2015 yılı, Türkiye’de Kürt siyasal alanına yönelik yaklaşımda belirgin bir yön değişikliğinin görünür hâle geldiği bir eşik olarak değerlendirilebilir. Bu dönemde Kürt illerinde uygulamaya konulan uzun süreli güvenlik odaklı müdahaleler, bölgedeki toplumsal ve siyasal yaşam üzerinde kalıcı etkiler yaratmıştır. Uluslararası insan hakları mekanizmalarının yayımladığı değerlendirmeler[1], söz konusu uygulamaların yol açtığı yıkıcı sonuçlara dikkat çekmiştir. Türkiye’de aynı dönemi “çözüm sürecinin sona ermesi” olarak adlandırmak yaygın olmakla birlikte, bu tanımlama yaşanan dönüşümün kapsamını ve niteliğini kavramak açısından sınırlı kalmaktadır.
Bu ifade, bir sürecin sona erişini bildirir ama devletin neden bu yönde karar verdiğini ve bu kararın ne tür bir kurumsal mimari ürettiğini açıklamaz. 2015’i analitik olarak anlamlı kılan, bir çatışmanın yeniden başlaması değil, devletin Kürt siyasal alanını belirli bir eşiğin ötesine geçmeyecek şekilde yeniden düzenlemeye girişmesidir. Bu eşik, Kürtlerin yalnızca temsil üretmesi değil, temsil ile yönetim kapasitesini birleştirerek siyasal biçim kurabilmesidir. Türkiye’nin 2015 sonrası hamleleri, tek tek olaylar olarak değil, bu eşiği kalıcı biçimde kapatmaya dönük bir rejim tasarımı olarak okuyabiliriz.
Bu rejim tasarımının ayırt edici yanı şudur. Devlet, Kürt alanını yalnızca bastırmaz. Kürt alanını, hem içeride hem sınır ötesinde, yeniden biçimlendirir, parçalar, zamansallaştırır ve hukuken askıda tutar. Rojava bu resimde bir “dış politika dosyası” değil, içeride kurulan rejimin sınır ötesinde tutarlı kılınmasının ana sahasıdır. Bu nedenle Rojava’ya dönük siyaset, Türkiye içindeki Kürt siyasetine dönük siyasetle aynı mantık ailesinin parçasıdır. Aralarındaki bağ, niyet benzerliği değil, aynı kurumsal mimarinin iki farklı mekânda yürütülmesidir.
Siyasal temsilin idarileştirilmesi
2015 sonrası Kürt rejiminin[2] kurumsallaşmasında merkezi rolü, seçilmiş yerel yönetimlerin sistematik biçimde görevden alınması ve yerlerine kayyum atanması oynadı. Bu adımı yalnızca “belediyelere el koyma” şeklinde okumak eksik kalır. Kayyum, Kürt siyasetinin yerel düzeyde kurduğu sürekliliği kesintiye uğratan bir teknik olarak işledi. Yerel siyaset, talep üretme ve kolektif irade kurma alanı olmaktan çıkarıldı. Yerel yönetim, bir tür merkezî idarenin uzantısı gibi işleyen yönetsel bir aygıta dönüştürüldü.
Bu mekanizmanın iki sonucu oldu. Birinci sonuç, Kürt siyasetinin meşru temsil kapasitesinin sürekli tartışmalı hale getirilmesidir. Seçilmiş olmanın siyasal meşruiyet üretmesi, idari tasarrufla askıya alınabilir kılındı. İkinci sonuç, Kürtlerin yerel siyaseti “toplumsal örgütlenme” ve “kaynak dağıtımı” üzerinden kurma imkânının daraltılmasıdır. Bu daralma yalnızca kurumsal değil, toplumsaldır. Çünkü belediye, Kürt alanında sadece hizmet birimi değil, gündelik hayatta siyasetin dolaşıma girdiği bir merkezdir.
