Aradan tam 30 yıl geçti: Fehmi Tosun nerede?

Babası Fehmi Tosun kaybedildiğinde 12 yaşında olan Besna Tosun, aradan geçen 30 yıla rağmen ‘Fehmi Tosun nerede?’ diye sormaya devam ediyor.

Aradan tam 30 yıl geçti: Fehmi Tosun nerede?
  • Yayınlanma: 21 Ekim 2025 19:00
  • Güncellenme: 21 Ekim 2025 20:06

19 Ekim 1995 tarihinde bundan tam 30 yıl önce Fehmi Tosun evinin önünden Beyaz Toros ile kaçırıldı. Eşi Hanım, çocukları Jiyan ve Besna onu aramaktan, akıbetini sormaktan bir an olsun geri durmadılar.

Bütün hukuki yollar kapandı, dosya zaman aşımına uğradı. Ancak şimdi genç bir kadın olan Besna, o güne, o ana tanık olan 12 yaşındaki kız çocuğuna hiç vazgeçmediği için teşekkür ediyor ve ‘Fehmi Tosun nerede?’ demeye devam ediyor.

Besna kimdir? Tabii ben seni tanıyorum ama yine de sormak isterim, Besna kimdir?

-Kendimi insan hakları savunucusu olarak tanımıyorum ama ‘nasıl insan hakları savunucusu oldum?’ bir de öncesi var. Yani beni insan hakları savunucusu yapan şey babam tabii ki. 1995’te gözaltında kaybedilen Fehmi Tosun’un kızıyım. Babam kaybedildiğinde 12 yaşındaydım ve babamın kaybedilmesinin tanığıyım. Yani insanlık suçunun tanığıyım aynı zamanda. Bu tanıklık da bir mücadele azmine dönüştü Cumartesi Anneleriyle beraber. Bu mücadele azmi de bugün beni insan hakları savunucusu yaptı diyebilirim.

Aslında bunu sık sık dile getiriyorsun birçokları biliyor ama yeniden sormak isterim, nasıl bir tanıklıktı? Şimdi üzerinden tam 30 yıl geçti ama bunu da anlatabilir misin?

-Babam Fehmi Tosun, Kürt kimliğiyle bilinen Kürt siyasetçilerden biriydi ve 90’lı yıllarda yaşadığımız yerde Diyarbakır’da, Lice’de çok yoğun baskılar gördü. Koruculuk da yapmasıyla karşı karşıya kaldı.

Babam da buna karşı direnen, hem kendi halkına karşı silahlanmayı kabul etmeyen, aynı zamanda doğduğu, büyüdüğü ve var olduğu, köklerin olduğu toprakları terk etmeyi reddeden bir Kürttü. ve bunun için çok yoğun baskılar gördü. Defalarca gözaltına alındı, işkenceye maruz kaldı. En son gözaltına alındığında da iki hafta yoğun işkencede kaldı ve bu işkenceden sonra da 4 yıl ceza aldı ve 4 yıl cezaevinde kaldı.

Diyarbakır Cezaevinde kaldı 90’lı yıllarda. O cezaevindeyken Lice katliamını yaşadık. Dolayısıyla cezaevinden çıktıktan sonra, dönebileceği bir evimiz, bir köyümüz de kalmadı.

Lice katliamı ile eş zamanlı olarak, hem Lice merkezi hem de Lice’nin köyleri basıldı ve evler yakıldı. İnsanlar katledildi. Katledilenlerden biri de annemin babasıydı, dedemdi. Dolayısıyla babam dört yıl sonra çıktığında her şey çok daha kötüydü ve dönecek evi, yeri, köyü de yoktu. Yaşam alanımız kalmamıştı yani, köklerimizin olduğu yerde. O yüzden İstanbul’a göç ettik.

İstanbul’a geldik ve bir yıla yakın beraber yaşadık babamla. Yeni bir hayat kurmaya çalıştık. O süreç içinde babam yine mücadelesine devam etti. Tabii tehditler aldığını biliyorduk. Sonuçta, 19 Ekim 1995’te de evimizin önünden sivil polis tarafından Beyaz Toros ile kaçırıldı.

