Başta söylemek gerekir ki; kimi sıkıntılara rağmen hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun duyarlı insanların sürece desteğinin olması kayda değerdir.
Buna karşın, barış adına uygun bir iklim oluşmasına rağmen kimi kesimlerde toplasanız birkaç cümleyi geçmeyen hamasi ezberler, komplo teorileri ve alabildiğine hoyrat bir düşmanlık dili devam ediyor.
İnsana en çok rahatsız eden durum da barışa dair bu tavır alışa az da olsa kimi ‘aydın’ sıfatlı kimselerin de dahil olması. Bu durumlar aydın kavramını zedeleyen tutumlardır.
Oysa aydın misyonu, birçok alanda olduğu gibi barışa dair sorumluluğu tarihsel olarak da çok nettir.
***
Kimi sözlükler, ‘aydın’ kavramını ‘öğrenimi bilgisi ve görgüsü olan kimse’ diye tanımlıyor. Ancak böyle bir tanım yetersiz. Zaten değişik toplum kesimlerinin değer ölçülerine uygun bir aydın tanımı saptamak oldukça güçtür. Böyle olmakla birlikte aydın için ortak birtakım nitelikler saptamak mümkündür.
Aydınlık bilincine ermiş, okuyan, araştıran, kafa yoran, günün olaylarına ve geçmişe geniş bir perspektifte bakabilen, gelecek için ve yeni insansal değerler üreten ve doğrularını hayata geçirebilme sorumluluğu taşıyan bir kimlik aydın kavramı için ortak bir payda oluşturabilir belki. Böyle bir yaklaşımda salt zihinsel etkinlik göstermek, bir diploma ve konum sahibi olmak elbette aydın kimliği için yeterli değildir. Sorun iyiyi kötüden, doğruyu eğriden ayırt edebilme ve bunu hayatın her alanında sürdürme titizliği ve sorumluluğu gösterme sorunudur. Herkes için olması gerektiği gibi ;aydın için de iyi ya da doğru mutlak birer kavram değil görecelidir.
Aydını toplumun genelinden ayıran asıl özellik inandığı doğruyu söyleme,söyleyebilme etiğidir. Kitlelerin suskunluğa itildiği dönemlerde bile sesini yükseltebilme sorumluluğudur. Böyle bir sorumluluk aydına bir işbölümü gereği verilmiş değildir. O bildiklerinden dolayı kendini hayatın her alanına dair sorumlu hisseden, kendini sorumlu gördüğü insanlarca anlaşılmama pahasına, doğrularını söylemekten geri durmayan ve bu doğruları hayata geçirebilmek için mücadele eden bir kimliktir.
***
Üstün bilgi ve yetenek sahibi olduğu halde, çağının ve insanının sorunlarından kaçan sorumsuz bir yapıya karşılık gerçek aydın, yeryüzünde işlenen her kötülük, ona dokunuyormuşçasına evrensel sorumluluk duygusuyla davranan, kendi iyilik ve doğrularının her şeyden önce perspektif, aydının birey oluşu, bireyin gelişmesinin de toplumsal bağlar içinde var olmasıyla ilintilidir.
Aydınlar bir sınıf oluşturmazlar, toplumsal bir kesim olarak; bilim, sanat, eğitim, sağlık gibi alanlarda yoğunlaşmışlardır. Ancak sistem içinde edindikleri yerler, buna bağlı olarak yaşam koşulları değişkenlikler gösterir. Bu gerçeklik onların dünya görüşlerine ve tavırlarına da yansır. Ancak aydını ille de bir kampın insanı olarak düşünmemek gerekir.
Ona daha geniş bir perspektif gerekir.
J. Rena göre: Aydın kişi ne kendi diline aittir ne de uyruğuna. O özgür ve etik sahibi olduğu için yalnız kendine aittir.Bu kendine aitlik, elbette aydının içsel özgürlüğü anlamındadır ve onun toplumsallığına ayak bağı oluşturmaz, halkla kucaklaşmasını engellemez. Gramsci: ‘Aydın, halkın tutkularını anlamazsa, onunla arasında duygusal bir bağ kurmazsa, halkla arasında bir mesafe olursa aydın değildir. Böyle olmayınca halkla aydınlar arasındaki ilişkiler, bürokratik, katı ilişkiler olacaktır. Böylece aydınlar bir kast kuracaklar ve halktan kopacaklardır’ diyor.
Hangi sebepten olursa olsun aydın kimliği ve doğası gereği,her türden baskı ve sömürüye ve şiddete karşı tavrını esirgemeyen, özgürlük kavramına sevdalı,barış içinde bir dünya özlemiyle vardır. İnsanı insan kılan değerlerin başında vicdan geliyorsa, vicdan safında barıştan yana olmak en çok da aydının sorumluluğudur.