Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) , Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eski Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek hakkında, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10’uncu maddesini ihlal ettiği yönünde karar verdi. Kararı İlke TV’ye değerlendiren Yüksek’in avukatı Mehdi Özdemir, “AİHM’nin ihlal kararı ile birlikte temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olması gereken yargının bizzat kendisinin en büyük tehdit haline geldiği kabul edilmiş” dedi.
Dönemin DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek hakkında 27 Ocak 2015 ile 18 Nisan 2016 tarihlerinde yaptığı konuşmalar gerekçe gösterilerek Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı tarafından 12 Kasım 2015 tarihinde, PKK/KCK üyesi olduğu şüphesiyle ceza soruşturması başlatıldı. 10 Mayıs 2016 tarihinde polis tarafından gözaltına alınan Yüksek’in savcılık ifadelerinin ardından Cumhuriyet savcısı, hakkında silahlı terör örgütü üyeliği şüphesiyle tutuklama kararı verilmesini talep etti. Aynı gün Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği önüne çıkarılan Yüksek hakkında tutuklama kararı verilmişti.
Yüksek hakkında 8 yıl 9 ay hapis cezası verildi
Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı’nın, Yüksek hakkında hazırladığı ve ‘silahlı terör örgütü PKK/KCK üyesi olmakla’ itham ettiği iddianamesi, Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi. Tutukluluk haline yönelik yapılan itiraz defalarca reddedilen Yüksek, 7 Ekim 2016 tarihinde Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmada tahliye edildi. Ancak, 28 Mart 2017 tarihinde görülen duruşmada Yüksek hakkında, 27 Ocak 2015 ile 18 Nisan 2016 tarihlerindeki açıklama ve konuşmaları gerekçe gösterilerek Diyarbakır 5’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ‘örgüt üyeliği’ suçlamasıyla 8 yıl, 9 ay hapis cezası verildi.
Kararın ardından yurt dışına giden Yüksek, karara itiraz ederek temyiz başvurusunda da bulundu fakat Yargıtay 1 Şubat 2021 tarihinde kararı onaylayarak, Yüksek’in hakkındaki mahkûmiyet hükmünü kesinleştirdi. Yüksek, ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğini belirterek kararı 10 Ağustos 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşısa da sonuç alamadı.
Selahattin Demirtaş kararına atıf yapıldı
Bunun üzerine Yüksek, 27 Kasım 2017 tarihinde kararın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesine (ifade özgürlüğü hakkındaki ilgili maddesi) aykırı olduğu, zira açıklamalarının şiddete tahrik veya terör propagandasının herhangi bir unsurunu içermediği gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptığı başvuru 22 Ekim 2024’te sonuçlandı.
Mahkeme verdiği kararda, Yüksek’in açıklamaları nedeniyle tutuklanması ve tutukluluk hâlinin sürdürülmesinin ifade özgürlüğünün kullanımına müdahale anlamına geldiğini değerlendirdi. 2020 yılında Selahattin Demirtaş hakkındaki karara atıf yaparak, ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin kanunla öngörülmüş olup olmadığı meselesine ilişkin genel ilkeleri hatırlattı.
AİHM başvurusu sonuçlandı: Türkiye hakkında 10’uncu maddeye yönelik ihlal kararı
Mahkeme, başvuranın bir siyasetçi olarak yaptığı ve silahlı örgütün politikasına uygun olduğu iddia edilen açıklamaları, terör örgütü üyeliği şüphesiyle yakalanması ve tutuklanması için yeterli dayanak olarak değerlendirdi. Mahkeme kararının 89’uncu maddesinde ise “tutukluluğu gerekçelendirmek üzere kullanılan delillerin, şiddet içermediği açık olan ve ilke olarak Sözleşme’nin 10’uncu maddesi ile korunması gereken ifade ve eylemlerden ibaret olduğunu belirtti ve bu durumun Türkiye’de gittikçe daha yaygın hâle geldiğini belirten İnsan Hakları Komiserinin tespitlerine atıf yaptı. Komiser bu durumu, Mahkemenin Sözleşme’nin 10. maddesine ilişkin yerleşik içtihadı ışığında uygun bağlamsal analizlerde bulunma ve delilleri süzgeçten geçirme konusunda Türk savcılarının ve mahkemelerinin sistematik bir ihmali” olarak değerlendirerek, Türkiye hakkında AİHS’in 10’uncu maddesine yönelik ihlal kararı verdi.
