• Ana Sayfa
  • Manşet
  • Ahmet Türk, Özal ile diyaloğunu paylaştı: ‘Herkes dilekçesini zarfa koyacak, zarf 5 yıl açılmayacak’

Ahmet Türk, Özal ile diyaloğunu paylaştı: ‘Herkes dilekçesini zarfa koyacak, zarf 5 yıl açılmayacak’

Sağlık sorunlarından siyasi hayatına kadar merak edilenleri yanıtlayan Ahmet Türk, Turgut Özal’ın 1993 ateşkesi öncesi “Herkes gelecek, bir dilekçe verecek. Bu zarf 5 yıl açılmayacak. Hiçbir suç işlemediği zaman, hiçbir soruşturma yürütülmeyecek” dediğini paylaştı.

Ahmet Türk, Özal ile diyaloğunu paylaştı: ‘Herkes dilekçesini zarfa koyacak, zarf 5 yıl açılmayacak’
Ahmet Türk, Özal ile diyaloğunu paylaştı: ‘Herkes dilekçesini zarfa koyacak, zarf 5 yıl açılmayacak’
Haber Merkezi
  • Yayınlanma: 16 Ekim 2025 09:54

Siyasette 1970’lerden bu yana aktif bir şekilde yer alan Ahmet Türk’le söyleyişinin ikinci bölümünde çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Ahmet Türk, siyasi hayatının sağlığına dönük etkilerinden halen devam eden tedavi sürecine, hiç unutmadığı anılarından kendisine yöneltilen “ağalık” sıfatına, Sırrı Süreyya Önder ile yakınlığından Turgut Özal ile yaptığı görüşmeye dair birçok soruyu yanıtladı.

Mehmet Sincar’ın öldürülmesi 

Ahmet Türk, 4 Eylül 1993’te katledilen Demokrasi Partisi (DEP) Mardin Milletvekili Mehmet Sincar’ın cenaze töreninde yaşananları hiç unutmadığını söyledi. O dönem tek bir insanın dahi cenaze törenine katılmadığını aktaran Türk, “Hepimizi çok etkiledi” dedi.

Sağlık durumu

Kanser tedavisinin iyiye doğru gittiğini belirten Ahmet Türk, PKK’nin ateşkes kararı sonrası 17 Nisan 1993’te şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren dönemin Cumhurbaşkanın Turgut Özal ile önemli bir diyaloğunu da paylaştı.

MA’dan Azad Altay – Ahmet Kanbal’ın yaptığı söyleyişinin ikinci bölümü:

İçerisinden geçtiğiniz süreçlerin yaşamınızda bıraktığı izleri de merak ediyoruz. Siyasi hayatınızda sizi en çok etkileyen an hangisiydi?

Yani o kadar dönem yaşadık ki, bir yerde cezaevi, bir yerde sis bombaları, gazlı dönemler… Coplarla bir dönem etrafımız sarılarak bizi susturmaya çalışan şeylerle karşı karşıya kaldık. Hayatımda beni en çok etkileyen Mehmet Sincar’ın (Katledilen DEP Milletvekili) şehit edilmesinden sonra Batman’a gittiğimizde bir tek insanın bizi karşılamamasıydı. Diyarbakır’a gittik. Hiç kimse ortada yok. Bir garajın içinde bizi oturttular kimse görmesin diye. Bir dolmuş bize kiraladılar. Batman’a gittik. Ve orada anmaya giderken, şehit olduğu yeri ziyaret ederken bir tek insanın olmaması ve burada saygı duruşunda bulunurken Hizbullah Marşı’nın çalınmış olması bizi etkileyen bir durumdu. Hizbullah marşı önemli değil, biz biliyorduk böyle bir şey. Ama bir tek insanın cesaret edip oraya gelmemesi bizi çok etkilemişti. Yani bu kadar mücadele, bu kadar emek, bu kadar bedelden sonra öyle bir duruma getirildi toplum. Ve tabii hepimizi etkiledi. Yani çok dürüstçe ve açıkça söylemek gerekirse, o dönemlerde bir yere gittiğimizde korku içinde gidiyorduk. Korkarak gidiyorduk. Titreyerek gidiyorduk. Hiç kimse söylemesin işte “ben aslanlar gibiydim..” Öyle değil. Ama gitmek zorunluğu vardı.

