• Ana Sayfa
  • Gündem
  • ‘Dinmeyen acımızın, gözyaşımızın adaletini istiyoruz’

‘Dinmeyen acımızın, gözyaşımızın adaletini istiyoruz’

1994’te kaybolduktan sonra cenazesi bulunan Ömer Ölker’in hikayesini anlatan Cumartesi Anneleri, AİHM içtahatlarının uygulanmamasından dolayı hakikatin açığa çıkartılması ve faillerin cezalandırılmasının engellendiğini belirtti. Kayıp yakınlarının Diyarbakır, Batman ve Hakkari’de eylemlerinde Kürt sorununun diyalog zemininde çözümünün en önemli adımlarından birinin geçmişle yüzleşme olduğu vurgulandı.

‘Dinmeyen acımızın, gözyaşımızın adaletini istiyoruz’
Haber Merkezi
  • Yayınlanma: 12 Nisan 2025 14:49
  • