• Ana Sayfa
  • Gündem
  • ‘Bir atın gözünden bakınca, insan çaresizliğini daha iyi anlıyor’

‘Bir atın gözünden bakınca, insan çaresizliğini daha iyi anlıyor’

Roni Nasır Kaya’nın Atların Çığlığı kitabı, sınırların, göçün ve zulmün gölgesinde yaşamın sert gerçeklerini güçlü imgelerle anlatıyor.

‘Bir atın gözünden bakınca, insan çaresizliğini daha iyi anlıyor’
‘Bir atın gözünden bakınca, insan çaresizliğini daha iyi anlıyor’
Şerif Karataş
  • Yayınlanma: 12 Ağustos 2025 17:43
  • Güncellenme: 12 Ağustos 2025 19:18

Roni Nasır Kaya’nın Atların Çığlığı adlı kitabı, sınırlar, göç ve zulmün yıprattığı hayatların sessiz seslerini edebi bir dille dile okuyucuya aktarıyor. Kitapta, insanla hayvan kaderinin iç içe geçtiği öyküler, acıyı ve direnci yalın ama derin bir anlatımla sunuyor.

Kitaba adını veren öykü, sınırda mazot kaçakçılığı yapan atların yaşadığı trajediyi anlatıyor ve 13. Şerzan Kurt Öykü Yarışması’nda birincilik ödülüne layık görüldü.

SRC Yayınları’ndan çıkan eser, “Kelebek misali özgür atların anısına…” ithafıyla başlayan, insanın en çıplak haliyle yüzleştiği sekiz güçlü öyküden oluşuyor.

Yanmaz kefenler, kurşun sesleri, mazot yüklü atların titreyişi, bir kilim motifine işlenen gözyaşları… Zulme uğrayanların, susturulanların ve görmezden gelinenlerin hikâyeleri, kimi zaman ince bir tebessümle, çoğu kez boğazda düğümlenen bir hüzünle anlatılıyor.

‘Kürtler kadar sınırlarla bölünmüş başka bir halk yok’

  • Kitabınızdaki öykülerde sıkça sınır, göç, yoksulluk ve zulüm temaları işleniyor. Bu temaları seçmenizin arkasında yatan sebepler nelerdir?

Doğrudur; öykülerimde bu temalar sıkça yer alıyor. Bunları bilinçli olarak mı seçiyorum, yoksa kendiliğinden mi oluşuyor, kesin bir şey söylemem zor. Öykülerim daha çok Kürt coğrafyasında geçtiği için, ister istemez sınırlar arası geçişkenlikler de oluyor. Sanırım kendi içinde bu kadar sınırlara bölünmüş ve parçalanmış  bir halk yoktur Kürtlerden başka. Sınırlar, Kürtler açısından aynı zamanda bir hafıza ve bellek de oluşturuyor.

Bir öykü yazmaya karar verdiğimde toplumun sosyolojisini göz önünde bulunduruyorum. Seçtiğim konular ve yarattığım karakterler sürekli bir hareketlilik hâlinde oluyor. Yoksulluk ise zaten kendini hikâyelerin bir yerinde mutlaka buluyor. Göçü de aynı şekilde düşünebiliriz. Yazmaya başladığınızda bu temalar bir şekilde karşınıza çıkıyor.

Yanmaz kefenler ve kurşun sesleri

  • Öykülerinizde ‘yanmaz kefen’ , ‘kurşun sesleri’ gibi güçlü imgeler yer alıyor. Bu imgelerle ne anlatmak istediniz?

İçinde büyüdüğüm Kürt coğrafyasında yaklaşık elli yıldır kurşun sesleri hiç eksik olmadı. Bu nedenle, bu imgelerin hikâyelerime girmesi doğal. Sanırım aynı hikâyeleri Norveçli ya da Finlilere yazsaydım, onlara tuhaf gelebilirdi. Ne yazık ki kendi coğrafyamızda kurşun sesleri eşliğinde bir şeyler anlatmak artık olağan sayılır hâle geldi.

Atların Çığlığı’nda, sınır boylarında mazot kaçakçılığında kullanılan atların İran ve Türkiye askerlerinin açtığı iki ateş arasında yanarak can vermelerini anlattım. ‘Yanmaz Kefen’ adlı öykümde ise inançlı bir kişinin, hacdan getirdiği kefeni zemzem suyuna batırıp yıllarca saklamasını ironik bir dille aktardım. İnsanların yaşarken kendilerini güvenceye almamışken, öldüklerinde garantiye almaya çalışmaları bana trajikomik gelir. Ancak iki ateş arasında can veren atların hikâyesi, tamamen trajedidir.

