Mardin’in Derik ilçesinde 1942 yılında dünyaya gelen Ahmet Türk, 1970’li yıllardan bu yana aktif siyasetin içerisinde yer alan ve birçok kesimin yakından tanıdığı bir isim. 70 yılı aşkın mücadele dolu yaşamında birçok kez milletvekili seçildi, 3 kez seçimle geldiği Mardîn Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanlığı görevinden alınarak yerine kayyım atandı.
Demokratik Parti’den CHP’ye ve SHP’ye kadar birçok partide faaliyet yürüttü.
Halepçe Katliamı’nın ardından 1989’da Fransa’da düzenlenen Paris Kürt Konferansı’na gözlemci olarak katılması üzerine SHP’den ihraç edildi ve 1990’da Halkın Emek Partisi’nin (HEP) kuruluşunda yer aldı.
Sonrasında siyasi hayatına sırasıyla DEP, DTP, BDP, HDP ve DEM Parti ile devam etti.
12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde tutuklandı, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde görmediği işkence kalmadı. İlerleyen dönemlerde, burada yaşadığı işkenceleri “cehennemi yaşadık” şeklinde özetleyecekti. Gözaltı ve tutuklamalar sonraki yaşamında da peşini bırakmadı.
Tüm baskı, işkence ve zorluklara rağmen Kürt sorununun demokratik çözümünde ve kalıcı barış mücadelesinden vazgeçmedi. 1993 yılında Abdullah Öcalan ile görüşmek üzere Lübnan’daki Bekaa Vadisi’ne giden heyette yer aldı.
2013 ile 2015 arasındaki “çözüm sürecinde” rol üstlendi. Süreç kapsamında 3 Ocak 2013’te İmralı Adası’nda Abdullah Öcalan ile görüşen heyette yer aldı. İktidarın süreci sonlandırması üzerine Kobanê Davası kapsamında yargılandı ve ceza aldı.
Türk, aldığı cezalar ve belediye eşbaşkanlığı görevinden alınmasına rağmen aktif siyaseti bırakmadı. Ekim 2024’te Kürt sorununun çözümüne dair başlatılan “Barış ve Demokratik Toplum Süreci”nde de öne çıkan isimlerden birisi.
Ahmet Türk, tüm bu süreçlere MA’dan Azad Altay – Ahmet Kanbal’ın sorularını yanıtladı.
Röportajın tamamı şöyle:
Rahmetli Apê Musa’nın (Musa Anter) meşhur bir sözü var: “Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının yeminli canlı bir şahidiyim, sanığıyım, mahkûmuyum.” Siz de cumhuriyetin şahidi, sanığı ve mahkumu oldunuz. Bu şahitliğinize dair neler söylersiniz?
Türkiye garip bir ülke. Bütün kimlikleri ve kültürleri yok etmeye yönelik bir anlayışla hareket etti. Bu nedenle Kürtler büyük acılar çekti. Sadece Apê Musa ya da ben değil, birçok Kürt siyasetçisi, demokrasiyi savunan Kürt halkı, demokratik gelecek için çaba gösteren herkes bundan payını aldı. Yani bedellerle ödenmiş bir süreci anlatmaya çalıştı Apê Musa. Bunu kendi şahsında ifade etti. Ama Kürt halkının yaşadıklarını ifade etmeye çalıştı. Bizler de birçok badireler atlattık, acılar çektik, bedeller ödedik ve hukuksuzluklarla karşı karşıya kaldık. Ancak tabii mücadele ve azim inanıyorum birçok şeyi değiştirir.
Bugün Kürt halkı, bu azim, mücadele ve inançla hareket etti. PKK’nin oluşmasından sonra bir dönemin kapısı açıldı. Uzun yıllardan sonra Sayın Öcalan yeni bir dönemin kapısını açarak, sorunların artık demokratik yöntemlerle çözümü ve diyalog ortamıyla Kürt halkının demokratik taleplerinin yerine getirilmesi konusunda önemli bir kapı araladı. Bugün bu sürecin başarıya ulaşması için çaba gösteriyoruz. Elbette ki bu işin sabırla yürütülmesi gerektiğini biliyoruz. Sayın Öcalan da “100 yıllık bir sorunu 1 günde çözmek mümkün değil, sabırla bunu izlemek gerekir” demişti.
1970’li yılların başından bu yana siyasetin içerisindesiniz. Cumhuriyetin en kritik dönemlerinin içerisinde yer aldınız. Demokratik Parti’den CHP’ye, buradan SHP’ye ve sonrasında Kürt siyasi partilerinde yer aldınız. Siyasete başladığınız günden bu yana ülke siyaseti nasıl bir değişim yaşadı?
1970-78 yılları Kürt meselesinin çok fazla gündeme gelmediği, tartışılmadığı bir dönemdir. Ancak 1977 sonları, 78’lerde Kürt mücadelesi ve Kürt hareketinin dirildiğini, geliştiğini ve güçlendiğini görüyoruz. Elbette ki bu gelişme bizleri de çok yakından etkiledi. Bizler de bir siyasetçi olarak rolümüzü alma gibi bir sorumlulukla karşı karşıya olduğumuzu fark ettik. O nedenle zaman zaman Kürt halkının taleplerini gündeme getirirken de baskılarla karşı karşıya kaldık. 12 Eylül’ü yaşadık. O dönem çok yerde anlattım. Birçok arkadaşımız kitaplar yazdı. Ama kitaplara sığmayacak kadar acılarla dolu bir dönemdi. Her insanın yazacağı bir kitap var. Öyle bir baskı, öyle bir şiddet, öyle bir onursuzlaştırma politikası izlendi.