Babamı kaçıran kişileri ilk ben ve kuzenim gördük. Eve geldiğimizde evimizin önündeki bir Beyaz Toros’un önünde 4 kişi duruyordu. Yaklaştığımızda onlardan birinin babam olduğunu gördük. Babam çok politik biriydi ve bizim evimiz hiç boş kalmazdı.

Hem onu sevenler çoktu hem arkadaşları çoktu. O yüzden bizim gelen gidenimiz çok olduğu için de onları gördüğümüzde hiç yadırgamamıştık. ‘Aaa misafirimiz var’ diye sevinmiştim hatta. Çok severdim babamı da babamın arkadaşlarını da…

O yüzden çok mutlu oldum. Yaklaştığımda ama tanıyamadım oradaki kişileri. Sonra birisi bizim geldiğimizi görünce babamın koluna girip babamı bahçeye indirdi. Bahçe karanlık ışıklandırması olmayan bir bahçeydi. Bir kişi de aracın önünde duruyordu ve bahçe tarafındaki kapılarını açık tutmuştu. Bugün anlayabiliyoruz işte ne olduğunu.

Çocuktuk 11-12 yaşlarında. Bunların ne anlama geldiğini tabii ki bilecek yaşta değildik. İşte orada oyalanıyordu ve bize baktı, birbirimize baktık. Sonra eve çıkıp anneme haber verdim.

‘Babam 4 kişiyle beraber bahçede’ dediğimde annem çok panikledi. Koşarak bahçe tarafındaki pencereye çıktı, bana baktı, babamı göremedi tekrar panikle balkona koştu ve balkona çıktığında 2 kişinin babamı zorla arabaya bindirmeye çalıştığını görüyor. Aynı anda babam da kafasını kaldırıp bir gören var mı diye balkona bakıyor. Annemi gördüğünde de bağırıyor beni götürüp öldürecekler diye.

Onun bağırmasıyla annem de bağırdı, ikisinin sesi birbirine karıştı ve ikimiz aşağı koştuk. O arada babam direndi aracı binmemek için ama tam indiğimiz anda aracın kapıları dahi kapanmadan basıp gitti Beyaz Toros. Tabii orada bir kargaşa oldu. Biz müdahale edemedik, abim arabanın kapısını falan tuttu ama çocuktuk 11-12 yaşında ve en küçüğümüz 5 yaşındaydı. 5 tane çocuk çığlık çığlığa bağırıyoruz.
Herkes cama çıktı, aşağı indi. Bütün sokaktaki komşularımız, mahalledeki herkes gördü. Tabii ki hiç kimse müdahale etmedi, hiç kimse ses çıkarmadı.

Neden müdahale edemediler sence?

-Ya bugün de olsa toplum müdahale etmez. Neden müdahale etmediğini aslında ertesi gün anladık. Çünkü Kürt bir aileydik. Diyarbakır’dan yeni gelmiştik. Kürt olduğumuzu herkes biliyordu. Bugün nasıl Suriyelilerden, mültecilerden nefret ediyorlarsa, o gün 10 katı fazla belki de Kürtlerden nefret ediyorlardı. O yüzden zaten o ötekileştirmeyi yaşıyorduk. Kürt olduğumuzu herkes biliyordu. O yüzden hiç kimse sesini çıkarmadı.

Ertesi gün alt komşumuz, her gün gördüğümüz, konuştuğumuz, evlerine gidip geldiğimiz alt komşumuz, herhalde hayatım boyunca unutamayacağım bir şeyi söyledi. Koca koca adam yani babamla yaşıt ve ben 12 yaşındayım. Birisi bir şey dedi hatırlamıyorum öncesini, sadece şu yorum aklımda kaldı: ‘Kaçıranlar kim?’ diye sordu. Ben de polis dedim. ‘Kim bilir baban ne yaptı da polis kaçırmıştır?’ dedi.

Böyle bakıyordu toplum. Kürt ve polis kaçırdı. Sivil olsun, resmi polis olsun fark eden bir şey yoktu. Kürt hak etmiştir onu. Mutlaka Kürt bir şey yapmıştır. Kürt öldürülmeyi de hak ediyor. Kaybedilmeyi de, katledilmeyi de hak ediyor yani. Ona reva görülüyor. Kimse müdahale etmiyor. Bugün de olsa bugün de çok farklı bir şey olacağını düşünmüyorum.

Öfkeli misin onlara?