Kayyum uygulamalarının yaygınlığı ve sürekliliği konusunda akademik literatür, bu pratiğin istisnai bir tedbir değil, yerel düzeyde otoriterleşmenin kurumsal aracı haline geldiğini açık biçimde tartışır. Kayyumların seçilmiş belediye başkanlarının yerine geçirilmesini, “otoriter neoliberalizm” ve yerel demokrasinin tasfiyesi bağlamında ele alan çalışmalar bu sürekliliği gösterir[3]. 2016’dan itibaren kayyum atamalarının yaygınlığına dair kamuya açık raporlaştırmalar ve izleme çalışmaları da aynı yönde işaretler üretir[4].
Bu yapı, Kürt siyasetinin tamamen bastırılmasını değil, siyasal kapasitesinin idari müdahalelerle kalıcı biçimde zayıflatılmasını esas alır. Yani temsil mümkündür, fakat temsilin kurumsal sürekliliği güvence altında değildir. Bu, rejimin karakterini gösteren bir eşiktir. Devlet, muhatap almayı tamamen reddetmez. Muhataplığı, idari müdahale tehdidi altında sürekli koşullu kılar.
Siyasal alanın yargısallaştırılması
2015 sonrası rejimin ikinci ayağı, hukukun Kürt siyaseti üzerinde bir “düzenleme” mekanizması olmaktan çıkıp bir “siyasal cezalandırma” mekanizmasına dönüşmesidir. Burada mesele tekil davalar değil, hukukun siyasal alanın sınırlarını belirleyen bir araç olarak sistemli kullanımıdır. Bu mantık, seçilmiş siyasetçilerin uzun tutuklulukları, parti ve sivil toplum üzerindeki baskılar, ifade ve örgütlenme alanının daraltılması biçimlerinde görünür olur.
Bu başlıkta, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş dosyaları, yalnızca bir şahıs davası değil, Kürt siyasetinin kriminalizasyonunun hukuki düzlemde nasıl kurulduğuna dair gösterge niteliği taşır. Mahkeme kararları ve takip eden değerlendirmeler, siyasallaşmış tutuklamaların ve uzun tutuklulukların, demokratik siyasetin işleyişini etkileyen bir çerçeve ürettiğine işaret eder. 2025 tarihli Demirtaş v. Türkiye (no. 4) kararı, bu hatta yeni bir halka ekler[5]. Kararın okunma biçimleri ve uygulama sorunları ise Türkiye’de AİHM içtihatlarının ne ölçüde etkisizleştirildiği tartışmasını güçlendirir[6].
Bu ikinci boyut, önceki düzenlemeyi pekiştirir. Kayyumla siyasal temsilin yerel kurumsallığı kırılırken, ceza hukuku ve yargı pratikleriyle siyasal alanın merkezî aktörleri üzerinde sürekli bir tehdit atmosferi kurulur. Böylece Kürt siyaseti, bir yandan yönetsel olarak denetlenir, diğer yandan cezai risklerle sürekli maliyetli hale getirilir. Sonuçta siyaset, yalnızca “yapılamaz” değil, “yapılsa bile sürdürülemez” kılınır.
Mekânın yeniden kodlanması
2015 sonrası Kürt rejiminin üçüncü boyutu, Kürt siyasetinin mekânla kurduğu ilişkinin hedef alınmasıdır. Burada mesele, yalnızca güvenlik operasyonları değildir. Devlet, kent mekânını ve sınır coğrafyasını, siyasal kapasiteyi kısıtlayan bir düzeneğe dönüştürür. Yıkım, yeniden inşa, yerinden etme, güvenlik bölgeleri ve denetimli hareketlilik, siyasal alanın mekânsal altyapısını değiştirir.
Bu noktada Rojava ile bağ ortaya çıkar. Türkiye içindeki mekânsal müdahale, Kürt siyasal varlığını yerelleştirilmiş “güvenlik sorunu”na indirgemeye çalışırken, Rojava’ya dönük müdahale, Kürtlerin sınır ötesinde kurduğu siyasal biçimin sürekliliğini parçalamaya odaklanır. Bu, aynı rejim mantığının iki farklı mekânsal ölçeğidir.
