Annemin anadili
Lokman Ergün 1 Kasım 2025

Annemin anadili

Kullandığımız her kavram hayattan ilham alır ama her zaman birebir hayatı yansıtmayabilir. O kavramın hayatınıza değdiği yerlerde ararsınız gerçekliği. O zaman ete kemiğe bürünür, anlam kazanır, algılamanız bütünlüklü bir hal alır.

Anne; hayatınızdaki ilk dokunuştur, göğsünde kendinizi güvende hissettiğiniz ilk sıcaklık. Kalbiniz, onun kalp atımıyla senkronize olur, kulağınıza akseden ilk tınıdır. İçerisine doğduğunuz dünyada, tanıdık gelen tek ses, annenizin sesidir. Yabancılığınız, huzursuzluğunuz, korkunuz o sesle hafifler, öyle bütünleşirsiniz evrenle. Duyduğunuz ses, kulağınıza gelen titreşim, taklit etmeye çalıştığınız, sonra yavaş yavaş anlamaya ve anlatmaya başladığınız kelimeler aslında annenizdir.

Çocukluğun sınırsız coğrafyasında, annenin kucağından evrenin boşluğuna o kelimelerle geçersin. O kelimelerle örersin kendi duvarlarını, o kelimelerle yeşerir bahçen. Dizinin kanaması da başının okşanması da annenin dilinden süzülen bir kelimeyle kodlanır belleğine. Sonrasında, bir ömür her kanadığında kulağın o kelimeyle çınlar.

Ben annemle hayatım boyunca sadece Kürtçe konuştum. Ya da daha doğru kurayım cümleyi; annem benimle yalnızca kendi dilinde konuştu. Sokağın, televizyonun, okulun yani bir bütün olarak devletin sesi kulağımı ve bilincimi işgal etmeye başladıktan sonra bile, annem; bütün bu kuşatılmışlığın içinde yalıtılmış bir özerklikti. Yeni bir şey öğrenmiş olmanın şehvetiyle, herkesle bu yeni dili konuşmakta ısrar ettiğimde bile, annemle Türkçe konuşmaya utanırdım.

Annemle aramızda, evrende öncesi olmayan tek ilişkinin içerisine koyduğumuz her şeyin; sevginin, bağlılığın, kıskançlığın, özlemin, kavganın, hüznün, bu duyguların dekoruna yerleştirdiğimiz bütün nesnelerin, üzerine bastığımız topraktan, üstümüzde asılı duran gökyüzünün ötesindeki yıldızlara kadar her şeyin, hasılı sadece bizim bildiğimiz şifreleriyle yaşadığımız hayatın diliydi Kürtçe. Annemle konuşurken başka bir dile meyletmek, bütün bunlara ihanet etmek, unutmak, bu dünyanın dışına çıkmak gibi gelirdi bana, utanırdım.

Sonrasında, annemden sevginin dilini öğrendim. Fedakarlığın ve emeğin dilini, sadece kadında insancıl olan yiğitliğin dilini öğrendim. Hüznün ve acının dilini öğrendim, mezarsız ölüsüne ağıtlar yakarken. Ağlamanın Kürtçesini öğrendim, beyaz tülbenti gözyaşlarıyla ıslanırken. Tevekkülün ve sabrın dilini, yitirdiklerini özlerken.

Başkalarının gerçekliğini kendimiz deneyimlemediğimiz müddetçe tamamıyla anlamak zordur. Kulağınızın aşina olduğu o ilk tınıyla, annenizle konuştuğunuz dille sokağa çıktığınızda, okuldan, televizyondan, polisten, doktordan aynı tınıyı, aynı kelimeleri duymanın konforuyla ve ruh dinginliğiyle yaşıyorsanız, bunun olmadığı bir dünyayı hayal edemeyebilirsiniz. Anlamakta zorlanabilir, bunun birilerinin dünyalarında yarattığı eksikliği ve boşluğu ıskalayabilirsiniz.

Toplumsal refleksler ve bakış açıları, otoritenin kamuya dayattığı dille, eğitim sistemiyle şekillenir, amenna. Ancak, diğerkâm olmak, empati geliştirmek, ötekiyle hemhal olmak da insani hasletlerdir. Bin yıldır yan yana yaşadığın, iç içe geçtiğin bir halktan bu kadar bihaber olmak, acısına, eksiğine, arzusuna sağır olmak, varlığına bigâne kalmak, patolojik bir durumdur. Bütün bunlar yanı başında, hayatının içinde, burnunun dibindeyken, yokmuş gibi yaşamak, sağlıklı bir duruma delalet etmez.

Bu bir vicdanlara seslenme yazısı değil elbette. Annemle kurduğum o eşsiz dünyanın dili için kimseyle pazarlık da etmem. O dünyanın resmi ve gayriresmi tek dili vardır, o da annemin dilidir. Değil mi ki o ilk bana Kürtçe seslenmiş, Kürtçe sevmiş, Kürtçe kucaklamış, ortak hikâyemizi Kürtçe yazmış. Ona sesleneceğim son kelime de Kürtçe olacaktır.

 

 

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.