 Siyasi hayatınızda yaşadıklarınız sağlığınızı ve yaşamınızı nasıl etkiledi?

Yani ben çok sağlıkla ilgili kendime bakan bir insan değilim. Yani bazı günler hiç yemek yemezdim. Bazı günler sabah kahvaltısı etmeden belki 10 sigara içerdim. Yani öyle sağlık konusunda siyasetin yüklediği fazla bir yük yok. Özel hayatımda kendime bakmadığım için sorunlar yaşadım. E tabii stresler oluyor, gerilimler oluyor, bütün bunları yaşadık. Bunun vücudumuzda ne kadar etki yaptığını bilemiyoruz. Ama bugün geldiğimiz noktada, şimdi bir kanser tedavi görüyorum. Tabii ki bunun bir stresle ilgisinin olduğunu sanmıyorum. Sonuçta ailede böyle bir şey vardı. Geçmişten beri ailemizde birçok kişi kanserden yaşamını yitirdi.

Özel hayatımda da çok rahat davranmaya çalıştım. Açıkçası eğlenmesini de bilen, oturup oyun oynamasını da bilen, siyaset yaparken görevimi yapan rahat bir yapım var. Bugün süreci hadi baştan sona kadar anlat… Belki günlerce anlatılması gereken şeyler var. Cezaevleri, 1994 süreçlerindeki yoğun baskılar… O dönemde yerel yönetimlerde aday bile gösteremedik. Yani öyle bir baskıyla karşı karşıyaydık. Yine siyaset dışında kaldığım günlerde bile her gün köyümün etrafı tanklarla çevriliyordu. Marşlar söylenerek, her gün gelip aramalar yapılıp, hakaretler yağdırılıyordu.

O döneme dair hafızanızda silinmeyen bir anı var mı?

1 ay köyden çobanların çıkmasına izin verilmedi. Koyunların suya gitmesine izin verilmedi. İnsanlar gidip dereden koyunlarına su getiriyordu. Bütün yolları kapatmışlardı. 1 ay boyunca benim oturduğum Qesra Qenco’nun üzerine otomatik silah koymuşlardı. Ağır makine koymuşlardı. Ben evi boşaltmak zorunda kaldım. Çocukları oradan çıkarmak zorunda kaldım. Birçok şey yaşadık. Tabii bunlar elbette ki insan yaşamında önemli yeri olan ve etkileyen şeyler. Ama ikinci gün unutmaya çalışan bir yapıya sahibim.

Sağlık sorununuz devam ediyor mu?

Yok yok, tedavi iyi gidiyor. Kolay kolay ölmem. (gülerek)

Bir daha dünyaya gelirseniz eğer yeniden böylesi bir yola girer miydiniz?

Her vicdan sahibi insanın kendi halkına, kendi halkının geleceğine duyarlı olması gerekir. Halka olan bağlılığım siyaset üstü bir şey. Halkla ilgili çektiklerim siyaset üstü bir şey. Ha belki aktif siyaset yapmam bundan sonra ama her zaman partimin ve halkımın yanında rol almaya devam edeceğim, gücüm yettiği müddetçe. Eee şimdi bizi büyüten, bizi yetiştiren, bize destek veren, bizi biz yapan halkımızdır. Bu halk için hizmet etmek bence bir onurdur. Belki bir dahaki yaşamda, tabii ki biz böyle söylüyoruz ama bilemeyiz, ama isterim ki öyle olsun.

3 Mayıs’ta hayatını kaybeden Sırrı Süreyya Önder ile yakındınız. Birlikte birçok süreci atlattınız, son süreçteki görüşmeleri de birlikte gerçekleştirdiniz. Önder’e dair neler söylersiniz?

Çok değerli bir insan, değerli bir dost, değerli bir yoldaş, hoş bir insandı. Çok saygılı bir insandı. Ayrıca bizim ilişkilerimizde abi-kardeş ilişkileri vardı. Olabildikçe demokrat olmak önemli. Kürt veya Türk olmak önemli değil. Mazlumun yanında olmak önemli. Sırrı Süreyya Önder de mazlumların yanında yerini aldı. Ve sonuna kadar bu yolda yürüdü. İnanıyorum ki eğer bugün sağ olsaydı süreç için, demokratik gelecek için daha aktif rolünü yerine getirirdi. Bu vesileyle kendisini tekrar saygı ve rahmetle anıyorum.