Yani zorbalığa ve zora dayanan, Kürtleri sopayla terbiye etmeye çalışan bir anlayışla karşı karşıya kaldık. Tabii ki bu süreçlerin önü kesilmedi. 1987’lerde aynı durumla karşı karşıya kaldık. Cezaevine girdik. 1994 yılında arkadaşlarımızla birlikte (Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Sırrı Sakık, Selim Sadak…) dokunulmazlıklarımız kaldırıldı ve cezaevi süreçlerini yaşadık. 80 ve 95’lere kadar toplum üzerinde ve siyasetçiler üzerinde çok güçlü bir baskı vardı. Bu baskı, şiddete dayalı bir baskıydı.
Daha sonraki dönemlerde farklı bir yaklaşım biçimi ortaya çıktı. Hukuk yoluyla veyahut mahkemeler yoluyla Kürtleri susturma ve sindirme politikası uygulandı. Bazen şunu ifade ediyorum; 12 Eylül’deki yargıçlar inanın ki bugünkü yargıçlardan daha dürüst. Ben bunu yaşadım. Yani yüzbaşı olan bir savcı, “Ahmet Bey merak etme, hiçbir şeyin yok. Dosyaya baktım, rahat olun” dedi. İfademi alırken sigara ikram etti, sigaramı yaktı. Fakat birkaç gün sonra o yüzbaşıyı görevden aldılar, Erzincan’a sürdüler. En azından delillere göre hareket eden bir anlayış vardı.
Ama bugün yargının sopasıyla bütün hak ve özgürlükleri kısıtlayan bir anlayışla karşı karşıyayız. Yani burada ifade etmek istediğim şu; Kürt mücadelesini, Kürt hareketini, Kürt siyasetçilerinin taleplerini nasıl etkisizleştiririz, ortadan kaldırırız gibi bir mantık var. Hem 12 Eylül dönemi, hem sonraki dönemlerde, hem de AKP’nin iktidar olduğu dönemlerde böyle bir siyaset anlayışıyla karşı karşıya kaldık. Ama sonuç olarak hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmadık. Yani mutlaka bir gün oturup tartışılması gerektiğini, bir diyalog ortamının oluşması gerektiği inancımızı yitirmedik.
Gelinen aşamada birçok çevre ve aktör, Kürt sorunu ve demokrasi sorunu birbirinden bağımsız ele alınmıyor. Sizce bu iki nokta arasında nasıl bir bağ var?
Elbette bu ülkenin demokrasiye ihtiyacı var. Demokratik bir toplum, demokratik bir Türkiye ya da demokratik bir cumhuriyet sorunlarını çözer. Ama bazı partilerin ulus-devlet anlayışını öne çıkararak ya da ulusal kesimlerin demokrasi anlayışına göre hareket edilirse demokratik Türkiye olmaz. Yani birbirinden farklı kavramlar olarak önümüze çıkıyor. Bir yanda ulusalcıların tarif ettiği bir demokrasi var. Bir de demokratların, aydınların, Kürtlerin ve vicdan sahibi insanların ulaşmak istediği demokratik bir toplum. Bunlar birbirinden biraz farklı olarak değerlendirmek lazım. Bu nedenle bizim istediğimiz demokrasi herkes için demokrasi. İnkarcı anlayışı kıracak bir demokrasi. Bugün sayısı 30 milyonu aşmış olan Kürtlerin de bir halk olduğunu, bir hakkının ve hukukunun olduğunu kabul edecek bir demokrasi. İşte gerçek demokrasi budur. Bizim istediğimiz gerçek bir demokrasidir. Kürt sorunu ve demokrasi birbirine bağlıdır ama ifade ettiğim gibi gerçekten demokrat olmak lazım. Başkasının hakkını da görmek lazım. Başkasının hukukunu kabullenmek lazım. Siz bunları yapabilirseniz o zaman Türkiye bir demokratik ülke olur, demokratik toplum yaratılmış olur.
1 Ekim 2024’ten bu yana devam eden bir süreç söz konusu. Bahçeli’nin DEM Partililerle tokalaşması, Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrıları, PKK’nin attığı adımlar… Tüm bu hamle ve çağrılar çözüme nasıl bir kapı araladı?
Milliyetçi bir partinin “Artık bu yükü kaldıramayız. Böyle bir Türkiye’yi yürütemeyiz. Böyle bir Türkiye’yi başarıya ulaştıramayız” anlayışında olması önemli. Sayın Bahçeli artık bu sürecin tıkanmasıyla veyahut bu diyalog ortamının oluşmaması durumunda Türkiye’nin hem içeride hem dışarıda çok büyük zorluklarla karşı karşıya kaldığına inanıyor. Ortadoğu’daki gelişmeler elbette ki Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. Bu gelişmelerde Türkiye’nin etkisiz bir hale getirilmiş olması Türkiye açısından büyük bir eksiklik olarak görülüyordu. Şimdi yeni bir hamleyle Kürtleri kazanacak, en azından Kürt sorununu çözecek, Kürtler ile Türkiye halkının buluşmasını gerçekleştirecek bir projeye ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Bence Sayın Bahçeli bunun farkındaydı ve bunun için partisi adına hareket etmedi. Devlet adına böyle bir adımı attığına inanıyorum ben. Zaten kendisi de ifade etti bizlere, “Ben siyasi bir istikbal için, siyasi bir beklenti için bunu yapmıyorum. Bunu bir ihtiyaç gördüğüm için böyle bir çağrı yaptım.”
