Alternatif Bir Ekonomi Programı” başlığıyla gerçekleştirildi. Oturumun başkanlığını Prof. Dr. Mehmet Türkay yaptı. Oturumda Doç. Dr. Ümit Akçay, Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, Prof. Dr. Özgür Orhangazi ve Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse sunumlarını gerçekleştirdi.
Oturum başkanı Prof. Dr. Mehmet Türkay, kapitalizmin “Kaynaklar kısıtlı, ihtiyaç sonsuz.” önermesiyle hareket ettiğini belirtti. Bu bakışın karşısında başka önerilerin hayata geçmesi gerektiğini, bunun da iktisat politikalarıyla mümkün olabileceğini ifade etti.
‘Sosyalist planlama deneyimlerinden öğrenecek çok şeyimiz var’
Doç. Dr. Ümit Akçay, sempozyumda sosyalist planlama deneyimlerini değerlendirdi. Emek üretkenliğinin azaldığını belirten Akçay, Doğu Avrupa, Çin, Hindistan, Güney Kore ve Türkiye örnekleri üzerinden sosyalist planlama modellerini inceledi.
Doğu Avrupa’da sosyalist sistemin toplumsal dayanaklarının eğitim, sağlık, tüketim ve istihdam olduğunu söyleyen Akçay, 1975 sonrası petrol fiyatlarındaki artışın mali sistemlerde sorunlar yarattığını ve dış borçların çevrilemez hale geldiğini belirtti. “Sosyalist kemer sıkma” döneminin başladığını, bazı hatalı tercihler yapıldığını vurguladı ve “Ulusal planlama kısıtlarla olurken bölgesel planlama işbirliğini ve işbölümünü artırır. COMECON deneyimi bu açıdan önemlidir.” dedi.
Çin örneğinde tarımdaki dönüşüme dikkat çekti. “Kota fazlasını serbestçe satmak kritik bir gelişmeydi. Devlet işletmelerinin kârın bir kısmını elde tutmasına izin verilmesi, içeride bir piyasa yarattı. Fiyat istikrarı sayesinde enflasyon önlenebildi.” dedi. Hindistan’ın “yol gösterici planlama”, Güney Kore’nin ise “disipline edici planlama” örnekleri sunduğunu belirtti. Türkiye’de Devlet Planlama Teşkilatı’nın da “disipline edici planlama”yı denediğini söyleyen Akçay, 1963 sonrası kamu iktisadi teşebbüslerinin giderek sermayeye kaynak aktarma mekanizmasına dönüştüğünü belirtti.
‘Ekonomi insan ihtiyaçlarından yola çıkan bir disiplin olmalı’
Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, ekonominin insan ihtiyaçlarından yola çıkan bir disiplin olması gerektiğini söyledi. Ekonominin çoklu amaçlarla düşünülmesi gerektiğini vurgulayan Kozanoğlu, “Yarın sosyalist bir ekonomi kursak kucağımızda bulacağımız sorunlar var: Demografik, teknolojik, şehirleşme, küresel iklim değişikliği, servet ve gelir eşitsizliğinin çok artması. Bunlara çözümler düşünmek gerekir” dedi.
Kozanoğlu, gündelik hayatta uygulanan kamucu politikaların toplumda nasıl yankı bulduğunun gözlemlenebileceğini belirtti. “Gündüz bakım evleri, öğrenci yurtları gibi uygulamalar kamuculuğun toplumsallaşabileceğini gösteriyor. Ancak piyasacılar kamuculuğu yukarıdan karar almaya dayalı bir sistem olarak sunuyor.” dedi. Yunanistan’da Syriza’nın başarısız olmasına rağmen en kapsamlı programlardan birini uyguladığını ve bunun Türkiye’de de denenebileceğini belirten Kozanoğlu, o programın dört temel başlığını şöyle sıraladı:
“1. İnsani krizi göğüslemek: Temel ihtiyaçları karşılamaya yönelik uygulamalar (barınma, ısınma, beslenme).
2. Vergi adaletinin sağlanması.
3. İşten çıkarmaların durdurulması, yeni istihdam programı.
