Bayramların tadı kaçtı
Ahmet Faruk Ünsal 1 Nisan 2025

Bayramların tadı kaçtı

İsrail’in Gazze’de ve Lübnan’da ateşkesi bozup “nerede kalmıştık” dercesine yüzlerce insanı katletmeye başladığı ve Suriye’de elini kolunu sallayarak istediği hedefi yok edip istediği yere kalıcı asker indirdiği vasatta geldi bu senenin Ramazan Bayramı.

Bayramlıklarını birbirlerine gösterme heyecanıyla giyinen çocuklar, oyun alanlarına değil, sahipsiz, çaresiz ve umutsuz ebeveynlerinin kucaklarında kanlar içinde kabirlerine taşındılar.

Tedarik ettiği gelişmiş silahlarla ve BM zemininde sağladığı ölümüne destekle İsrail’in fedailiğini yapan Trump, sadece Filistin-Lübnan-Suriye coğrafyasında işlenen insanlığa karşı suçların faili değil aynı zamanda İngiltere’yi yedeğine alıp, yıllardır diz çökertemediği Yemen’e karşı başlattığı bombardıman kampanyasıyla da suç sahasını genişletme peşinde. Gazze soykırımı nedeniyle Dünya ticaretinin ana tedarik arterlerinden olan Kızıldeniz’in kapısı Bab el Mendeb’i kapatan yalınayaklıların dayanışmacı direnişi, pazarın ihtiyaç duyduğu nihai ürün fiyatlarını ve teslim sürelerini olumsuz etkilerken, kârı en kutsal değer olarak gören kapitalist metropolleri el’an soykırım destekçiliğinden alıkoymuş görünmüyor. Panama Kanalı’na abanan ve şimdilik Panama’nın Çin ile imzaladığı Kuşak ve Yol Girişimi’nden çekilmesinin sağlayarak istediği sonucu kısmen de olsa alan ABD, İngiltere’yi yedeğine alıp Gazze soykırımına desteğini kesmeyerek Kızıldeniz hattını güvenli tutmayı başarabilecek mi?

Bölgenin tek nükleer silah sahibi olan kolonisi İsrail’e ses çıkarmayan Trump, İran’ı kendi istediği koşullarda anlaşmaya zorlamakta ve anlaşmaması halinde askeri müdahaleyle tehdit etmenin yanı sıra İranla ticari ilişkilerini sürdüren üçüncü ülkelere de ek gümrük tarifesi uygulamakla tehdit ediyor.

Sadece Ortadoğu’yu tehdit etmekle kalmayıp Ukrayna’yı da nadir toprak elementlerini vermeye ikna eden(!) Trump, ateşkes konusunda ayak sürüyen Putin’i de, anlaşmayı imzalamaması halinde onunla ticaret yapan üçüncü ülkelerle birlikte ek gümrük tarifeleriyle tehdit ediyor.

Açıkça NATO anlaşmasının ruhuna karşı olmasına rağmen, NATO üyesi Kanada’nın kendisine ve NATO üyesi Danimarka’nın Grönland’ına talip olan Trump, bir taraftan Donbas ve Kırım meselesinde Ukrayna’ya karşı Rusya’yı kayıran tutumuyla, diğer taraftan da Avrupa’yı savunma harcamalarını artırmaya sevk ederek NATO limanının konforundan şüpheye düşürdü. Avrupa’ya kendi göbeğini kendi kesmenin önemini öğreten bu hoyratlık, Avrupa’da radikal sağın güçlenmesiyle sonuçlanarak tüm dünya için pahalı bir bedele dönüşme riski taşıyor.

Trump’ın Dünya üzerindeki bu kadar olumsuz etkilerinden bahsederken, 1947 Değişikliği’yle başkanlık dönemini 2 dönemle sınırlayan ABD Anayasası’nı değiştirip 3. kez seçime katılma imkanlarını zorladığı düşünülürse, önümüzdeki yılların Dünya barışı için umutlu olmayı gerektirecek kadar iyi geçeceğini ön görmek mümkün görünmüyor.

Suriye’ye gelince, 8 Aralık 2024’te değişen Baas rejimi yerine geçen HTŞ yönetimi, Türkiye’nin ağır ideolojik ve lojistik etkisi altında ilan ettiği Suriye Arap Cumhuriyeti eliyle bir yandan kendi Kuzeydoğusu ile normalleşemiyor diğer taraftan da uluslararası meşruiyet kaygısıyla İsrail’in saldırgan ve işgalci tutumuna karşı ses çıkaramıyor.

