‘Bölünmüş toplumlar’, Türkler ve Kürtler

“Bölünmüş toplumlar” ifadesi literatürde ulus-devletlerin içindeki farklılıklara işaret eden bir ifade. Peki bu farklılıklar ulus-devletlerin içinde hep var mıydı diye sorabilirsiniz.  Çok keskin bir cevap vermek istemem ama diyebilirim ki etnik köken ve inanç bakımından daha homojen ulus-devletler olduğu gibi heterojen olanlar da vardı. Ama öyle anlaşılıyor ki her iki ulus devlet türü de zamanımızda “küreselleşme” nedeniyle heterojenleştiler. Bir yandan göçler, bir yandan da küreselleşmenin yarattığı güvensizlikler ulus-devlet çatısı altındaki dil ve din bakımından benzerlikleri olan insanların gruplaşmalarına (kimlikleşmelerine) neden oldu. 

Tabii ki insanlık, bu kimlikleşmenin olduğu toplumlarda ortak bir yaşam anlayışı ve yönetim biçimi oluşturulabilseydi o zaman bu toplumlara “bölünmüş toplumlar” demezdik. O nedenle de kimlikleşmelerin neden olduğu ulus-devletler içinde ortak bir anlayış ve yönetim biçiminin bulunamayışı çağımızın ulus-devlet formlarına “bölünmüş toplumlar” demek durumundayız.

Bölünmüş toplumların en temel özelliklerinden biri kimlikleşme ise, ikincisi de, her bir kimliğin içinde çeşitli derecelerde oluşmuş bulunan bir “biz” duygusunun varlığıdır. Mesela, “ Biz Türkler!” ya da “Biz Kürtler!” ya da “Biz Aleviler!” gibi. Tabii burada not etmekte yarar vardır ki bu kimlikleşmelerin düzeyleri çok farklı olabilir. Eğer etnik bir kimlik zaman içinde “asimile olmuş” ise böyle bir homejenizasyona tabi değildir. Örneğin, bizde “Laz’lar” bu kategoride sayılabilirler.

Bölünmüş toplumların üçüncü özelliği ise kendi içinde “biz” duygusu üretmiş kimliklerin birbirlerine “yabancılaşmalarıdır”. “Yabancılaşma”, “bölünmüş toplumların” içinde siyasi gerginlikleri, çatışmaları ve iç savaşları besler. Buradan şöyle bir sonuca varabiliriz: eğer bir ulus-devlet içinde farklı kimlikler etrafında bir araya gelmiş ve bu kimliğin içinde bir “aidiyet” duygusu geliştirmiş gruplar varsa, şu ya da bu nedenle aralarında bir “yabancılaşmanın” olması halinde gruplar arasında çatışma ve gerginlik yaşanabilir. Kısacası, günümüz ulus-devletlerinin “bölünmüş” karakteri, kimlik grupları arasındaki olası “yabancılaşma” düzeyine bağlı olarak çatışmacı ya da barışçı bir yol oluşturabilir. 

Bütün bu uzun girişi neden mi yazdım? Çünkü ben inanıyorum ki, ülkemizdeki Türkler ve Kürtler arasındaki “yabancılaşma” düzeyini daha da zorlayarak ülkenin çatışmacı bir yere savrulması mümkün olduğu kadar, bu “yabancılaşma” düzeyini durdurarak daha “barışçı” bir toplum da yaratılabilir.

Peki nasıl olacak bu? 

Benim buna cevabım her bir kimliğin kendi farklılığını taşıyarak bir “biz” duygusu içinde diğer kimliklerle buluşabilmesidir. Böyle bir “biz” duygusu, ait olunan kimliğe değil, “birlikteliğe” vurgu yapmalıdır. Yani “kimliklerin birlikteliğine”. Tabii farkındayım ki böyle bir bakış açısı bir tür “zihniyet devrimi” anlamına gelir. Böyle bir zihniyet devrim ise insanların kendi kimliklerine verdikleri önem kadar “kimliklerin birlikteliğine” de aynı düzeyde önem verdiklerinde başarılmış olur.

Bu olabilir mi? Doğrusu böyle bir hedef amaçlanabilir bir hedeftir. Ama zaman ve çaba gerektirdiği de ortadadır. Onun için Türkler ve Kürtler arasında “tarihi” bir uzlaşma oluşturulmak istendiği bir dönemde sakin, temiz bir dil ve milliyetçilikten uzak bir bakış açısı böyle bir zihniyet dönüşümü için çok gereklidir. 

Tabii bu bütün kimlikler için geçerlidir…

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.