4. Kurumların demokratikleştirilmesi.”
Yurttaşlık geliri tartışmalarına değinen Kozanoğlu, “Yurttaşlık geliri; bir yurttaşın, o ülkede yaşamaktan kaynaklı olarak ülkenin ekonomik potansiyelinden elde edilen gelire paydaş olmasıdır. Bu doğru bir perspektiftie fakat mali yükü nedeniyle uygulaması zorlu olacaktır. Önemini anlamalı, düşünmeli ve nasıl uygulanacağını planlanmalıyız.” ifadelerini kullandı.
‘Alternatif ekonomi programı makro düzeyde ele alınmalı’
Prof. Dr. Özgür Orhangazi, mevcut sorunların teşhirinin iyi yapıldığını ancak ‘çözüm ne’ sorusunda tıkanıldığını söyledi. “Türkiye’de kapitalizmin temel amacı ücretleri baskılamak, çalışanların birikmiş aylıklarını eritmek (kıdem tazminatı, emekli maaşları gibi) ve buradan ilerlemektir.” dedi.
Alternatif bir ekonomi programının makro ekonomik düzeyde ele alınması gerektiğini vurgulayan Orhangazi, bunun için üç temel ilke sıraladı:
“1. Üretim ve bölüşüm ilişkileri sermayeye bırakılamaz.
2.Üretim toplumsallaştırılmalı, kamuda toplanmalıdır.
3. Ekonomiye dair katılımcı planlama ve denetleme olmalıdır.”
Orhangazi, “Geniş kesimlerin temel ihtiyaçlarını karşılayacak kredi politikaları nasıl dizayn edilebilir, bu tartışılabilir. Kamu üretiminin verimsiz olacağı anlatılır; bunun karşısına alttan, katılımcı bir denetleme mekanizması koymalıyız.” ifadeleriyle konuşmasını tamamladı.
‘Devrimcilerin her zaman bir programı olmalı’
Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse, “Ne yapmalı?” sorusunun zor ve çetrefilli olduğunu belirtti. Köse, 2004–2018 arası dönemini özelleştirme, servet birikimi ve vahşi kapitalizmin inşa süreci olarak tanımladı. “Varlık Fonu paralel bir bütçedir. Uluslararası sermaye bunu bizzat talep etti. KİT’lerin özelleştirme dışında kalan kısmı Varlık Fonu’na aktarılıyor. Varlık Fonu’nun tamamı kamuya ait olmalıdır.” dedi.
Köse, Gotha Programı’nı anarak Marx’ın uyarısını hatırlattı: “Marx, sosyalistlerin revizyonizm içinde eriyebileceği uyarısını yapmıştı. Reforme etmek mi, yoksa onu aşıp bambaşka bir şey var etmek mi? Bambaşka bir şey var etmek için makro ve mikro alanda düşünmek gerekir. Devrimcilerin her zaman programı olması lazım.”
“Enflasyonu işçiler yaratmadı, bu onların sorunu değil” diyen Köse, ücretlerin düzenli olarak güncellenmesi gerektiğini belirtti. Köse yapılması gerekenler olarak şunları vurguladı: “Kayan ücretler, yıl içinde düzenli artan ücretler olmalı. Çalışma saatleri düşürülmeli. Geçiş döneminde bankacılık sisteminde düzenleme yapmalıyız. Her ihtiyaca yönelik bir banka kurulmalı; Ziraat, Eti gibi. Dış borçları reddetmeliyiz. Varlık vergisi olmalı, muhasebesi mutlaka yapılmalı. Bunları yapacak teknik kadromuz var.” ifadeleriyle konuşmasını tamamladı.

Üçüncü oturum: Alternatif bir ekonomi programı
Sempozyumun üçüncü oturumu “Alternatif Bir Ekonomi Programı” başlığıyla gerçekleştirildi. Oturumun başkanlığını Avukat Leyla Süren yaptı. Oturumda Emekçi Hareket Partisi Genel Başkanı Hakan Öztürk, Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, Sosyalist Meclisler Federasyonu adına Yılmaz Yeter, Sol Parti Merkez Yürütme Kurulu üyesi Alper Taş ve DEM Parti MYK üyesi İlknur Birol konuşmalarını gerçekleştirdi.
