“Ben ömrümce muhalif yaşadım
Devletçe de menfi bir TİP sayıldım
Onun için kan grubum RH NEGATİF”
25 yıl önce böyle bir Ağustos sıcağında kaybettik onu. Yukarıdaki dizelerin sahibi Can Yücel’i analım istedim bu yazıda.
Hep menfi sayılmış, ömrü boyunca düzenle kan alıp vermemiş. Yaşamı boyunca gerçek bir muhalif duruş sergilemiş. Ne resmiyete ne de resmi ideolojiye yüz vermemiş bir şair Can Yücel. Bu dünyada tanık olduklarının dışında “Başka Türlü Bir Şey” isteyen bir şair. Çünkü özümsemiş ve içselleştirmiş “Başka bir dünya mümkün.”
Onun da raconu bu; haksızlığa ve sömürüye karşı düzenden öç alırcasına öfkeli bir direniş sanki… Her dem sisteme karşı Can’siparane… Öfke ve sevgi, iki temel direği…
O parlak zeka ve entelektüel birikim sokak ağzıyla yoğrulunca söylem ve biçim zorluğu da çekilmiyor demek ki… Cin de şiir de çıkıveriyor şişeden…
Tatlı sert şarap gibi yoğundu onun yüreğinin aroması. Bir de uslanmaz asi ruhuyla her dem kıvrımlı keskin zekası buluşuverince insan sevgisini yücelten en isyankar savunuculardan oluveriyordu.
İçemediği zamanlar serap yerine şarap gören bir akşamcı…Ona göre komünizmin yok edemeyeceği tek sınıf akşamcı sınıfıydı.
Daha önceleri söyleyen söylemiş zaten; ‘Şiire yeryüzünde en yakın varlık içkidir. Çünkü ikisi de bizi soyutlamaya ulaştırırlar.’
En ağdalı ifadelerden, en acılı ağıtlara; sokak ağızlarından en yoğun sevda ve sevgi şiirlerine… Al humor’u vur ironi’ye…
Zaten Ona göre ironi bir dirençtir hayata karşı; “Harika odur ki, insanlar kendi adlarına değil, kainat adına yazarlar. Bütünselliğin dışında bir şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bir bütündür. Şiir bu bütünden çıkan çılgınlıktır. Çok ağır geçen hayatımızın içinde ironi, bütünselliği bozmayacak ana çaredir. Bir direnç kahkahasıdır”
Düzene ve sisteme karşı racon kesen bir öfkeli, insana karşı sevgi doluydu. Aşmıştı o duvarı: “Bir gece sevgi duvarını aştık / düştüğüm yer öyle açık seçik ki / başucumda bir sen varsın bir de evren / saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi / yalnızlığım benim çoğul türkülerim / ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi”.
Almanca, İngilizce ve Fransızcayı anadili gibi okur, yazar ve konuşurdu. Bir süre BBC’de çalışan Can Yücel o günleri şöyle anlatıyor: “Güler’le evlendikten sonra BBC sınavlarına girdim, mesleğimle ilgisi var mı, yok mu uzaktan var tabii.. Spiker olarak çalıştım, çeviri yapıp, bülten hazırlıyorduk. Yavaş yavaş sıkıntı bastı, her gün aynı şey! Git oraya, haberleri tercüme et, proğram yap, hep aynı. Niyetim yoktu ilelebed orada kalmaya… Allah’tan Nazım’ın sayesinde kovuldum. Nazım’ın öldüğü gün program yapmadık, unuttuk programı. Boykot yaptım diye kovuldum. Bir iyiliği daha dokundu Nazım’ın böylece.”
Türkiye’de ötekileştirilmiş farklı kimlik ve kültürlere de kayıtsız değildir.1975 te Lice’deki deprem sonrasında devlet paradigmasına kafa tutarcasına bir halkın öz kimliğine göndermelerde bulunur dizelerinde: “Lice’de deprem, arkasından kar / Lice halkı tir tir titreyip kendine geldi / Ne mutlu tir tir titreyene!”
Yüreğin bir dili vardır; imgesi, duygusu, heyecanı, düşüncesi, mizahı, alayı ve itirazı vardır… Başkaldırısı, eleştirisi, özlemi ve öznesi vardır. Öfke ve sevgi, yergi ve mizah birer demirbaştır onun şiirlerinde… Aldanışın, kurallara körü körüne boyun eğmenin, sömürülmenin karşısındadır. Sevdi mi çok sever, onlara şiirler adar…
Musa Anter katledildiğinde O’na yazdığı ‘Musa Beğ’ adlı şiirde O’nun filozofisinde yer alan ve argümanından hiç eksik etmediği kardeşlikten söz ediyordu: ‘Musa Peygamber Kızıldeniz’in dalgaları arasından/ nasıl ulaştıysa o da kardaşlıkla / dünya kardaşlığıyla ulaştı karşı kıyıya’
Lorca, Shakespeare, Brecht, Eluard gibi ünlü yazar ve şairlerden çeviriler yaptı… Şiirlerinde olduğu gibi çeviride de kendine özgü. Mizahla lirizmin özgün bir bileşkesi…
İşçilik, sadece şiir işçiliğinde değil dünya görüşünde de her dem duyumsatır kendini… 12 Mart döneminde Che Guevara’nın ‘Gerilla Harbi’ ile ‘İnsan ve Sosyalizm’ kitaplarının çevirisi nedeniyle 15 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1974 affıyla özgürlüğüne kavuştu.
O, sanatı ve şiiri, Kişinin dış baskıların hışmı karşısında kendi özünü hırpalattırmamak için, hatta yitirmemek için kullandığı bir savunma mekanizması, baskının, acının üstüne gidiş olarak nitelendirir.
Şiirin şairiyle, kişiliğiyle bu denli örtüştüğü şair sayısı çok azdır. Yazdığı gibi yaşadı, yaşadığı gibi yazdı… Dervişane, asi ve şarabî. Küfürbaz ama şiirsel…
“Beni Datça’ya gömün / Şu deniz gören mezarlığın orda” demişti. Vasiyeti üzerine Datça’da yatıyor şimdi.
Anısına selam olsun…. ‘Can’-ı gönülden.