HTŞ, aynı zamanda selefi ve tekfirci kadrolarının intikamcı yönelimlerini ya teşvik ederek ya da engel olmayarak “Direniş Hattı”nın en büyük personel sağlayıcısı Alevi kitlelere dönük katliamları sürdürmenin yanı sıra Lübnan sınırında Hizbullah kadrolarıyla da çatışarak İsrail’in güvenliğiyle ilgili Batılı metropollerin kaygılarını yatıştırma peşinde. 13 Mart’ta ilan ettikleri geçici anayasa ile katliamdan geçirdikleri Alevi halkının yanına seküler sünni Arapların, Dürzilerin ve Kürtlerin de güvensizliğini ekleyerek Suriye’nin bütünlüğünü doğrudan tehdit ediyor.

Son ilan edilen geçici Suriye hükumetinde bireysel olarak yer alan birer Kürt, Dürzi, Alevi ve Hıristiyan bakanın mevcudiyeti, siyasal temsilden ziyade kozmetik işlev görecekleri inancıyla Kürt ve Dürzi halkı tarafından hükumetin meşruiyetine karine kabul edilmedi ve hükumet gayrı meşru ilan edildi. Yanı sıra, PYD ve ENKS ile temsil edilen ve aralarındaki ihtilafı çözen iki ana akım Kürt siyaseti, adem-i merkeziyetçi taleplerini ortaklaştırarak hem Kürt cephesinde konsolidasyonu tamamladı hem de Dürzilerin de benzer taleplerini tahkim etmiş oldu. Alevilerin ise seslerini duyuracak ne mecali ne de siyasal imkanları var. Hıristiyanlara gelince, Batılı başkentlerin meşruiyet sağlayıcı imtiyazlı ortağı olarak, hükumetin en memnun kesim gibi duruyorlar.

HTŞ’nin bu siyasal yöneliminin ardında, Kürt fobisiyle malul Türk siyasal aklının dar görüşlülüğü yatıyor. Ve bu akıl(sızlık) bir taraftan da, İsrail’in güvenliğine yapılan en büyük yatırım olmuş oluyor, zira Suriye parçalanacaksa, ancak kendi halkını düşman görüp ötekileştiren bu yoksayıcı kürdofobik körlükle mümkün. Gazze soykırımı nedeniyle akim kalan ve ileride Suud’un da katılımıyla taçlanacak olan İbrahim Anlaşmaları’nın mütemmim cüzü sayılabilecek bu körlük, Türkiye eliyle Suriye’yi doğrudan olmasa da bu anlaşmanın zımni tarafı haline getirmiş olacak.

Türkiye’ye gelince, bir ay önce Öcalan mektubuyla ilan edilen sürece dair henüz atılmış somut bir adım bulunmuyor. Ne umut hakkına dair bir yasal adım, ne “fesih kongresi”ne dair iktidardan açıklanan bir program, ne Kürt sorununun çözümüne dair atılacak adımlarla ilgili bir açıklama ne yeni anayasa. Türkiye siyaseti, 19 Mart İmamoğlu tutuklamaları, protesto eylemleri, polis ve yargı şiddeti ile adeta 3 yıl sonrası yaşanacak başkanlık seçimlerine kilitlenmiş görünüyor. Tıpkı 17-25 Aralık sürecinde olduğu gibi, iddiaların doğruluğundan bağımsız olarak yaşanan süreci hukuki olmaktan ziyade siyasi tasfiye olarak değerlendiren kitleler, 19 Mart sürecini de, iddialardan bağımsız, siyasi rakibin tasfiyesi olarak görüp meydanları doldurdu. Polis ve yargı şiddetini olayları bastırmak için acımasızca kullanan iktidar, yüzlerce gencin istikbalini karartan adımları atmaktan çekinmeyerek aleyhine oluşan kamuoyunu büyütmekle meşgul. Şimdilik olayların seyrini kestirmek zor olsa da, tüm toplum, kamu gücünün keyfi kullanımının bedelinin hem ekonomik hem de beşeri olarak ödüyor.

Trump karanlığı tüm dünyayı sarıyorken ve Trumpvari liderler tüm dünyada revaçta iken, sadece bu bayramı değil önümüzdeki bayramları da bayram tadında yaşayacakmışız gibi görünmüyor.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.