‘Politik programda esas meselemiz ücret ve mülkiyet sorunudur’
Emekçi Hareket Partisi Genel Başkanı Hakan Öztürk, politik bir programın içeriğine dair konuştu. Öztürk, “İktidara geldikten sonra neler yapacağımız ‘idari’ olarak listeleniyor ama iktidara giderken ne olacak, iktidara nasıl geleceğiz, buna yanıt vermek gerekir. Bu yüzden ‘Nereden başlamalı?’ sorusunu soran bir hikayemizin olması gerekir.” ifadelerini kullandı.
Öztürk, öncelikler sıralaması yapılmış bir politik programın birinci sırasında ücret meselesi olması gerektiğini belirtti. “İşçi sınıfının çoğunluğunun en çok canının yandığı yerden konuyu ele almamız gerekir. Yoksulluk var, evet ama o yoksulluğun sebebi işçinin alın terinin karşılığını alamamasıdır, hak ettiğinin, ürettiğinin karşılığını alamamasıdır. İşçilerin üretimden gelen gücünü arkamıza alarak bu meselenin üzerine gitmeliyiz.” dedi.
“Ücret mücadelesinin sonrasında esas meselemiz mülkiyettir. Üretimi refah için yapmamız gerekir.” diyen Öztürk, CHP’nin belediyelerde uyguladığı politikaları örnek gösterdi. “CHP, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile kent lokantaları, kreşler, öğrenci yurtları açarak kamu hizmetini sadece anlatmadı, gösterdi. Bizim bugüne kadar kazandığımız belediyelerde bunu göstermemiz gerekirdi. Belediyeleri sadece CHP kazanmadı. Burada geciktiğimizi söylemem gerekir, CHP de geç kaldı ama uyguladı.”
Öztürk, toplumun büyük çoğunluğunun asgari ücretli olduğu böylesi bir süreçte ücret mücadelesi yürütmenin önemini sosyalistler açısından “eğer bir fırsat arıyorsak bu bir fırsattır” diyerek vurguladı.
‘Kaynak yok’ yalanı bütçede çürütülüyor’
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş, parlamentonun tarihsel işlevine dikkat çekerek konuşmasına başladı, “Parlamentolar bütçe hakkı ile ortaya çıktı. Bugün ne kadar büyük bir kayıp yaşadığımızın örneği budur.” dedi.
Baş, “Kaynak yok” gerekçesinin gerçeği yansıtmadığını söyledi. “Bugünkü bütçenin yüzde 1,5’i ile ülkede okullarda aç çocuk kalmayabilir. Bütçe dış borç faizlerine, sermayeye aktarılıyor. İktidar ‘dar gelirliler kemer sıksın, her şey düzelecek’ diyor. En zengin yüzde 1, 25 yıldır servetinden hiç kaybetmiyor. Bu, AKP’nin neden bu kadar uzun süredir iktidarda olduğunu da gösteriyor. Türkiye zenginleşiyor ama sorun bu zenginliğin paylaşımında.” ifadelerini kullandı.
Baş, asgari ücretin bir rakam olmanın ötesinde Türkiye’nin en büyük toplu iş sözleşmesi olduğunu belirtti. “Fakat işçi tarafının muhatabı yok.” dedi. Emeklilere yönelik düzenlemelere değinerek, “İktidar her yıl ‘en düşük emekli maaşını şuraya çıkardım’ diyerek bir düzenleme yaptığını anlatıyor ama kendi de biliyor ki bu ücret nefes almaya bile yetmiyor.” dedi.
“Bugünkü sorun sadece kapitalizmin karşısında bir kutup olmaması değil. Kapitalizm, Sovyetler ayaktayken sömüremediği yılların intikamını alırcasına vahşice saldırıyor. Böyle bir dönemin içindeyiz.” ifadeleriyle konuşmasını tamamladı.
‘Tohumdan ilaca kamucu politikalar yürütülmeli’
Sosyalist Meclisler Federasyonu adına konuşan Yılmaz Yeter, “Neoliberal politikalarla mevzilerimizi ciddi oranda kaybettik. Paylaşım, eşitlik, adalet, sosyal adalet hırpalanmış durumda ve buna karşı direnecek sınıf hareketi de engellendi.” dedi. Bu dönüşümün 12 Eylül 1980 darbesinin ardından bugüne kadar süregeldiğini belirtti.