Rojava: İç rejimin dış sahası
Rojava’nın Türkiye için taşıdığı anlam, “Suriye’de bir Kürt oluşumu” olmasının ötesindedir. Rojava, Kürt siyasetinin temsil ile yönetimi birleştirerek, yani bir siyasal biçim kurarak var olabildiğini gösteren bir deneyimdir. Türkiye’nin 2015 sonrası rejimi ise tam olarak bu biçimlenmeyi, Türkiye içinde kalıcı biçimde imkânsızlaştırmaya yönelmiştir. Bu nedenle Rojava, içeride kapatılan eşiğin sınır ötesinde görünür hale gelmesidir.
Bu bağlamda Türkiye’nin Rojava’ya yaklaşımı, yok etme ile tanıma arasında salınan bir “ikircik” değil, belirli bir stratejik rasyonaliteye dayanır. Bu rasyonalite, Rojava’daki Kürt yapısının tamamen ortadan kaldırılmasını değil, siyasal biçim olarak kurumsallaşma kapasitesinin sürekli gerilim altında tutulmasını hedefler. Coğrafi sürekliliğin kesilmesi, demografik ve yönetsel belirsizlik üretimi ve uluslararası meşruiyetin sürekli tartışmalı hale getirilmesi, bu hedefe hizmet eder.
Bu nedenle Türkiye, Rojava sahasını bir “zaman rejimi” içinde yönetmeye çalışır. Rojava’nın siyasal ufku sürekli ertelenir. Kurumlar sürekli geçicilikte tutulur. Siyasal proje, geleceğe bağlanamaz hale getirilir. Bu, içerdeki kayyum ve yargısal baskı mekanizmalarıyla paraleldir. İçeride siyaset kurumsal süreklilikten mahrum bırakılır. Dışarıda siyasal biçim süreklilikten mahrum bırakılır.
Entegrasyon tartışması ve rejim sınırı
2025’in son haftalarında, Rojava’nın geleceği yeniden Şam ile entegrasyon tartışmalarının merkezine taşındı. Burada Türkiye’nin pozisyonu, yalnızca bir güvenlik uyarısı değil, rejimsel bir taleptir. Reuters’ın Aralık 2025 haberleri, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Şam temasları sonrasında, SDF’nin entegrasyon sürecini ileri götürmediği yönündeki açıklamalarını ve Türkiye’nin olası askerî hamle ihtimalini gündemde tuttuğunu gösterir[7].
Bu haberlerin analitik önemi şuradadır. Türkiye, “entegrasyon”u bir siyasal tanıma biçimi olarak değil, SDF’nin komuta yapısının dağıtılması ve fiilî özerk kapasitenin çözülmesi olarak tanımlar. Reuters’ın aktardığı çerçevede Türkiye’nin beklentisi, entegrasyonun SDF’yi tasfiye edecek biçimde yürütülmesidir7. Bu, Rojava’ya dair rejimsel hedefin açık ifadesidir. Amaç, Kürtlerin Suriye içinde yurttaşlığa yakın bir statü kazanması değildir. Amaç, Kürtlerin kurumsal kapasite üretebilecek bir siyasal biçim olarak kalmamasıdır.
Aynı günlerde Halep’te Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde yaşanan gerilim ve tarafların de eskalasyon mutabakatı, Rojava sahasının ne kadar kırılgan bir düzen içinde tutulduğunu da gösterir.7 Bu tür kırılganlık anları, Türkiye’nin “sabır” ve “beklenti” söylemiyle birlikte, Rojava’nın sürekli yeniden pazarlığa açık tutulduğu zaman rejimini besler.