Sizinle yaptığı görüşmede mi bunu söyledi?
Bahçeli partisi adına hareket etmedi, devlet adına böyle bir adımı attı. Sabırla yürütülmesi gereken bir süreç. Somut adımların atılacağı beklentisi içindeyiz. Adım atılmazsa bu projenin hiçbir anlamı kalmıyor.
Elbette, yani bu konuda çok rahat bir taahhüt içinde. “Israrlıyım, kararlıyım” mesajlarını iletmişti bize. E tabii böyle bir sürecin başlaması konusunda elbette ki en büyük aktör Sayın Öcalan’dı. Sayın Öcalan bu rolünü oynarken devletin ve hükümetin bu süreci dikkate alması kaçınılmaz olarak gündeme geldi. Şimdi bu süreci sabırla izliyoruz. Şimdi bazı arkadaşlarımız, insanlarımız soruyor: “Neler konuşuluyor? Halkta neyi saklıyorsunuz?”
Ama halktan sakladığımız bir şey yok. Veyahut arkadaşlarımızın, görüşen arkadaşlarımızın halktan sakladığı bir şey yok. Ama sabırla yürütülmesi gereken bir şey. Özellikle Meclis’in açılması, komisyonun raporunu ortaya koymasından sonra somut adımların atılacağı beklentisi içindeyiz. Zaten bu somut adımlar atılmasa da o zaman bu projenin hiçbir anlamı kalmıyor.
Somut adımlar konusunu soracağım ancak öncelikli sürece dair toplumdaki endişeleri sormak istiyorum. Bahçeli “umut hakkı”ndan bahsediyor ama buna dönük adım atılmıyor. “Gelsin Meclis’te konuşsun” çağrısı yapıyor ancak bırakın Meclis’te konuşmayı komisyonun Öcalan ile görüşüp görüşmemesi tartışma konusu yapılıyor. Bu endişeler nasıl giderilebilir, iktidar ve devlete nasıl bir sorumluluk düşüyor?
Devletin şeffaf olması gerekir. Eğer bir süreç yürütülüyorsa, sürecin ruhuna uygun adımlar atması gerekir. Beklentiler bellidir, talepler bellidir, ortadadır. Bu beklentiler ve talepler karşısında devletin veyahut hükümetin bu konuda halka bazı mesajlar vermesi gerekir. Ne yapmalı? Yapmak istedikleri nelerdir? Hangi adımlar atılacak? Aslında bizler de bu beklentinin içindeyiz. Tabii ki süreci biraz yakından izlediğimiz için ve bu olayın bir sabır işi olduğunu bildiğimiz için fazla sesimiz çıkmıyor.
Ama halkta sizin de söylediğiniz gibi bir endişe, bir güvensizlik var. Özellikle bu endişe ve güvensizliğin ortadan kaldırılması için daha açık bir siyasetin, politikanın gündeme gelmesi lazım. Yapılması gerekenler nedir? Atılacak adımlar nelerdir? Bu konuda bizler de hem merak ediyoruz hem halkımız bu beklenti içinde. Kısacası umutsuzluğa da gerek yok. Ama insanlar da bir an önce bazı somut adımların atılması veyahut bu hangi adımlar olacağını görmek istiyor.
Muhalefetin de haklı olarak endişeleri var. Bir yandan süreç bir yandan operasyonlar yapılıyor. Bu durum süreci zehirlemiyor mu?
Elbette ki doğru değil. Demokratik bir Türkiye için adımlar atılıyorsa -Bizim buradaki beklentimiz sadece Kürtler için değil. Tüm demokrasi, demokratik Türkiye için- Türk halkı için de demokrasi olması gerek. Demokrasiye ihtiyaç var. Demokratik bir toplum yaratma ihtiyacı var. Şimdi biz bir yerde demokratik bir toplum yaratmak için çaba gösterirken diğer tarafta belediyelere saldırılması, belediye başkanlarının cezaevlerine atılması, haklarında davalar açılması kabul edilecek bir durum değil.
Biz kimsenin de arka bahçesi değiliz. Ne iktidarın, ne muhalefetin. Demokrasi inancımıza göre hareket eden bir partiyiz veyahut insanlarız. Biz yapılan eksiklikleri de eleştiririz. Muhalefet üzerindeki kurulmuş olan o direnci veyahut o baskıyı kırmaya yönelik de düşüncelerimizi açık açık ifade ederiz. Ama iktidarla yeni bir sürecin başlaması konusunda, 100 yıllık sorunun çözümü konusunda diyalog kurmayı da esas alırız. Bu konuda bize haksızlıklar yapılmasın. Ne demokrasiden ödün veriyoruz, ne siyasi anlayışımızdan ödün veriyoruz. Hep barış istedik, barışın olması konusunda çaba veriyoruz. Bunun için hem iktidarla görüşmeler yapılıyor, hem muhalefetle görüşmeler yapıldı. Bu konuda biz çok açık ve net bir siyaset yürütüyoruz yani.