Yeter, üretimin özel sermayenin elinden alınarak kamu mülkiyetine geçirilmesi gerektiğini vurguladı. “Ekonomik gelirin emekçiye ve emekliye adil biçimde bölüştürülmesi bir zorunluluktur.” dedi. Bununla birlikte küçük işletmelerde ve tarımsal üretimde kooperatiflerin ve kolektif emeğin güçlendirilmesi gerektiğini ifade etti. “Tohumdan ilaca, pazarlamadan üretim sürecine kadar tarımsal üretimde kamucu politikalar geliştirilmeli.” diyen Yeter, doğayı, ekolojiyi, toprağı ve emekçilerin emeğini merkeze alan bir ekonomik yaklaşımın önemine dikkat çekti. Yeter, “Sendikalar, kooperatifler ve emekçilerin geniş kesimi örgütlenmedikçe, bu çok önemli ekonomik programın maddi kazanımları elde edilemez.” diyerek konuşmasını tamamladı.
‘İnanılmaz bir proleterleştirme ve mülksüzleştirme yaşıyoruz’
DEM Parti MYK üyesi İlknur Birol, neoliberal dönemde kapitalizmin en saldırgan karakterine ulaştığını söyledi. “Kapitalizm, neoliberal dönemde en azgın karakterini kazandı. 100-150 yıl önce kazandığımız bütün kamusal haklarımız elimizden gitti, metalaştı.” dedi. AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin neoliberal politikaları en kapsamlı biçimde uygulayan ülkelerden biri haline geldiğini belirtti.
“Doksanlarda sosyalizmin yıkılışı, kapitalizm karşısında bir kutbun olmayışı ve onun krizleri gibi tartışmaları elbette yapalım; bunlar önemsiz değil. Ama neoliberal, piyasacı sistem uygulama alanlarının tümünde hedefledikleri noktaya geldiler.” diyen Birol, bu süreçte inanılmaz bir proleterleştirme ve mülksüzleştirme yaşandığını söyledi.
“Sınırları çizilmiş, sayıları belli, karakterize edebileceğimiz ölçüdeki işçi sınıfı bireyleri durumu değiştirdi. Bu düzen, bu toplumun elinden hayal kurma hakkını aldı.” dedi. “Hayal kurma hakkımızı geri alacağız. Romantik bir cümle gibi duruyor ama aynı zamanda gerçekçi olup imkansızı isteyeceğiz.” ifadelerini kullandı.
“Sosyalizmi yeniden itibarlı bir ideoloji olarak bu düzenin karşısında topluma anlatacağız.” diyerek konuşmasını tamamladı.
‘Bu düzen var olduğu müddetçe sonumuz kıyamet’
Sol Parti Merkez Yürütme Kurulu üyesi Alper Taş, kapitalizmin yarattığı çok yönlü krizi değerlendirdi. “Yok olma krizi, ekolojik kriz, sosyal kriz, kültürel kriz, ahlaki kriz, manevi kriz, siyasi kriz ve ekonomik kriz… Çok yönlü bir krizler yumağı içerisindeyiz.” dedi. Bu krizlerin insanlık tarafından yaşandığını ancak sorumlularının çoğu zaman gizlendiğini belirtti.
“Sanki bu krizlerin bir sorumlusu yokmuş gibi tartışıyoruz, konuşuyoruz.” diyen Taş, “Bu krizin sorumlusu emperyalist-kapitalist düzendir. Bu düzen var olduğu müddetçe sonumuz kıyamet. İnsanlığın, doğanın, canlı yaşamının yok oluşuna kapitalizm bizi götürüyor.” ifadelerini kullandı.
Taş, insanlığın bugün “yeniden paylaşım kavgası ve savaşı” içinde olduğunu vurguladı. “İnsanlık için sosyalizm acil bir ihtiyaç haline gelmiştir.” dedi. Gramsci’nin sözlerini hatırlatarak, “Eski öldü ama yeni doğmuyor; bu yüzden canavarlar çoğalıyor.” ifadesini anımsattı.
“Birleşik bir halk hareketine ve geçiş programına ihtiyaç var.” diyen Taş, halkçılık, kamuculuk, Kürt sorununda eşit yurttaşlık ve laiklik ilkelerinin bu programın temelini oluşturması gerektiğini belirtti.




