Müzik, toplumun ortak duygularını, acılarını ve sevinçlerini yansıtan en güçlü ifade biçimlerinden biridir. Kültürel belleği canlı tutar, toplumsal olaylara ayna tutar ve kuşaklar arasında köprü kurar. Bazen bir ağıtla kayıpları dile getirir, bazen bir marşla umudu ve dayanışmayı güçlendirir. Bu yönüyle müzik, yalnızca bireysel bir sanat değil, toplumsal bir hafıza ve direniş aracıdır. Sözü böyle bir çalışmaya getiriyorum. Usta besteci ve yorumcu Alp Murat Alper, Metin Tapkı tarafından bestelenen ve Mustafa Güçlü’nün şiirinden uyarlanan “Kayıp” adlı yeni çalışmasını müzikseverlerle buluşturdu. Cumartesi Anneleri’ne ithaf edilen “Kayıp,” toplumsal hafızada yer eden kayıplara ve annelerin bitmeyen arayışına ses veriyor. İşte bir notadan yükselen o büyük devinimi, o sesi sevgili Alp Murat ile konuştuk.
Başak Canda: Kayıp adlı eseriniz dinleyicileriyle buluştu. Bu soruyu sormak için çok erken ama yine de ilk tepkileri sormak istiyorum. Şimdiye kadar nasıl geri dönüşler aldınız?
Alp Murat Alper: İlk önce eser deyince, onu diyeyim: ben sadece yorumcuyum burada. Eser Mustafa Güçlü ve Metin Tapkı kardeşlerime ait. Evet, belki erken ama ilk tepkiler benim de beklediğim gibi olumlu oldu. Bizler doğru bildiğimiz şeyi yaptık. Sonrası sonraya kalacak. Kısmet diyelim.
Başak Canda: Galatasaray Meydanı’ndan Arjantin’deki Plaza de Mayo Annelerine kadar uzanan evrensel bir acıyı ve umudu dillendirmek oldukça güzel bir duygu olsa gerek. Bu şarkının ortaya çıkışı ve sizin söyleme süreciniz nasıl gelişti?
Alp Murat Alper: Mustafa Güçlü kardeşim, benim üniversite yıllarımdan tanıdığım biridir. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra beni bulan odur. Ben onun birkaç şiirine çalışırken, bir gün dedi ki; “şöyle bir beste var Murat, sen seslendirebilir misin?” Düşünmeden evet dedim. Seçilen şiir, konusu ve tabii ki bestesi uygun geldi bana. Sesimi vereyim, katkıda bulunayım istedim dostuma, dostlarına.
Başak Canda: Kayıplar ve yakınlarının onur mücadelesi, ömür mücadelesi olmuş durumda. Onların sessiz direnişlerinin sizdeki etkisi ve bunun ezgiye dönüşmesi duygusunu konuşmak gerekirse…
Alp Murat Alper: Dünyanın her yerinde acı var, katmerlisi var. Oğlunun, kızının yaşayıp yaşamadığından bile haberdar olmayan annelerin acısı ise hiçbir şeye benzemez. Belki bundan daha haklı bir isyan, bir haykırış bile olamaz. İnsan hakları evrensel beyannamesini duvarlarına asanlar, masaüstü yapanlar ne kadar uyar acep bunlara? Hep söylediğim bir şey var, burda da diyeyim; eskiden daha az sahtekardı dünya. Ne bileyim, biri öldürüldüğünde öldürüldü denirdi, hele ki terörist diye belirtilmişse etkisiz hale getirildi denmezdi. Zam yapıldığında şu şu mamullere zam yapıldı denirdi, fiyat güncellemesi yapıldı denmezdi. Dünyanın her yerinde bir savaş var mesela şu an, neden hala “3. dünya savaşı var” denmiyor, bu ilan edilmiyor? Çünkü dil ile başlamış bir yumuşatma var ve vahşi kapitalizm öperek gösteriyor sevgisini. “Dünya ihtiyarladı” diyen dedeme selam olsun bu arada.