Rejim ve sınır-ötesi tutarlılık
2015 sonrası Türkiye’de kurumsallaşan Kürt rejimi, Kürt siyasetini tamamen ortadan kaldırmayı değil, belirli bir biçimin içine hapsetmeyi hedefler. Bu biçim, temsilin mümkün ama sürekliliğin kırılgan olduğu, muhataplığın mümkün ama koşullu olduğu, yerel yönetimin mümkün ama siyasal kapasite üretmesinin engellendiği bir biçimdir. Kayyum rejimi, yargısal kriminalizasyon ve mekânsal yeniden üretim, bu hedefin iç mekândaki araçlarıdır.
Rojava ise bu rejimin sınır ötesindeki tamamlayıcı sahasıdır. Türkiye’nin Rojava’ya dönük politikası, dış politikada bir tercih değil, içerde kurulan rejimin tutarlılığını koruma çabasıdır. Rojava, Kürtlerin siyasal biçim kurma ihtimalinin dış mekânda gerçekleşmiş hali olduğu için hedef alınır. Türkiye’nin temel kaygısı, Rojava’nın askeri gücü değil, siyasal biçim üretme kapasitesidir. Bu kapasite, Türkiye içindeki Kürt siyaseti açısından bir emsal ve bir imkân ufku ürettiği ölçüde, rejim tarafından kabul edilemez görülür.
Bu nedenle Türkiye–Rojava ilişkisi, “çatışma” ile “müzakere” arasında gidip gelen bir dosya değildir. Bu ilişki, Türkiye’nin 2015 sonrası kurduğu Kürt rejiminin dış mekânda sürekli güncellenen bir uzantısıdır. Rojava üzerine yapılan her tartışma, Türkiye’nin Kürt siyasetini içeride hangi sınırlar içinde tutmak istediğini bir kez daha görünür kılar.
[1] Office of the United Nations High Commissioner for Human Rights. (2017, March 10). UN report details massive destruction and serious rights violations since July 2015 in southeast Turkey. https://www.ohchr.org/en/statements-and-speeches/2017/03/un-report-details-massive-destruction-and-serious-rights-violations (25/12/2025)
[2] “Kürt rejimi” ifadesiyle, Türkiye devletinin Kürt siyasal alanını yönetmek, sınırlamak ve yeniden üretmek üzere tesis ettiği kurumsal, hukuki, mekânsal ve güvenlik temelli düzenekler bütünü kastedilmektedir.
[3] Tutkal, S. (2021). Trustees instead of elected mayors: Authoritarian neoliberalism and the removal of Kurdish mayors in Turkey. Nationalities Papers, 50(6), 1164–1186. https://doi.org/10.1017/nps.2021.42
[4] Kurdish Peace Institute. (2022). Democracy destroyed: Trustee appointments have ended local democracy for supporters of pro-Kurdish parties in Turkey (Report No. 2022-01). https://www.kurdishpeace.org/app/uploads/2022/10/Democracy-Destroyed-_Trustee-Appointments-Have-Ended-Local-Democracy-for-Supporters-of-Pro-Kurdish-Parties_Final.pdf
[5] European Court of Human Rights. (2025, July 8). Selahattin Demirtaş v. Türkiye (No. 4) (Application No. 002-14489). HUDOC. https://hudoc.echr.coe.int/eng?i=002-14489
[6] Yeşil, U. (2025, August 20). The ECtHR judgment in Selahattin Demirtaş v. Türkiye (No. 4): A landmark case on political repression and human rights. Strasbourg Observers. https://strasbourgobservers.com/2025/08/20/the-ecthr-judgment-in-selahattin-demirtas-v-turkiye-no-4-a-landmark-case-on-political-repression-and-human-rights/
[7] Reuters. (2025, December 22). Turkey says Kurdish-led SDF does not intend to advance integration with Syrian state. Reuters. https://www.reuters.com/world/middle-east/high-level-turkish-team-visit-damascus-monday-talks-sdf-integration-2025-12-22/




