Çerkesler Cumhuriyet’in ne “Xayrını” gördü…
Kuban Kural 5 Kasım 2025

Çerkesler Cumhuriyet’in ne “Xayrını” gördü…

Cumhuriyet kutlamaları iktidara karşı “sivil muhalefet” için bir kaldıraca dönüşmüş durumda. Daha önce resmi törenler ya da “resmi” sivil toplum örgütleri tarafından organize edilen etkinliklerle kutlanan Cumhuriyet Bayramı artık toplumsal katılımın daha geniş olduğu sivil etkinlikler ile görünür oluyor. Bunun en bariz hali ise sanırım Anıtkabir ziyaretleri…

Bu yaşanan kitleselliğin sebebinin tepkisellikten kaynaklandığını düşünüyorum. AKP’den bunalmış kitleler Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal’e sığınarak kendilerini var edip bir muhalefet dinamiği geliştiriyorlar. Ancak bu tepkisellik oldukça sorunlu bir varoluş çabasını da görünür kılıyor…

“AKP’den öncesi çok iyiydi hele Mustafa Kemal’in ilan ettiği Cumhuriyet asr-ı saadetti” gibi yaklaşımlar gerçeği yansıtmadığı gibi bugünü ve AKP iktidarını anlamamızın önünde de en büyük engel. Daha önceki yazılardan birinde Erdoğan Aydın’ın son kitabı üzerinden Cumhuriyet’in “Yanlış İliklenen Düğme” olduğuna ve bununla yüzleşilmediği için otoriterliğin sürekli yeni sürümleriyle karşılaştığımıza değinmiştim…

Şimdi ise spesifik olarak “Çerkeslerden Cumhuriyet ne götürdü?” sorusuna odaklanmaya çalışacağım. AKP iktidarının otoriterliğinden illallah edilmiş bir atmosferde bu da nereden çıktı demeyin. İkisi birbirini besleyen hatta vareden süreçler…

Yine bir Cumhuriyet Bayramı sonrasında rahmetli (demek ne kadar da acıtıcı) Sırrı Süreyya Önder’in bir TV programında sarf ettiği “ben Cumhuriyet’in ne Xayrını görmüşüm…” diye başlayan cümleleri ülkede çok tartışılmış çok da tepki almıştı. Hâlbuki ne kadar da gerçek ne kadar da samimi bir yerden ele almıştı konuyu…

Her toplumsal kesimin sorması ve yüzleşmesi gereken bir mesele, Cumhuriyet. Öyle AKP karşıtlığının görünme çabası olarak ya da resmi tarihin ezberleriyle değil. Gerçeği olduğu gibi, objektif değerlendirerek, özgürce…

Özgürce tartışmanın hele hele mevzu Mustafa Kemal tarafından ilan edilmiş Cumhuriyet söz konusu olduğunda ne kadar zor olduğunun da farkındayım. Sevan Nişanyan’a atıf yapıp “Mustafa Kemal, adı padişahlık olmayan ve babadan oğla geç/emeyen bir rejim inşa etti. Adına padişahlık diyemediği için de Cumhuriyet dedi…” diyerek bu yazıda meselemiz olan “Çerkesler bu Cumhuriyet’in ne xayrını gördü” sorusuna geçelim…

Çerkesler 1864 yılında Rusya (o zamanki adı Çarlık Rusyası olan aslında pek de değişmeyen bugünkü Rusya…) tarafından soykırıma uğratılmış ve Osmanlı coğrafyasına sürgün edilmişti. 21 Mayıs 1864 ile sembolleşen bu tarih Çerkesler için önemli bir hafıza noktası olarak görünürlüğünü halen koruyor. Osmanlı coğrafyasına, Orta Doğu’dan Balkanlara oradan Anadolu’ya kadar her bölgeye (tabi ki imparatorluğun iskân politikası ile) yerleştirilen Çerkeslerin, Osmanlı’nın son yıllarına tekabül eden bu dönemde en azından kültürel baskılardan uzak kaldığını söyleyebiliriz. Ağırlıklı olarak köylerde yaşayan geniş Çerkes kitlesinin ötesinde merkezlerde (özellikle İstanbul’da) yaşayan Çerkeslerin Osmanlı modernleşme sürecinde de oldukça etkin olduklarını görebiliyoruz. İkinci meşrutiyetin ilanıyla birlikte dil, kültür kimlik vb. çalışmaları yapabildikleri dernekleri hatta kendi dillerinde eğitim verdikleri okulları dahi olabilmişti Çerkeslerin…

Osmanlı’nın sonu Cumhuriyet’in kuruluşu döneminde ise geniş Çerkes kitlesinin (ülkede yaşayan tüm halklar gibi) savaşlarda hayatlarını kaybettikleri ve yaşanan iktidar savaşının araçsallaştırılmış figüranları oldukları sonucuyla karşılaşıyoruz. Osmanlı döneminde de belli noktalarda otorite tarafından kullanılan ama her halükarda “kollanan” bir toplumsal kesim olduklarını da eklemeliyiz belki bu aşamada. Bunun sebep ve sonuçlarını ise ayrıca değerlendirmek gerekiyor ki bu yazının konusu bu değil…

Adına milli mücadele denen ancak bir anlamda “iç savaş” olarak da değerlendirilen dönemde hem Osmanlı saflarında hem Ankara Hükümeti tarafında, yani iki otorite arasında bölünmüş olarak, dönemin Çerkes liderleri önderliğinde cepheden cepheye savrulan Çerkeslerin süreç sonunda ellerinde kalan asimilasyon politikalarının etkisi bugünkü “sinik”liklerinin kök sebeplerinden sayılabilir.