Size “ağa” diyen de var, “Apê Ehmed” diyen de… Ahmet Türk kendisini nasıl tanımlıyor?

Benim ailemde ağalık yok. Hiç kimse de bize “ağa” dememiş. Bugüne kadar hiçbir insan “Ahmet Ağa” diye beni çağırmamış. Herkes ya “Ahmet abi” demiş, ya benden küçükler “Ahmet amca” demiş, ya da dostlar “Ahmet Bey” diye hitap etmiş. Yani ağalık lakabı ailemizle bağlantılı bir şey değil. Evet, bazı aşiret ağaları var. Ağa olarak kendilerini lanse ediyor ama biz öyle bir aile değiliz. Nasıl bir aile? Belki halkla iyi ilişkileri olan, geçmişten bugüne bir aile olarak insanlar saygı duyuyor. Hem şahsıma hem aileye. Tabii aile büyüdükçe bazı sorunlar çıkıyor. Orada da gerçekçi olmak lazım. Geçmişte toplum tarafından desteklendik. Özellikle o kan davası süreçlerinde bütün Mardin bizden yanaydı. Diğer karşı taraftan yana değildi. Çünkü haksızlığa uğrayan bir aileydik. Yani onun için öyle bir ağalık falan şeyimiz yok. Ki böyle bir şeyden de nefret ediyorum, “ağa” kelimesinden açıkçası.

Bazı konuşmalarınızda Turgut Özal’ın ölümü ve öncesine değiniyorsunuz. Ölümünün sizi çok etkilediğini söylemiştiniz. Bunun nedeni nedir?

Aslında onun (Özal’ın ölümü) öncesi var. O dönemde Şam’a gitmeye karar verdiğimizde kendisi ile bir görüşme yaptık. Bize “Ya tabii ki size gitmeyin demiyorum, size gidin de demiyorum. Yarın başınız belaya girerse sonra… Ama giderseniz şu mesajlarımı iletin” dedi. İkincisi, “Bizim partiden de bazılarını beraberinizde götürseniz sizin açınızdan rahat olur. Yani bir soruşturmayla karşı karşıya gelme riski azalır” dedi. “Ben şöyle düşünüyorum. Bunu aynen oldu gibi Öcalan’a anlatın” dedi ve şöyle devam etti: “Bir; herkes gelecek bir dilekçe verecek. Bir zarfın içine koyacağız. Bu zarf asla açılmayacak, 5 yıl içinde. Hiçbir suç işlemediği zaman, hiçbir soruşturma yürütülmeyecek. Yani bir bir itirafçı olma dilekçesi değil. Dilekçe verecek. İşte şeyi (silah) bırakıyorum. Demokratik siyasete katılıyorum. Bundan sonra da silahla ilişkimi kesiyorum. Böyle bir dilekçe verecek, bu zarfın içine bu zarf açılmayacak. Bu işin kolay olmadığını biliyorum ama ben Süleyman Demirel gibi korkak değilim. Allah’tan başka da kimseden korkmuyorum. Herkesten daha da milliyetçiyim ama bu sorunu çözmek zorundayız.”

Bunun üzerine biz gittik. Bar Elias’ta (Lübnan’da) Sayın Talabani’ydi, Kemal Burkay’dı, Sayın Öcalan’dı, oturduk, sohbet ettik, görüştük. Bir ateşkesin yapılmasına karar verildi. Tabii bütün hepsi “3 aylık bir ateşkes” dedi. Ben buna karşı çıktım.

Neden?

Dedim ki ya 3 ay gibi bir zaman koymayalım. “Yok” dediler, “3 aylık bir zaman koyalım” dediler. Tabii ki onlar öyle deyince bizim yapacağımız bir şey yoktu. Sonra geldik Türkiye’ye. Biliyorsun o zaman Süleyman Demirel bir açıklama yaptı ve dedi ki “Kabak bile 3 ayda yetişmez.” Öyle bir açıklama yaptı. Orada haklı oldum. Ben dedim ki “Hiç zaman süre koymayalım. Sürecin gelişmesine bakalım.” Ama sonuçta öyle bir karar çıktı. Herkes 3 aylık süreci savundu.