Başak Canda: Dede demişken… Toplumsal bellek ile ilgili ne diyebilirsiniz? Çünkü “Kayıp,” yaşanan acı kayıpları ve kayıpların akıbetini soran annelerin adalet arayışını toplumsal belleğe taşıyor aynı zamanda.
Alp Murat Alper: Toplumsal bellek. O pek yok bizde. Neden yok. Çünkü üzerine çalışılmış ve sonuç alınmış maalesef. Eğer o hafıza olsaydı ve bizi harekete geçirebilen bir şey olsaydı, birçok berbat şeyi yaşamıyor olurduk, halletmiş olurduk biz toplum olarak. Bir yerde karşıma çıktı, belki sizler de izlemişsinizdir; bir amca Zülfü Livaneli’ye elinden tutup, şöyle bir laf ediyordu; “Üzülme evlat. Sen bu memleket için çok üzülüyorsun. Üzülme ve unutma ki süt neyse kaymak da odur”. Ne denir şimdi bu lafa? Hacivat ve Karagöz’ün kelleleri vurulurken, üstelik aylar boyunca izleyip kahkaha atmalarına rağmen, “ama çok konuşuyorlardı bunlar da” diyen halk kimdi? Kimsenin kanına girmemiş çocuklarını jandarmaya ihbar eden hangi halk idi? Bu yirmi senede olup biten ve bozulan şeyler değil bunlar. Eskiden de riyakâr, kurnaz ve kötü niyetliydik biz ama belki de bu kadarı değildik.
Başak Canda: Albümlerinizde söz ve besteler size ait oluyor genelde. Ancak sözleri Ömer Hayyam’a ait “Hekim Hasta Olunca”, Nazım Hikmet’in “Güzel Günler Göreceğiz” gibi besteleriniz de göze çarpıyor. Bu seçimlerde kriteriniz nedir?
Alp Murat Alper: Evet, genelde ben yazıyorum sözlerimi. “Şarkı yazmak” biraz öyledir, sözünü de yazarsınız, öyle çıkar gelir. Diğeri beste yapmaktır ki ben onu yıllarca yaptım, yani şairlerin şiirlerini müziklemeye çalıştım. O başka bir şey. Ozan olmak ya da olmamak gözüyle bakıyorum ben olaya. Eğer derdiniz bir ozan gözüyle bakmaksa olan bitene, o zaman oturup yazacaksınız, hatta siz söyleyeceksiniz. Böyle tamamlayıp aktarabilirsiniz derdinizi, yoksa eksik kalır.
Başak Canda: Buna ek olarak sizin seslendirdiğiniz eserlerin hikâyeleri neyi söyler?
Alp Murat Alper: Eskisi gibi üretemiyorum artık. Yılda belki birkaç şarkı, o kadar. Bir sebep oluyor ve onun üzerine yoğunlaşıyorum. Hikâyesiyle, sözüyle, yorumuyla hepsi birlikte geliyor, adeta kendiliğinden akıyor. Mesela “can sene kurban” isimli şarkımın gelişi de öyle oldu. Eşim Azerbaycanlıdır. Hep bahsettiği piyanosunu iki yıl önce Bakü’de görme fırsatım oldu. Ona dokunur dokunmaz, şarkı gelmeye başladı. İçimdeki sese kulak kabarttım ve çıktı geldi, omuzlarıma kondu. Böyle oldu. Her şarkımın söylediği bir şey vardır ama onu ben diyemem, dinleyen söylemeli. Hikâyesini falan bilmeden onda yarattığı şey önemli. Kendi adıma şunu ekleyebilirim sadece; içime sinmeyen hiçbir eserime bitti gözüyle bakmıyorum ve yayınlamıyorum.
Başak Canda: Bestelerinizde geleneksel ile modern unsurlar arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz? Sizin önem verdiğiniz hangisi? Notaların kombinasyonu sanatçısını nerede tutar?