İşte eş genel başkanlarımız, gerektiği zaman iktidarın bazı tavırlarını eleştiriyor. Bunu görüyoruz. Diğer tarafta eğer bugün bir iktidar varsa, sorunu çözmek için iktidarla oturup konuşmak zorundasınız. Başka bir yolu var mı? Muhalefetle bunu çözemezsiniz. Ancak muhalefetten destek istersiniz. Bu sürece katkı sunmasını istersiniz. İşte bizim izlediğimiz yol, veyahut partimizin ve siyasetimizin izlediği yol budur.
Operasyonlardan en çok nasibini alan CHP, tüm saldırı ve kimi ulusalcıların süreç karşıtlığına rağmen sürecin ilerlemesinde olumlu bir tutum alıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir partinin iç işleriyle ilgili çok fazla konuşmak istemiyorum. Ama CHP’de geçmişim olduğu için, geçmişten bugüne kadar çok farklı grupların ve anlayışların olduğunu biliyorum. Mesela biz geçmişte de parti içinde bir sol kanat oluşturmuştuk. Diğer taraf da farklı bir şekilde. Bugün de gerçekten sosyal demokratların olduğu bir CHP var. Bir tarafta da ulusalcı ve Kürt sorunun çözümünden rahatsız olan bir kesimin olduğunu biliyoruz. Ama bugün Sayın Özgür Özel Kürt sorununun barışçıl yöntemlerle çözümü konusunda her türlü desteğe hazır olduğunu birçok kez ifade etti. Konuşmalarında da bunu açık bir şekilde belirtti. Biz bu nedenle muhalefetin bu katkısını önemsiyor, önemli buluyoruz.
Biraz önce yapılan operasyonlardan söz ettiniz. Bu operasyonların sonuçları sadece CHP’yi etkilemiyor. Bir bütünen toplumu etkiliyor. Ekonomik olarak, siyaset olarak etkiliyor. İnsanların susturulması konusunda bir baskı unsuru olarak ortaya çıkıyor. Bunu görmemiz lazım. Kim konuşursa işte içeride olacak gibi bir anlayış gelişiyor. Bundan dolayı insanlar demokrasi mücadelesinden kendisini geri çekmeye çalışan bir tavır içinde. Bunu görmemiz gerekiyor. Bu nedenle bugün yürütülen operasyonlar, sadece muhalefet partisi üzerinde değil, Türkiye’de düşünen, siyaset yapan ve fikir üreten tüm insanları etkileyen bir noktaya geliyor. Sanatçılar üzerinde, basın üzerinde, gazeteciler üzerindeki baskıları toplumun susturulması ve sindirilmesi olarak görmek lazım. Bu doğru değil. Keşke imkanımız olsa da iktidarla oturup konuşsak. “Ya bir taraftan barıştan söz ediyor, bir taraftan böyle gelişmeler oluyor… Bunun altından nasıl kalkarız?” diye tartışmamız gerekiyor.
Eleştiriler ve kaygıların yanı sıra milliyetçi/ulusalcı bir damar süreci hedef alan bir noktada. Geçmişteki deneyimlerinizi de göz önünde bulundurursanız eğer bu damarın süreci sabote etme gücünün olduğunu düşünüyor musunuz?
Bence bu dönemde bunu sabote edecek bir güce sahip değiller. Çünkü bu sürecin başlatılması sadece iktidarla başlayan bir süreç değil. Devletin ana çekirdeğinin de katıldığı bir süreç. Sadece bir iktidarın projesi olarak görmemek lazım. Aslında birçok kesimde sanki iktidarı besliyormuşuz gibi bir inanç var, bir algı var. Bu doğru değil. Bu bir projedir. İhtiyaç duyulan bir proje, bugün gündeme geldi.
İnsanlık tarihinde birçok çatışma, savaş oldu. Ama sonuçta barışla sonuçlandı. İşte Filistin’de büyük acılar yaşandı, bugün olmasa da yarın barış olacak. Biz de birgün mutlaka barışın geleceği inancıyla hareket ettik. Evet, bu projenin başarıya ulaşması konusunda Kürtler çok samimi bir duruş gösteriyor. Çok açık bir duruş gösteriyor. Ama iktidardan da bu samimi açık duruşun gösterilmesi beklentisi içinde insanlar. Bunu da görmemiz lazım. İnanıyorum ki bu, bugün olur, yarına kalmaz.
Sürecin başında “AKP-DEM Parti anlaştı” diye algı yaratan kimi medya çevrelerinin son dönemde de bu karşıtlığı farklı bir dille sürdürdüğü görülüyor. Böylesi bir dil neden kuruluyor?
Ulusalcı bir kesim var. Bir milliyetçi damar var. Bu damarda Kürtlerden söz edilmesini istemeyen bir mantık var. Elbette ki bunlar süreci baltalamaya yönelik veya su katmaya yönelik bir yaklaşım içinde olacaklardır. Biz bunların hesabını yapıyoruz. Bunları görüyoruz. Yani toplumun yüzde 100’ü bu süreci destekler gibi bir mantık içinde değiliz. Asla da olmaz. Hiçbir yerde de olmamıştır. Ama nitelikli bir çoğunluğun bu sürece destek vermesi önemlidir. Bir problemin çözümünü istemeyen bir kesim olacaktır. Bu sadece Kürt meselesinde değil, çok farklı meselelerde de buna benzer yaklaşımlar hep ortaya çıkar. Yani bu doğaldır. Hem siyasetin doğal yapısından geliyor hem toplumun doğal yapısından geliyor.
