Apê Musa’nın Hikayesi; Kara Yara / Birîna Reş
Cegerxwîn Polat 23 Eylül 2024

Apê Musa’nın Hikayesi; Kara Yara / Birîna Reş


Türkiye’nin 55 yıllık girdisinin, çıktısının yeminli, canlı bir şahidiyim.

Hem yalnız şahidi mi? Değil!. Sanığıyım. Mahkûmuyum.

Musa Anter


Tarihin akışını değiştiren salgınlar olabilecek en trajik öykülerdendir. İlk akla geleni hiç şüphesiz “Kara Ölüm” olarak bilinen, 14.yüzyılda Avrupa’yı kasıp kavuran ve küresel nüfusta 75-200 milyon insanın öldüğü tahmin edilen Veba salgınıdır. Kara ölüm isimlendirmesi, sadece kan ve iltihapla dolu koyu renkli şişliklerin hastalığın karakteristiği olması değil aynı zamanda yarattığı karanlık ve sessizliktendir. Benzer bir karanlık Kürtlerin kaderine de çalınmıştır. Dönemin sosyal ve siyasal gelişmelerini bağrında taşıyan olay 1955 yılında Demokrat Parti döneminde gerçekleşmektedir.

ABD, Marshall Planı kapsamında Türkiye’ye, buğdaya zarar veren bir mantara karşı kullanılmak üzere ‘heksaklorobenzen’ isimli ilacın karıştırıldığı (zehirli) buğdayı hibe olarak verir. Menderes hükümeti, gelen ilaçlanmış zehirli buğdayı öncelikli olarak Diyarbakır, Urfa ve Mardin’e gönderir. Dağıtımı yapılan buğday bazı tüccarlar tarafından köylüye ucuz fiyata satılır. Buğday ekim mevsimine uzun süre vardır. Yoksulluktan kırılan halk buğdayları kullanır. Urfa, Diyarbakır ve Mardin, Elazığ, Bitlis, Dersim, Siirt ve Muş yörelerine gönderilen buğdaylardan ekmekler pişirilir ve yenir. Bir süre sonra nedeni bilinmeyen hastalık ve bebek ölümleri ortaya çıkar. Etkilenen çocukların deri renkleri koyulaşmış, yüzleri kıllarla kaplanmış ve idrar renkleri siyahlaşmıştır. 1960’a gelindiğinde bazı kaynaklara göre yaklaşık 3000 çocuk zehirli buğdayın yol açtığı “porfiri” hastalığı nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere resmi yetkililer olayı önemsiz göstermek için yıllar boyu çabalamıştır. Başta salgın olduğu düşünülen hastalığın, zehirlenme olduğu anlaşılmış ve halk arasında “Birîna Reş-Kara Yara” ile anılmıştır. Kürtler sahipsizlik, ölüm, yokluk, yoksulluk kıskacındayken bu olayı tarihe not eden ise Musa Anter (Apê Musa) olmuştur.

Musa Anter, İleri Yurd gazetesinde bu olayı sık sık yazdıkça dönemin Sağlık Bakanlığı da düzenlediği sahte raporlarla bu yazılara cevap verir. Anter İleri Yurd’ta, “Bu ara Diyarbekir havalisinde bir gezinti yapmış; Çüngüş, Dicle, Hazro, Lice, Hilvan, Çınar ve Bismil’i gezmiştim. Bu ilçelerde çoğu doktorsuz olan sağlık ocaklarına uğradım. Buralarda ‘maymun’ yavrularına dönüşmüş, yüzlerce yara bere içinde çocuk gördüm. Çocukların tüm yüzleri kara kara ve bir karış boyunda kıllarla kaplıydı. Yüzleri ve vücutları, çeşitli yerlerinden parça parça etler dökülmüş, iyileşmez yaralarla doluydu. Çocukların büyük bir kısmı ölüyordu” şeklinde yazar. Olayın duyurulması ve gündemde kalmasında önemli bir rol oynar. Uzun süre olayın etkisinden kurtulamayan Musa Anter, “49’lar Olayı” diye bilinen davadan dolayı 1959’da İstanbul Harbiye’sinde 38 No’lu hücrede tutuklu iken, ‘Birîna Reş’ (Kara Yara) adlı 4 perdelik oyunu da Kürtçe olarak yazar. 1965 yılında yayınlanan kitabın önsözünde şöyle der Anter, “Vak’anın mühim bir kısmı, kendi hayat hikâyemdir. Doğu’da Kara Yaralar çoktur. Örneğin: Trahom, verem, cüzam ve bütün bu hastalıkların anası olan fakirlik ve cehalet gibi. Bu piyesin konusu olan ‘Kara Yara’ hastalığı ve diğer ‘Kara Yara’lar hakkındaki fikir ve müşahadelerimi, piyeste bulacaksınız.”