Ankara hükümetinin inşa edilmesi sürecinde – özellikle kongreler döneminde – oldukça etkin olan Çerkes ileri gelenleri Çerkes kitlesini de büyük ölçüde Ankara hükümetine yaklaştırmıştı. Sonradan neredeyse tamamı tasfiye edilecek olan bu Çerkes ileri gelenlerinin amacının bugün kutlanan şekliyle bir “Cumhuriyet” olmadığını, daha çoğulcu bir rejimi hayal ettiklerini de eklemek gerekiyor bu noktada. Otoriterliğe karşı (Kazım Karabekir gibi birçok tasfiye edilen kişi gibi…) tutumları sebebiyle tasfiye edildiklerini bugün resmi tarih perdesini gözlerinden atabilmiş herkes görebiliyor…

Özellikle Ankara Hükümeti’nin ayakta kalabilmesini sağlayan Ethem Bey’in tasfiyesiyle birlikte otoriterliğin önündeki en büyük engellerden birini ortadan kaldıran Mustafa Kemal’in tektipçi bir rejimi inşa etme sürecine hız verdiğini ve bunu büyük ölçüde başardığını söyleyebiliriz…

Ethem Bey’in de sahadan çekilmesiyle “Cumhuriyet’in ilk Kürtleri” olarak adlandırabileceğimiz mobilize Çerkes kitleselliğinin de baskılar ve sindirme süreçleriyle bir daha ayağa kalkamayacak hale getirildiği bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Buralı olmamaları, dışarıdan gelmeleri, diaspora olmaları, dağınık yerleştirilmiş olmaları vb. gibi sebeplerle bu “yok ediş” sürecine karşı bir direniş gerçekleştirememeleri ise trajik sonlarına onları yaklaştırdı diyebiliriz…

Özetle, ilan edilen, adı Cumhuriyet kendisi tek adam/tek parti diktatörlüğü olan rejim Çerkeslere yok oluşu vaat etti ve bunu büyük ölçüde bunu gerçekleştirdi. Bu konuda Çerkesler tabi ki biricik değiller. Ülkedeki birçok halk dilleri, kimlikleri, kültürleri iğdiş edilerek bugün yok oluşun eşiğindeler. Bu anlamda Kürt halkının mücadelesi ve direngenliği yok olmak üzere olan Çerkesler gibi toplumlar için ön açıcı bir perspektif sunmaya devam ediyor…

Bugün Çerkeslerin yaşadıkları asimilasyon sürecinin en büyük sorumlusu olarak çok net bir şekilde Cumhuriyet rejimini (kavram olarak Cumhuriyeti değil) gösterebiliriz. 1923’den sonra dış siyasette  araçsallaştırılan, köylerinde sinmiş, şehirlerde sesi kısılmış, yaşadıkları baskıları dahi anlatmaktan aciz, büyük ölçüde asimile edilmiş bir Çerkes sosyolojisiyle karşı karşıya olduğumuzu söylersek herhalde abartmış olmayız.

Yaşanan tarihsel süreç içerisinde Çerkeslerin dilleri büyük ölçüde bu topraklarda kullanılabilir olmaktan çıkmış durumda. Kültürleri ise folklorik bir öğe olarak düğün ve cenazelerine hapsedilmiş halde. Her şeyden önemlisi bu süreçlere direnme perspektifi geliştiremeyecek kadar özgünlüğünü kaybetmiş “düzleşmiş”/”Türkleşmiş”/“buralılaşmış” haldeler. Alın size her şey olmuş ama kendisi olamamış bir halk örneği daha…

Çok karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım ancak gerçeği görünür kılmadan ve bu yüzleşmeyi yaşamadan Çerkeslerin kendi kimlikleriyle buralı olma ihtimallerinin olmadığını düşünenlerdenim.

Bugün Çerkes aydınlarına düşen bu yüzleşme sürecine ve ülkenin demokratikleşme ihtimaline yatırım yapmakken, Çerkes diaspora örgütlerine düşen ise (sivil toplum örgütlerine yakışmayacak şekilde) militarist tınılar barındıran Cumhuriyet kutlamaları (hatta güzellemeleri) yapmak yerine demokratik bir perspektifle politize olmaları ve siyasallaşmalarıdır…

Kısaca Çerkesler Cumhuriyetin pek bir xayrını görmemiştir.

Ne Cumhuriyet olabilmiş ne demokratikleşebilmiş bu garabet sistemi (yenisiyle, eskisiyle) demokratikleştirmek ise ülkede yaşayan her toplumsal kesim gibi Çerkeslerin de sorumluluğudur. Hem yaşadıkları ülkenin yaşanılabilir bir yer olması hem de Çerkes kimliğinin tekrar ayağa kalkabilmesi için başka bir yolda, yöntemde yoktur…

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.