“Öcalan, Demirtaş’ın tahliyesini istemiyor” şeklinde iddialar da gündeme atıldı. Öcalan ile görüşmüş birisi olarak bu tür söylemlerin gerçekliğine dair neler söylersiniz?
Sayın Öcalan, Kürt mücadelesinde emek veren bütün siyasilerin özgürleşmesi konusunda bir çaba gösteriyor. Bunu kullanmak isteyenler Kürtler arasında bir çatışmayı, bir bölünmeyi istiyor. Bunun farkındayız. Öyle bir şey asla söz konusu olmaz.
Bu, süreci baltalamaya yönelik bir şey. Asla böyle bir şey. Ne konuşulmuş, ne görüşülmüş, ne de böyle bir şey var. Yani Sayın Öcalan, Kürt mücadelesinde emek veren bütün siyasilerin bugün özgürleşmesi konusunda bir çaba gösteriyor. Yani şimdi bunu kullanmak isteyenler aslında Kürtler arasında bir çatışmayı, bir bölünmeyi, bir tartışmayı istedikleri için bunu gündeme getiriyor. Bunun farkındayız biz. Öyle bir şey asla söz konusu olmaz.
Şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına bile itiraz eden bir hükümet var. Yani burada insanlar elbette ki ya “bu nasıl iş” diyor. Bir tarafta bir barış sürecini yürüteceksiniz. Hele hele bir fırsat doğmuş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sayın Selahattin Demirtaş’ın bir an önce tahliye edilmesini istiyor, ama buna direniyorsunuz. İşte bu çelişkiler insanların kafasını karıştırıyor. Açık söyleyeyim benim de kafam karışık.
Evet, sabırla ve inatla bu süreci yürüten yoldaşları destekliyoruz. Ama gerçekten bu konuda sorular da kafamızdan eksilmiyor. Bunu görmemiz lazım. Şimdi AİHM bir fırsat yaratıyor hükümete aslında. Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi için bir fırsat yaratıyor ama bunu tepiyorsunuz. E şimdi gelin bunu halka anlatın. Herkes bizi sorguluyor. Nasıl bir şey diyor? Nasıl bir süreç yürütülüyor diye eleştiriler getiriyor.
27 Şubat’ta İmralı’da çekilen tarihi fotoğrafta yer alan isimlerden birisi oldunuz. Böylesi bir tarihi fotoğrafta yer almak size ne hissettirdi?
Elbette ki çok önemliydi. Yıllardan sonra böyle bir buluşmayı görmek, yalnız Sayın Öcalan değil, içerideki bütün arkadaşlarıyla oturup konuşmak, sohbet etmek ve el sıkışmak, düşüncelerini almak önemliydi. Büyük bir heyecan içinde gittik. Tabii ki heyecanımız sadece Sayın Öcalan’ı görmek değildi. Böyle bir süreci başlattığı içindi. Umudumuza umut katan Sayın Öcalan ile görüşmek önemliydi. Yani meseleye öyle bakmak lazım. Aslında orada yüzlerce fotoğraf çektik. Birebir çektik, ikişer gruplar halinde çektik, üçer gruplar halinde çektik. Ama bize bir tek fotoğrafı verdiler. Ama o fotoğraflar verilmedi. İnanıyorum ki bir gün onlar verilecektir. Yani tabii bir sürecin başlangıcı olduğu için büyük bir heyecandı. Yine yıllar sonra Sayın Öcalan’ı görmek, hem fiziki hem ruhi durumunu izlemek önemliydi. Ama büyük bir şaşkınlık içindeydim.
Neden şaşkındınız?
Şimdi ben şahsen birçok yabancıyla görüşmüşüm. Birkaç sefer isimlerini hatırlamıyorum. O (Öcalan), kendisi kiminle görüşmüştü, Atina’da, Moskova’da… Tek tek isimlerini dile getirdi. Böyle bir hafıza. Yani şimdi 27 yıldır cezaevinde olan bir insanın bunları unutmamış olması, böyle bir hafızaya sahip olması en fazla dikkatimi ve ilgimi çeken bir durumdu.
Çağrıyla devam edecek olursak; birçok kesim bu çağrı karşısında şaşırıp kaldı. Herhangi bir adım atılmadan böylesi bir çağrı beklenmiyordu. Öcalan böylesi bir çağrı yaparak tarihin gidişatına ya da yaşadığımız coğrafyanın en can yakıcı sorununun çözümüne nasıl bir müdahalede bulundu?
Sayın Öcalan süreci iyi okuyan bir lider. Onun derdi sadece Kürtlerin özgürleşmesi değil, bütün Ortadoğu’nun özgürleşmesidir. Ortadoğu’nun demokratik bir geleceğe sahip olması konusunda düşünen, bu konuda mesajlar veren bir lider.
Sayın Öcalan süreci iyi okuyan bir lider. Ortadoğu’daki gelişmeler, Türkiye’nin içinde bulunduğu durum, Ortadoğu’daki şartlar… Sayın Öcalan’ın derdi sadece Kürtlerin özgürleşmesi değil, bütün Ortadoğu’nun özgürleşmesidir. Ortadoğu’nun demokratik bir geleceğe sahip olması konusunda düşünen, bu konuda mesajlar veren bir lider. Şimdi sürecin o noktaya geldiğine inandığı için, artık bir adım atılması gerektiğine inandığı için böyle bir süreci başlattı. Yani Ortadoğu coğrafyasını göz önünde tutarak, bugün Kürtler ve Türkler arasındaki önce sorunların çözülmesi, Türkiye’ye demokrasi geldikten sonra bu demokrasinin Ortadoğu’da yeşereceğine inandığı için böyle bir adım attığına inanıyorum. Bu nedenle bunu büyük bir projenin parçası olarak görmek lazım.