Atlarla insanların ortak kaderi

  • Atların ve insanların birlikte var olduğu anlatılarda, atların kaderi ile insan hikâyeleri nasıl paralellik gösteriyor?

Biz hâlâ tarım toplumuyuz. İnsanlar birçok işini binek hayvanlar sayesinde yürütüyor. Yokluk, yoksulluk ve çetin doğa koşulları hem insanlar hem de hayvanlar için aynı anlamı taşıyor. Ünlü Kürt yönetmen Bahman Ghobadi’nin filmlerinde de bu sahnelere sıkça rastlanır. Şartlar, insanların ve atların kaderlerini ortaklaştırıyor. Tarımla uğraşan bir toplumun hikâyesini anlatırken atlardan bahsetmemek mümkün değil.

Nazlı’nın gözünden, mazot kokusu ve atların çaresizliği

  • Atların Çığlığı’nda keskin mazot kokusu ve zayıf atların tasviri oldukça çarpıcı. Bu duyusal detayları öykülerinize nasıl dahil ediyorsunuz?

Dicle Haber Ajansı’nda muhabirlik yaptığım dönemde, Van’ın Başkale ilçesinde mazot kaçakçılığı yapan bir grubun, İran ve Türk askerlerinin açtığı ateş sonucu çok sayıda atının yanarak can verdiğini öğrenmiştik. Bu haber geniş yankı uyandırmıştı. Yıllar sonra öykü yazmaya başladığımda, bu olayı bir atın gözünden yazmaya karar verdim.

Hikâyenin kahramanı Nazlı adındaki bir attı. Onun duygu dünyasından, aylarca mazot taşıyan atların nasıl aç, susuz ve bir deri bir kemik kaldıklarını aktardım. Mazot kokusunun genzi nasıl yaktığını hissettirmeye çalıştım. Atlar üzerine araştırma yaptım; Sebastião Salgado’nun Toprağın Tuzu belgeselinde petrol yangınlarının ortasındaki Arap atlarının çaresizliğini görmek beni derinden etkilemişti.

Feodal kalıntılarla yüzleşmek

  • Feodal ilişkilerin belirlediği yaşam biçimlerinde, kader ve kederin iç içe geçtiği temalarda yer yer hiciv kullanıyorsunuz. Bu dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

Toplumun değer yargılarını göz önünde bulundurarak yazmaya çalışıyorum; “kaş yapayım derken göz çıkarmamaya” özen gösteriyorum. Bizim coğrafyamızda, ne yazarsanız yazın içinde mutlaka bir hiciv barındırabilirsiniz.

Mesela, aşiret düğünlerinde havaya saçılan paralar bizde olağan karşılanırken, başka yerlerde bu durum sorgulanır, hatta yadırganır. Bu, hâlâ çok belirgin şekilde varlığını sürdüren feodal kalıntıların bir yansımasıdır.

Coğrafyamız, her köşesinde öykü yazmak için sayısız malzeme barındırıyor.

‘Katledilen gençleri unutmak mümkün değil’

  • Atların Çığlığı’nın 13. Şerzan Kurt Öykü Yarışması’nda birincilik kazanması size ne hissettirdi?

Hayatımda aldığım en anlamlı ödül oldu; bunu kelimelerle anlatmak zor. Son elli yılda çok kıymetli insanlarımızı kaybettik. Şerzan Kurt, Ali İsmail Korkmaz, Uğur Kaymaz ve Roboski’de katledilen gençleri unutmak mümkün değil.

Batman Eğitim Sen Şubesi’nin beni bu ödüle layık görmesi içimi tarifsiz bir sevinçle doldurdu. Hayatımda ilk kez bir ödül yarışmasına katıldım. Yazarlık yolculuğuma ne kadar katkı sağladı bilmiyorum ama insanın takdir edilmesi iyi geliyor.

Öykülerinizde yaşamın sert gerçekliklerini, okuyucuyu adeta bir kameranın objektifinden izliyormuş gibi yansıtıyorsunuz. Bu “görsel sunum” tekniğini nasıl geliştirdiniz ve yazma sürecinize nasıl entegre ediyorsunuz?

İyi bakan iyi görür derler; sanırım doğuştan görsel hafızam hep güçlüdür. Gözlemlerimde çok iyiyimdir. Hikayelerdeki sahneleri yazarken görerek ve hissederek yazmaya çalışıyorum. Karakterlerle hep birlikte hareket ediyorum.

Bunun da görsel bir sunum ortaya çıkarmasını sağlıyor. Sinemanın da çok büyük katkısı var. Yazdığınız bir hikaye, okurun gözünde canlanıyorsa, sanırım olmuştur. Bu yüzden bol bol sinema filmi izlemek yararlı oluyor.