-Değilim. Öfkeli değilim. Bu biraz herhalde bana iyi geliyor artık. Kimseden nefret etmemek. O nefret duygusunun olmaması. İyi geliyor bana.

Peki o insanlarla daha sonra uzun yıllar beraber yaşamak zorunda kaldın mı aynı yerde?

-Hayır, taşınmadık. 99 depremine kadar aynı yerde yaşadık. Yaşadık yani bilmiyorum. Bugün yaşayabilir miydim çok emin değilim ama çocuk yaşta çok farkına varmıyor insan sonradan tanımlıyor ya bunu. Kimsenin bizimle oynamaması. Mesela düşünüp o günlere bakıyorum arkadaşlık ettiğim sokakta oynadığım çocukların hepsi bizim bir şekilde akrabalarımız dostlarımız yani Kürt olan çocuklardı. Benim hiç Türk arkadaşım olmamış aslında. O günlere baktığımda bir arkadaşım vardı sadece. Türk olduğunu söyleyen ama onun da sonradan Kürt olduğunu öğrendim, Dersimli olduğunu öğrendiğim bir arkadaşım vardı, bana sahip çıkan, koruyup kollayan.

Bu 30 yıl nasıl geçti? Dava süreci bir şekilde kapatıldı. Zaman aşımına uğradı. Bundan sonra ne yapılabilir?

– Babamın dosyasının da diğer bütün kayıp dosyaları ile aynı aslında akıbeti. Soruşturma aşamasında zaman aşımı gerekçesiyle neredeyse dosyaların tamamı kapatıldı. Yani davaya dönüşebilen çok az sayıda kayıp dosyalar. Davaya dönüşenlerin de tamamı beraat ile sonuçlandı. Yani davaya dönüşmüş olması da bir şey değiştirmedi.

Kimileri cezasızlıkla korunuyor, kimisi işte beraat kararlarıyla ödüllendiriliyor. Dolayısıyla hepsinin akıbeti aynı aslında. Babamın dosyasında da iç hukuktan sonuç alamadık, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) taşıdık. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde davamız 2003 yılında sonuçlandı. AKP döneminde sonuçlandı ve AKP AİHM’e yaptığı savunma da aslında babamın gözaltına kaybedildiğini kabul etti. ‘Hükümetimiz Fehmi Tosun’un gözaltına kaybedilmesinden dolayı üzgündür ‘dedi ve etkili soruşturma yapmayı taahhüt eden sözleşmeyi imzaladı.

Ama üzerinden bu kadar zaman geçti. Bırakın etkili soruşturma yapmayı. Burada iç hukukta hiçbir sonuç alınmadan, tek bir somut adım dahi atılmadan, zaman aşım gerekçesiyle kapatıldı. Zaman aşımına itirazımız reddedildi. AYM’ye başvurduk, AYM’den de sonuç alamadık. Yani şöyle diyebiliriz önümüzdeki bütün hukuk yolları kapatılmış durumda ne yazık ki.

Babamın kaçırılması olayına karışan aracın plakasını yıllar sonra biz dosyada var ve soruşturuldu zannediyorduk. Ama aslında sözlü olarak yani anneme ilk başvurduğunda karakoldaki polisler bir iki telefon görüşmesi yapıp anneme ‘Bu aracın plakası sahte. Sen de işte uğraşma, evine git çocuklara bak’ gibi bir şey söylemişlerdi.

Biz dosyaya baktığımızda aslında plaka ile ilgili hiçbir şey yapılmadığını gördük ve avukatımızla beraber tekrar bir başvuru yaptık. İçişleri Bakanlığı’na aracın kime ait olduğunun tespit edilmesini istedik. Ben açıkçası sahte bir plaka olduğu cevabı beklerken İçişleri Bakanlığı bize ‘Özel yaşamın gizliliği gerekçesiyle aracın kime ait olduğu bilgisini veremiyoruz’ dedi.

Yani yaşam hakkının ihlal edildiği bir dönemde, bir kişinin gözaltında kaybedildiği bir dönemde. Yani aracın insanlığa karşı bir suça karışmış bir delil olduğu yerde özel yaşamın gizliliği gerekçesiyle bize bilgi verilmedi. Ve hala da bilmiyoruz.  ‘Aracın kime ait olduğu devletin arşivlerinde gizli ve biz size bilgi veremiyoruz’ dedi İçişleri Bakanlığı.