Apê Musa, 1938’den sonra sessizliğe bürünen Kürt aydınlarının 1950’lerde öncüllerinden olmuştur. Bu dönem, İkinci Meşrutiyet’te (1908-1918) yetişmiş ve siyasallaşmış, çoğunluğu 1921-1938 yılları arasındaki başkaldırılar döneminde idam edilmiş, ülkeden kaçmak zorunda kalmış ya da sürgüne gönderilmiş olan Kürt Entelijansiyasının yeniden doğuşudur. 20 yıllık sessizlikten sonra, Osmanlı son döneminde Bedirxan’lar tarafından başlatılan gazetecilik geleneği gömüldüğü mezardan çıkmıştır.

Musa Anter, tarihi net bilinmemekle beraber resmi kayıtlara göre 1920’de Nusaybin’in  Zivinge köyünde doğmuştur. Annesi okumasını çok istemiş, ilk ve ortaokulu Mardin’de okuduktan sonra lise için Adana’ya gitmiştir. Lise hayatında yaşadıkları ve kısa mahkumiyeti ile Kürt meselesinde tanıklık ettiği aşamalar hızla kaderini örmüştür. Üniversite eğitimine İstanbul Hukuk Fakültesi’nde devam eden Anter, 1940 yılında Mustafa Remzi Bucak tarafından kurulan ve Kürt aydın nüvesinin oluşumunda önemli bir rolü olduğu düşünülen, aralarında Yusuf Azizoğlu, Mustafa Ekinci, Faik Bucak, Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Ali Karahan, Edip Karahan, Ziya Şerefhanoğlu, Edip Altınakar, Necat Cemiloğlu, Enver Aytekin gibi isimlerin olduğu Dicle Talebe Yurdu’nda kalmıştır. Anter’in politik olgunlaşması için önemli bir aşama olarak görülecek Dicle Talebe Yurdu, Devrimci Doğu Kültür Ocakları’na (1969) uzanan bir dizi politik aktörün ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Hukuk Fakültesini son sınıfta bırakıp Diyarbakır’a gelen Anter, çalıştığı işler dışında aydın, entelektüel kimliğini gazetecilik çevresinde inşa edecektir. Hiciv içeren dili Kürt coğrafyasının sorunları ve içindeki yara ile demlenir. 1959’da İleri Yurd gazetesinde yayınladığı Kürtçe Qimil (Kımıl) şiiri ise Kürt meselesi ve devlet nezdinde algısı için bir kırılma noktası halini alacaktır.