PKK çağrıyı yanıtsız bırakmadı ve gereklerini yerine getirdi. Gerek PKK’nin gerekse halkın öncelikle tek bir talebi var; o da Öcalan’ın fiziki özgürlüğü. Öcalan’ın fiziki özgürlüğü sürece nasıl bir etkide bulunur?
27 yıl, 28 yılına gidiyor Sayın Öcalan’ın bu tutuklu hali, esaret hali. Şimdi Güney Afrika’daki gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz. Yani öyle bir dönem geldi ki Mandela ile yapılan diyaloglar sonucunda Mandela cezaevinde alınıp görüşmeler yapıldı. Özgür bir ortam sağlamaya çalıştılar.
Ben inanıyorum ki gerek parlamentodan bir komisyon gitsin veyahut sivil toplum örgütlerinden bir komisyon gitsin; Sayın Öcalan’ı dinlediklerinde, Sayın Öcalan’ın gerçekten Türkiye’nin geleceğini de çok önemsediğini görmüş olacaklardır. Bu nedenle Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün Türkiye demokrasisine katkı sunacağına inanıyorum. Bu benim fikrim, buna inanıyorum ve bunu açık bir şekilde de dile getiriyorum. Birileri eleştirebilir ama buna ihtiyaç var.
Eğer bir demokrasi ve kardeşlik projesi olarak bugün değerlendiriliyorsa kardeşlik hukukunun yerine getirilmesi gerekiyor. Yani bu kardeşlik hukuku birisini miras sahibi yapıp birisini mirastan mahrum etmek değildir. Herkesin paylaşacağı, bölüşeceği, söyleyeceği bazı şeylerin olacağı bir hukuktur. Öyle görmek gerekiyor. İşte bu hukuka riayet edilmesi gerekiyor. Bu hukukun sağlanması gerekiyor diye düşünüyorum.
Süreç kapsamında PKK’liler için gerekli düzenlemeler gündemde. İçeriği tam olarak henüz netleşmedi. Bu adımlar atıldı diyelim, Kürt sorunu çözülmüş olacak mı?
Demokrasi mücadelesinin geleceği boyutlara bağlı. Toplumun değişim ve dönüşümünü sağlayacak adımların atılması veyahut o inancın yükseltilmesi gerekiyor. Biraz önce de ifade ettim. 100 yıllık bir sorunu bir günde çözemezsiniz. Bugün Filistin meselesinde biraz ateşkes sağlandı. E peki bütün sorunlar çözülecek mi? Hayır. Çözülmeyecek. Zamana yayılacak birçok şey olur. Kürt meselesinde de böyle. Bu bir ilk adımdır. Bu ilk adımın doğru yürütülmesi, herkes tarafından doğru değerlendirilmesi gerekir. Biraz önce çok açık bir şekilde ifade ettim. Kürt tarafı bir bütün olarak rolünü oynadı. PKK’den şeye kadar. Herkes bu sürece uydu ve bu sürecin başarıya ulaşması için şey yaptı.
Tabii ki bu süreci baltalamaya çalışan bazı gelişmeleri de görmek mümkün, ki görüyoruz bunu da. Efendim birkaç silah yakıldı bilmem ne… Türkiye’ye karşı silahların kullanılmaması önemli. Ne olacak o silahlar? Türkiye’ye karşı, Türkiye halkına karşı, Türkiye devletine karşı bu silahlar kullanılmadıktan sonra bunun böyle ikide bir tartışmanın bir anlamı yok. Bunu süreci bozmaya yönelik bir kışkırtma olarak görmek lazım. Ben öyle bakıyorum. Ee, tabii ki Ortadoğu bir cehennem. Şimdi cehennemin kapıları açılmış. Kürtler ne yapacak? Kürtler elbette ki kendisine göre Kendi güvenliğini sağlayacak bir noktada olması lazım. Bütün bu gelişmeleri dikkatle izlemesi gerekiyor, ki yapılan budur. Buna inanıyorum. Bu nedenle hiç kimse eleştirmesin. Herkesin geleceğini güvence altına alma gibi bir hakka sahip olduğunu kimse unutmasın. Öyle bakmak lazım.
Birinci adım dediniz. Diğer adımlar ne olmalı ya da Kürt sorunu nasıl çözülür?
Birgün Çek Cumhurbaşkanı bana sordu ve dedi ki: “Siz niye Türkiye’de demokrasi diyorsunuz, özgürlük diyorsunuz, başka haklar talep ediyorsunuz? Niye bağımsız bir devlet istemiyorsunuz?” Biz de “Biz hayallerin peşinde koşmuyoruz. Gerçeklerin peşinde koşuyoruz” dedik. “Anladım” dedi. Şimdi hayaller başka şeydir. Ama gerçekleşebileceği, gerçekleşme imkanı olan şeyleri sağlamaya yönelik çalışmaları yapmak başka şeydir. Bugün gerçekleşmesi mümkün olan, olabilecekleri esas alan bir yaklaşım biçimiyle yaklaşıyoruz. Elbette ki tartışmalar olacak. Elbette ki atılan adımları yetersiz diyenler olacak. Bazıları da bunu eleştirecek.