Alp Murat Alper: Şiiriyle, müziğiyle geleneksel olanla bir bağım var elbet. Beslendiğim şeylerden biridir. Zaten bu bağ olmazsa çağının tanığı da olamazsınız. Ama orda kalmayıp üzerine bir şeyler de koymanız gerekir. Sizde ne birikmişse o çıkacaktır. Şarkı yazmayı bir ifade dili olarak seçmişseniz bütün her şey oraya yansıyacaktır.
Başak Canda: Siz popüler kültürün dışında bir duruş sergiliyorsunuz. Bu, zor olanı seçmektir. Oysa siz hâlâ çoğumuzun dilinden düşmeyen “Güzel Günler Göreceğiz”in de bestesini yaptınız. Bazen birinin daha öne çıkması nasıl bir duygu uyandırıyor?
Alp Murat Alper: “Güzel günler göreceğiz”i yaptığımda üniversite öğrencisiydim, benim ilk albümümde yer aldı. Yıllar sonra Edip Akbayram söyledi ama hemen tanınmadı. Bir şarkının popüler olması birçok disiplinin bir araya gelmesiyle ilgili. İşte bir süre sonra futbol sahalarından, miting meydanlarına kadar herkesi dilinde yer etti. Bu arada bir şeyin popüler olması onun çok iyi olduğu anlamına gelmez. Evet, bir başarıdan söz etmek mümkündür ama nitelik başka şeydir. Benim en iyi şarkılarımdan biri de değildir ayrıca, bir sıralama yapsam oldukça gerilerde yer alır.
Popüler kültüre karşı her zaman mesafeli durdum. Lakin onu anlamaya çalışmak, üzerimizdeki etkilerini fark etmek de lazım. Bilinen bir şarkının sahibi olmak da beni değiştirmedi. Hatta isim olarak pek tanınmam bile. Besteciler bu topraklarda pek bilinmezler zaten. Şarkıyı söyleyenin şarkının da sahibi olduğunu zannetmek gibi huyları hala değişmedi bizim insanımızın. Ne yapalım ki durum bu.
Başak Canda: Son olarak dijital dönüşümün müzik üzerindeki etkilerini sormak istiyorum. Günümüzde dijital dönüşümün müziğin sadece yeni ve görsel dünyayla algılanmasına götüren yolunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Gelinen aşamada sosyal medya sanatın birçok dalını olumlu veya olumsuz anlamda etkiledi. Sizce sosyal medyanın müziğe en olumlu ve olumsuz etkisi nedir?
Alp Murat Alper: Sosyal medyanın müzikteki etkisi tartışılmaz. Olumlu, olumsuz tarafları var. Benim gibi reklam faktörünü kullanamayan, kıyıda kalmış müzisyenler için sesimizi duyurma aracıdır, o anlamda iyi. Olumsuz tarafı da şu ki; kitleleri yönlendirmede kullanılan bir araç oldu. İnsanlar dinledikleri müzikleri seçtiklerini sanıyorlar. Oysa sunulanı tüketiyorlar, farkında değiller.
Dünyanın önemli kısmı dijital çağa ayak uydurdu, telif konularını falan büyük ölçüde düzeltti ama bizde hala yerine oturmadı. Başka bir çağ geldi, geliyor ve hızlı bir şekilde geliyor. Yadsımak yerine anlamaya çalışıyorum ama çok zor benim için. Yapay zekanın da müzik piyasasında kullanılmaya başlaması çok enteresan. Henüz o konuda konuşmam için erken bir vakit. Sadece şunu söyleyebilirim; kasetin, plağın, cd’nin olduğu devirler ne çabuk geçti? Ne ara dijital ortamlarda şarkılarımızı yayınlar olduk? Evlere girerdi kasetler, plaklar, cd’ler. Kartonetleri olurdu onların. Kimlerin emeği geçtiği yazardı, öğrenirdi insanlar. Onları kitaplar gibi imzalama şansımız da vardı. Oysa şimdi?
Çok teşekkür ediyorum bu söyleşi için. Umarım “kayıp” şarkımız insanlara ulaşır, bir yankı bulur. Selamlar, sevgiler tüm müzikseverlere…