Kürtçe olması kadar yazının son cümlesi de Anter’in Ankara Emniyeti ile karşı karşıya gelmesine sebep olur. Şiirde Siverekli bir kadın, “Kımıl” zararlısı tarafından samana döndürülmüş bir torba buğdayı çerçiye götürüyor, çerçi buğdayın işe yaramadığını görünce, buğdaya karşılık mal veremeyeceğini söylüyor. Kadın, üzüntüsünü bir türküyle dile getiriyordu: “Bi çîya ketim lo apo, çîya melûlbûn rebeno/ Ceh seridî lo apo, genim hûrbûn êvdalo/ Qimil hatî lo apo, bi refa ye rebeno/Xwar genimî lo apo, hiştî qâye rebeno” (“Dağa tırmandım amca, zavallı dağ mahzunlaştı/Arpa olgunlaştı amca, buğday un ufak oldu biçare/Kımıl geldi amca, kafile halen de zavallı/Buğdayı yedi, geride samanı bıraktı zavallı…”)  Anter, yazısının sonunda şiirin kahramanı kadına şöyle seslenir: Üzülme bacım! Seni kımıl, süne ve sömürenlerin zararından kurtaracak kardeşlerin yetişiyor artık.Durum Ankara’nın canını o kadar sıkmıştır ki, Celal Bayar Diyarbakır Valisi’ne telefon açıp, Musa Anter”in “kafasının ezilmesi”ni ister. Kopan yaygara ve kışkırtmalarla Musa Anter’e destek veren 50 kişi gözaltına alınır. Gözaltına alınanlardan Mehmet Emin Batu mide kanamasından ölünce geriye 49 kişi kalır ve dava bu sayıyla anılır. İdamla yargılanan sanıklar, 14 ay tutuklu kaldıktan sonra mahkeye çıkarılmayı beklerlerken 27 Mayıs Darbesi gerçekleşir. Nihayet 3 Ocak 1961 tarihinde mahkeme başlar ve uzun süren yargılamalar sonrası beraat, mahkumiyet ve sürgün kararları verilir. Bir şiir, devletin refleksini tetiklemiş, korkularını uyandırmıştır. Türkiye’deki siyasi ortamın ve DP’ye karşı artan muhalefetin, Irak’ta yaşanan gelişmelerin kurbanı seçilmişlerdir. Musa Anter ise 60’lı yılların ortasında Kürtlerin Amcası olmuştur.

Anter, yargılama süreçleri sonrası bazı 49’lu arkadaşlarıyla beraber Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde siyaset yapmaya başlar. Sosyalizm düşüncesini gelişmecilik ve kalkınmacılık olarak görür. Daha sonraki dönemlerde ise, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı siyasi bir yöntem olarak benimser. 1960’ların sonlarında Anter’in de içinde olduğu Kürt sosyalistlerinin ağırlıklı söylemi, Doğu’nun bilinçli bir politikayla Kürt olmasından dolayı geri bırakılması ve sömürülmesi olarak özetlenebilir. Barışçıl bir dili olan Anter, 1971 sonrası Kürt meselesinin çözümünde ayrışan yapılarda taraf olmamış ve sessiz bir döneme girmiştir. 1974’teki afla dışarı çıktıktan sonra köyüne yerleşir. 1980 darbesi olurken tutuklanır ve çok sürmeden serbest bırakılır.

Apê Musa, 1980 sonrası dönemde “Kürt bilge” kimliğini, gazetecilik deneyimini ve barış dilini; yaşanan acılar, köy yakmalar ve boşaltmalar, baskılarla yeniden örmüştür. Güncel siyaset üzerine sıkça yazmış, kurumsal faaliyetlerin oluşması ve gelişmesinde rol almıştır. Yeni Ülke, Özgür Gündem gazetelerinde yazan Anter, 20 Eylül 1992’de JİTEM tetikçileri tarafından sol bacağına iki, kalbine ve kafasına isabet eden birer kurşunla öldürülmüştür. Faili meçhuller döneminin, 90’ların faili belli simgesi haline gelmiştir. Apê Musa öldürülmeden önce sokak infazları, Hızbul-kontra suikastları başlamıştır. Öldürüldükten sonra da binlerce insana kıyılmıştır… Apê Musa’nın dediği gibi…Ey Xûdê, êdi bese lo!

Apê Musa’nın yıllarca sürgünde kalan ve döndükten sonra köyde onun evinde yaşayan oğlu Anter Anter,20 Eylül 2024 günü, babasının anma etkinliğine hazırlanırken vefat etti. Vasiyeti üzerine köyde babasının ilk mezarına defnedildi. Birçok insanın trajedi olarak tanımlayacağı bu ölüm, kızkardeşi tarafından babasıyla olan sevgi bağının gücüne yorumlandı…

20 Eylül günü kaybedilen Ruhi Su, İbrahim Ayhan ve daha nicelerinin anısına saygıyla…

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.