Meclis’teki çözüm komisyonuna gittiğimizde de aracın plakasını söyledim ve ’30 yıldır o Beyaz Torosun peşinde koşuyoruz’ dedim. Oradaki herkes çok etkilendi ama iyi de bu bilgi arşivde var, bu bilgi bende değil sizde.

Bununla ilgili peki yok mu bir gelişme? Çünkü ciddi bir delilden bahsediyorsun aslında. Bu delilin de dikkate alınarak sürecin yeniden şekillenmesine ilişkin bir umudun var mı?

– Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığına başvurduk ama ondan da bir cevap alamadık. Orada da, aracın plakasını tekrar verdik ve bu plakanın soruşturulmasını istedik, tespit edilmesini istedik. Oradan da bir sonuç alamadık.

Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Hukuki olarak bir yol kalmadığı görünüyor ama mesele sadece o değil hani kalmasa da biz elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Bu suçu görünür kılmaya devam edeceğiz.

Yani hani ‘tamam bitti yol, evimde oturayım’ diyebileceğim bir şey değil. Bir insanlık suçundan bahsediyoruz. Ve bunu tanığı olan birinin, vicdan sahibi bir bireyin böyle bir şeyi görmezden gelmesi, susması ve hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam etmesi mümkün değil. Ben böyle bir şeyi kabul etmiyorum. Bu suçun ortağı olmayı kabul etmiyorum.

Çünkü hep şunu söylüyorum, işlenmiş bir suçu, fili olarak suça iştirak etmeseniz de, insanlığa karşı işlenmiş bir suçu görmezden gelmek üzerini örtmek, cezasız bırakmak da sizi suçun ortağı yapıyor. Bu suçun tanığı olarak susmak da beni bu suçun ortağın yapar. O yüzden ben susmayı reddediyorum. Elimden ne gelirse 30 yıldır yaptığım gibi yapmaya devam edeceğim. Bildiğim şey bu işte, sokaklarda insanları hatırlatmak.

Beyaz Torosların tişörtlere basılıp satıldığı ortaya çıktı ve kamuoyunda büyük tepkiyle karşılandı. Sen de sosyal medyada tepkini göstermiştin aslında bu duruma. Ne oldu ondan sonra? Sana yönelik tehditlere ilişkin sence, ‘bu bir nefret suçudur’ denilerek bir cezai işlem başlatıldı mı bunu yapanlara karşı? Senin de vatandaş olarak haklarını korumak için?

Tişörtlere basılıp satıldığına ilişkin haberler dolaşıma girdiğinde ben de bununla ilgili babamın gözaltında Beyaz Toros’la kaçırıldığını söyleyen bir tvit attım. Ve bunun için yüzlerce yorum, yüzlerce mesaj aldım. Tehdit içerikli, silahların olduğu, Beyaz Toros resimlerinin olduğu, sarı torba fotoğrafları, ölü beden fotoğrafları yolladılar bana.

Sadece söylediğim şey benim babam bir Beyaz Toros ile kaçırıldı. Bunu övmek, bir tişörte basmak, suç ve suçluyu övmektir. Bu suçtur. Bu suç yani insanlık suçunun sembolü bu araç.

Daha sonra bir twit daha attım ‘bununla ilgili bir işlem yapılıyor mu?’ diye. Tabii ki yapılmadı. Ben kendim o yorumların, mesajların, ekran resimlerini alıp, ki şöyle mesajlar da vardı, ‘seni de kaybederiz, sana da aynısını yaparlar. Seni de bir gün Beyaz bir Toros ile alırız’ gibi yorumlar da vardı, suç duyurusunda bulundum. Bir sonuç çıkacak mı bilmiyorum ama ben görevimi yaptım. Buna karşı tabii ki susmayacağım, görmezden gelmeyeceğim. Bir sonuç çıkar mı çıkmaz mı bilmiyorum.

Bugün genç bir kadın olan Besna, o gün 12 yaşında olan bir çocuğa ne söylerdi? Ne söylemek isterdin ona?

-Susmadığı için herhalde teşekkür ederim. Hiç vaz geçmediği için. O küçük kız babasına aşık bir çocuktu, hala öyleyim. Vazgeçmediğim, hep yürüdüğüm için teşekkür ederdim.