Ama bu bir süreçtir. Bunu olgunlukla götürmek önemlidir. İkna ederek götürmek önemlidir. Biz hem kendi halkımızı ikna edeceğiz hem Türkiye halkını ikna edeceğiz. Kürtlerin özgürleşmesi Türkiye’ye ve Türkiye halkına bir zarar vermez. Tam tersine Türk halkının da özgürleşmesini beraberinde getirecek. Sayın Öcalan zaten bunu her gün söylüyor. “Benim derdim sadece Kürtler değil ki. Toplumun özgürleşmesi ile toplumun güç haline gelmesidir. Toplumun hakkını savunacak, özgürlükleri savunacak bir noktaya gelmesidir. Sadece Türkiye’de değil, bütün Ortadoğu’da.” Bütün sorunu olan halkların demokratik toplum anlayışıyla hareket edip sorunlarını çözmeye yönelik mesajlar veriyor.
Öcalan’ın süreç kapsamında üzerinde durduğu noktalardan birisi de Kürtlerin demokratik düzlemde birliğini sağlaması. Bu nokta neden önemli ve bu noktada Kürt parti ve örgütlerine ne gibi sorumluluklar düşüyor?
Birlikte hareket etme, birlikte talep etme hem dünyada hem dört parçada önemli bir etkisi olur. Bu nedenle Kürtler arasında bir diyalog ortamının sağlanması önemlidir. Mesela Suriye’deki partilere de mesaj veriyoruz. Artık zamanı gelmiştir. Oturup konuşmalısınız birbirinizle. ENKS ile PYD de oturup konuşabilmelidir, tartışabilmelidir. Ortak projeler ortaya koymalıdır. Taleplerini ortaklaştırmalıdır. Yine Kürt federasyonu (Federe Kürdistan Bölgesi) yönetiminin bugün imkanları var. Sonuçta bir yönetim var. Bir federasyon, Kürt yapısı var. Burada etkin rol oynayabilir. Görevler düşüyor. Bu konuda katkı sunacak bir rol oynamaları önemlidir. Son Süleymaniye’ye gidişimizde Erbil ve Süleymaniye’de 2 partiden (KDP ve YNK) de çok yakın bir ilgi ve alaka gösterdi. Görevlerini de yerine getirdiler. Bu konuda da memnuniyetimizi ifade ettik.
Umut ediyorum bu diyalog ortamının sağlanmasıdır. Yani sizin birlikteliğiniz bir gücü ortaya çıkarır. O güç sizin karşınızdakini etkiler. Öyle bakmak lazım. Bu nedenle Bakur’da veya Türkiye’de Kürt siyasi partilerinin oturup tartışması, konuşması, en azından bazı noktalarda buluşması önemlidir. Elbette ki siyasi partiler farklı düşüncelere sahip olduğu için farklı partiler olarak çıkıyor. Ama ortaklaşabileceği birçok konu var. Sürecin daha özlü ve daha doğru ilerlemesine katkı sunar.
Sürecin en önemli ve hassas noktalarından birisi de Kuzey ve Doğu Suriye’nin durumu. En son Bahçeli, Öcalan’dan SDG’nin silah bırakmasına dair çağrı yapması için talepte bulundu. Kürtlerin buradaki kazanımları neden bir tehdit olarak görülüyor?
Şimdi oradaki durumu iyi bilmek lazım, okumak lazım. Kürtler yoğun bir baskıyla karşı karşıyaydı. Kobanê’deki DAİŞ’in saldırıları belki tarih boyunca unutulmayacak bir saldırıydı. Cihatçı örgütler Kürtleri hedef alıyordu. Kürtler kendi savunmalarını gerçekleştirmek için silahı almak zorunda kaldı. Kendilerini savunmak için silah aldılar. Yoksa silaha tapmak için değil. Bir ordu oluşturmak için silah eline almadı. Şimdi Kürtler kendisini savunurken, başka savunacak bir güç yokken meşru bir adım atmış, kendisini savunacak ve müdafaa edecek bir pozisyonu oluşturmuş. Bunu eleştirmek doğru değil. Biz Suriye’de demokratik bir cumhuriyetin oluşmasını istiyoruz. Yani Kürtler Suriye’den ayrılma gibi bir anlayış içinde değil. Ama Suriye’de özgür bir toplum olarak yaşamak istiyor. Bütün mesele burada, özgür bir toplum olmak. Bunun gerekleri nelerdir? Bunlar tartışılır. Suriye içinde çözülür.
İşte söyledikleri “kadim kardeşlik” anlayışı bunu gerektiriyor. Kendileri ifade ediyor. Kadim bir geçmişi var. Kürt ve Türklerin bir kardeşliği var. O zaman böyle davranmanız lazım. Şimdi Kürtler de sizin vatandaşınız. Kıbrıs’ta kıyamet koparıyor, Suriye’deki Kürtler konusunda da farklı bir şekilde düşünüyor. Bu nasıl kardeşlik? Suriye Kürtleri önemli. Suriye Kürtlerinin hak ve özgürlükleri konusunda engelleyici bir tavır konulduğu zaman bu süreç başarıya ulaşmaz. Bunu görmek lazım.
