Cegerxwîn’i anarken
Hicri İzgören 19 Ekim 2025

Cegerxwîn’i anarken

Cegerxwîn, ölümünün 41’ıncı yıldönümünde çeşitli etkinlikerle anılıyor. Bu yazıda biz de bir yazıyla analım istedim.

Onu bir anlık Stockholm’de masasının başında kurgulayalım: Omuzları, taşıdığı yükün değil, yılların ve memleket hasretinin ağırlığıyla çökmüştü. Şehmus, nam-ı diğer Cegerxwîn (Ciğeri Kanlı), Stockholm’ün bembeyaz ve soğuk sessizliğinde, ta Kamışlı’dan, Gercüş’ün Hesar köyünden getirdiği ateşi körüklüyordu. Masasının üzerindeki lamba, eski defterlerini aydınlatıyordu; sayfalar, bir zamanlar çobanlık yaptığı topraklardan, medresenin loş koridorlarından ve isyanın harlı günlerinden sızan mürekkeple doluydu.

Em kine? (Biz kimiz?) Sorusunu bir şiir divanına başlık yapmıştı. Soru, bir çığlık gibi, bir vicdan azabı gibi dolanıyordu zihninde. O, yoksulun, ırgatın, toprak ağasının zulmü altında inleyen köylünün sesi olmayı seçmişti. Bir zamanlar şeyhlerin yanında din eğitimi almış, fistan giymiş bir mollayken, kalbi ezilenin acısıyla yandıkça, yolu sosyalizme, isyana ve en nihayetinde kaleme çıkmıştı.

Anılar, bir film şeridi gibi geçer gözlerinin önünden. Amûdê’de çocukluğunda gördüğü her haksızlık, adını aldığı o lakabın, Cegerxwîn’in mührünü vuruyordu ruhuna. O, ciğeri kanayan bir halkın şairiydi.

Celadet Ali Bedirhan’ın çıkardığı ”Hawar dergisinde ilk şiirleri yayınlandığında, mısralar sadece dizeler değil, bir isyanın ilk kıvılcımıydı. “Yaralıyım ben de halkım gibi. Yüreğim yaralı. Kanıyor ciğerim,” diye fısıldamıştı. Bu, onun kaderiydi, edebi kimliğiydi.

Sürgünlerin ve mücadelelerin ardından, Bağdat Üniversitesi’nde anadilinde ders veren ilk öğretmen olmuştu. Bir dilde nefes alabilmenin, bir nesli kendi kökleriyle buluşturmanın onuru. O, sadece şiir yazmıyor, bir dilin geleceğini inşa ediyordu.

Dışarıdaki kar taneleri pencereye çarpıyordu. Soğuk, kemiklerine işlese de, içindeki Kürt ateşi sönmüyordu. Elini, en sevilen divanlarından birinin üzerine koydu. O divanlarda, işçi ve köylünün mücadelesi, barışın özlemi, toprak sevgisi ve kadının onuru yazılıydı.

Cegerxwîn sandalyede doğruldu. Yaşlı ama dimdik bir sesle mırıldandı: “Ey gelê Kurd, çima tu nizanî ku xwîna te bê qîmet e li cîhanê?” (Ey Kürt halkı, neden bilmiyorsun Ki senin kanın değersizdir bu dünyada?)

O, bu şiiri, bu soruyu sormak için yaşamıştı. Yürek yanıklarını, dize dize ölümsüzleştirmişti. Onun öyküsü, bir şairin sadece kelimelerle değil, sürgünle, hapisle ve nihayetinde bir halkın umuduyla yazılan destanıydı. Stockholm’de ölecekti, ama cenazesi, uğruna savaştığı, ciğerini kanattığı o topraklara, Kamışlı’ya geri dönecekti.

Cegerxwîn gülümsedi. Biliyordu ki, yazdığı her şiir, anlattığı her hikaye, “Biz kimiz?” sorusuna verilen en güçlü cevaptı: “Biz, ciğeri kanasa da pes etmeyenleriz.”

***

Onun hayat hikayesi tüm kaynaklarda birer mücadele manzumesi olarak gösterilir: Kürt edebiyatının ve siyasi yaşamının önemli şahsiyetlerinden biri olan Cegerxwîn (Şeyhmus Hasan), 1903 yılında o dönem Mardin’in Gercüş ilçesine bağlı Hisar beldesinde (şimdiki Batman) dünyaya gelmiş,

Çocuk yaşta anne ve babasını kaybetmiş, küçük yaşlardan itibaren çobanlık ve ırgatlık yaparak hayat mücadelesi vermiştir. 18 yaşında Diyarbakır’a giderek medresede dini eğitim almış, bu dönemde Kürt kültürü ve edebiyat klasiklerini tanımıştır.

1925’te Şeyh Said İsyanı’na katıldı. İsyanın bastırılmasının ardından Suriye’ye, ardından Irak ve Lübnan gibi farklı ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Hayatının büyük bir bölümü Ortadoğu’nun farklı kentlerinde (Amûdê, Kamışlı, Bağdat, Şam) siyasi faaliyetler ve sürgünlerle geçti.

1928’de Kürtçe şiirler yazmaya başladı. 1932’de Celadet Ali Bedirxan tarafından Şam’da çıkarılan Hawar dergisinde “Cegerxwîn” mahlasını kullanmaya başladı. Çeşitli Kürt siyasi örgütlerinde yer aldı, 1948’de Suriye Komünist Partisi’ne üye oldu.

1959’da Irak’a geçerek Bağdat Üniversitesi’nde Kurmançça lehçesiyle Kürtçe ders veren ilk öğretmen oldu.

Cegerxwîn esas olarak bir şair olarak bilinse de, Kürt dili, tarihi ve folkloru üzerine de önemli çalışmalar yapmış, hatta bazı öykü eserleri de bulunmaktadır.

Şiirlerinde genellikle toplumsal gerçekçiliği benimsemiştir. II. Dünya Savaşı sonrası şiirlerinde, Kürt işçi ve köylülerinin yerel burjuvalara ve toprak ağalarına karşı verdiği mücadeleyi, yoksulluğu ve dünya üzerindeki savaşlara karşı barışı işledi. Yalın, dolaysız ve didaktik bir üslup kullanmış, vatan sevgisi ve toplumsal bilinç temasını öne çıkarmıştır.

Son Yılları: 1979 yılında İsveç’in Stockholm kentine göç ederek edebi çalışmalarını hayatının sonuna kadar burada sürdürdü. Vasiyeti üzerine Suriye’nin Kamışlı kentinde defnedildi.

Anısına, emeğine saygıyla.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.