Kamuran Yüksek’in tutukluluğu hakkında da ihlal kararı verildi
Bir ihlal kararı da Kamuran Yüksek’in tutukluluğuna ilişkin oldu. Mahkeme, yine Selahattin Demirtaş hakkındaki AİHM kararına atıf yaparak “Mahkeme başvuranın yasa dışı silahlı örgüt üyesi olduğundan şüphelenildiğini ve bunun Türk hukukunda hapis cezasını gerektiren ciddi bir suç olduğunu gözlemlemektedir. Mahkemenin Sözleşme’nin 5’inci maddesi kapsamındaki görevi, tarafsız bir gözlemcinin başvuranın itham edildiği suçu işlemiş olabileceği konusunda ikna edecek yeterli objektif unsurların mevcut olup olmadığını tespit etmektir. Suçun ciddiyeti ve verilmesi muhtemel cezanın ağırlığı karşısında, olguların azami itinayla incelenmesi gerekliydi. Bu bağlamda, şüpheye zemin oluşturan olguların doğrulanabilir ve objektif deliller ile gerekçelendirilmesi ve TCK’da ceza oluşturan davranışları tanımlayan kısımlardan birinin kapsamına girdiğinin makul şekilde değerlendirilebilecek olması elzemdi” dedi.
AİHM “Mevcut davada adli makamlar, önlerindeki delillerin objektif bir gözlemciyi başvuranın tutuklandığı suçu işlemiş olabileceği konusunda ikna edecek şekilde Sözleşme’nin 5’inci maddesinin gerektirdiği ‘makul şüphe’ standardını karşıladığını göstermemiştir” değerlendirmesi yaparak, “Bu nedenle Mahkeme, başvuranın bir suç işlediğine dair makul şüphenin yokluğu nedeniyle Sözleşme’nin 5/1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır” şeklinde karar verdi.
‘Türkiye’nin yaşadığı krizlerin temel sebebi, hukuktan uzaklaşma yönündeki adli ve idari pratikleridir’
Kamuran Yüksek’in avukatı Mehdi Özdemir, kararı İlke TV’ye değerlendirdi. Özdemir, “AİHM’nin önceki dönem DBP Eş Genel Başkanı Kamuran Yüksek hakkında vermiş olduğu ihlal kararı ile muhalif Kürt bir siyasetçinin yürütmüş olduğu politik faaliyetler ve bu kapsamda yapmış olduğu açıklamalar nedeniyle yargılanması ve cezalandırılması ile düşünce ve ifade hürriyeti ile kişi özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir” dedi.
“Yargı makamlarınca, yasal düzenlemenin aksine, çok geniş bir takdir payı ile yurttaşların keyfi bir şekilde yargılandığı ve cezalandırıldığı bir yargı pratiği ile uzun süredir karşı karşıyayız” diyen Özdemir, yargıdaki tehditlere dikkat çekti. Özdemir, “AİHM’nin ihlal kararı ile birlikte, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olması gereken yargının bizzat kendisinin en büyük tehdit haline geldiği kabul edilmiş, çok sayıda siyasetçi, insan hakları savunucusu ve yurttaşın aynı iddialarla hukuka aykırı şekilde yargılanması, tutuklanması ve cezalandırılmasının hukuk dışı olduğu ifade edilmiştir” değerlendirmesinde bulundu.
Mehdi Özdemir “Türkiye’nin yaşadığı krizlerin temel sebebi, demokratik değerler ve hukuktan uzaklaşma yönündeki adli ve idari pratikleridir. Türkiye’de yargı makamları, Kürt siyasetçiler açısından keyfi ve hukuk dışı bir şekilde suçlamalar yöneltmekte, oluşturulan yargı tehdidi ile temel hakları ihlal edici süreçler yürütülmektedir. Bu ve benzeri AİHM kararlarının ivedilikle uygulanarak, hak temelli ve hukuki güvenlik hakkını esas alan yargı pratiğinin oluşması gerekmektedir” diye konuştu.