Suriye’de milyonlarla ifade edilen Kürtler var, örgütlenmiş Kürtler var. Şimdi burada bir kardeşlik projesini yürütüyorsanız niye Suriye’deki Kürtleri de kardeşiniz olarak kabul etmiyorsunuz? Destek vermeniz gerekirken niye geleceklerini karartmaya yönelik bir pozisyon içinde olmak istiyorsunuz? Görünen o, halkın gördüğü bu. Ben demiyorum, halk böyle değerlendiriyor. Sizin böyle bir projede Kürtleri kazanacak bir yaklaşım biçimini ortaya koymanız lazım. Suriye’deki Kürtler, Irak’tan ve İran’daki Kürtlerden farklıdır. Çünkü orada bir demir yolu hattı açılmış. Aşiretin yarısı orada kalmış, kardeşin yarısı Suriye’de kalmış, birisi burada kalmış. Suriye Kürtlerinin yüzü Türkiye’ye dönüktür. Şimdi kucaklamak lazım. HTŞ ile görüşüyorsunuz. E gidin Kürtlerle de görüşün bakalım ne diyorlar, ne talep ediyorlar, ne istiyorlar?
Kürtlerde önemli aktörler var. Mazlum Abdî, İlham Ahmed, Foza Yusif, Salih Müslim, Asya Abdullah gibi Kürt siyasi aktörleriyle bir diyalog kurup, Türkiye’ye davet edebilirsiniz. Gidip ziyaret edebilirsiniz. Onların fikirlerini dinleyebilirsiniz. Yani kazanmaya yönelik bazı adımların atılması gerekiyor. Şimdi bu görülmeyince Kürtlerde bir endişe doğuyor. Türkiye’nin Kürtlerin oradaki özgür gelecekleri için çaba göstermesi gerekiyordu.
İşte söyledikleri “kadim kardeşlik” anlayışı bunu gerektiriyor. Kendileri ifade ediyor. Kadim bir geçmişi var. Kürt ve Türklerin bir kardeşliği var. O zaman böyle davranmanız lazım. Şimdi Kürtler de sizin vatandaşınız. Kıbrıs’ta kıyamet koparıyor, Suriye’deki Kürtler konusunda da farklı bir şekilde düşünüyor. Bu nasıl kardeşlik? Suriye Kürtleri önemli. Suriye Kürtlerinin hak ve özgürlükleri konusunda engelleyici bir tavır konulduğu zaman bu süreç başarıya ulaşmaz. Bunu görmek lazım.
Kürtlerin de bazı kırmızı çizgileri var. İşte Suriye’deki davranış biçimi konusunda. O da Kürtlerin kırmızı çizgisidir. Kürtler muhataplarıyla oturup diyalog kurabiliyor. Mazlum Ebdî daha 2 gün önce Ahmet Şara ile görüştü. Bazı görüşmeler yapıldı. Bir de ilerlemeler var. İşte siz de buna katkı sunun. Bir fırsat, tarihi fırsat. Evet, Suriye komşunuz. Ama Suriye’yi düşünürken Kürtlerin de geleceğini düşünecek, demokratik geleceğini düşünecek bazı talepler ve adımlar atın ve tavsiyelerde bulunun. Bu Kürtleri mutlu eder.
Suriye’deki Kürt aktörlerinin Türkiye’ye çağrılmasının sürece katkı sunacağını mı düşünüyorsunuz?
Bence faydalıdır. Bunu önemsiyorum. Kendileri gider görüşürler, buraya davet ederler. Sonuçta diplomasidir, yani dünyadaki diplomasinin önünü kapatmanın bir anlamı yok. Diplomasi ucunun açık olması gerekiyor. Diplomaside kırgınlık yok. Diplomaside istemezlik gibi bir mantık yok.
Bu sorunun bir ayağı da “sürgünde” olanlar. Yıllarca birlikte siyaset yürüttüğünüz birçok arkadaşınız da şu an sürgünde. Dönüşlerin sağlanmasına dair bir beklenti de söz konusu. Buna dönük ne gibi adımlar atılabilir?
Hepimizin beklentisi o. Bugün yurt dışına çıkmak zorunda kalan arkadaşlarımızın kendi toprağına dönmesi, kendi insanlarıyla buluşması özlemi var. Bu özlemi biz de duyuyoruz. Bu arkadaşlarımızın tekrar aramıza katılması, demokratik siyaseti yürütmesi, halkla buluşması bizim de çok önemsediğimiz bir durum. Yani tabii gelişmeler bakalım hangi yönde ilerleyecek. Elbette ki bunlar hepsi konuşulması gerek. Gereken, tartışılması gereken sorunlar.
Sürecin uzaması ve enfekte olması ne tür riskleri doğurur?
Şimdi haklı sebeplerle, sürecin hızlandırılması bazen arabayı devirir. Ama geciktirmek ya da gündemden düşürülmesi de aynı şekilde bir sonucu ortaya çıkarır. Bu nedenle dikkatli olmak, toplumun bu süreçle ilgili düşünceleri dağılmadan veya inançları ortadan kalkmadan bu süreci doğru ilerletmek gerekiyor. Süreç uzayabilir ama bu sürecin doğru gideceğini, nelerin yapılacağı konusunda doğru mesajlar verilirse insanlar sabırla o süreci dinlerler. Ama suskunlukla bu süreci çok uzun bir sürece yayarsanız güven azalmış olur.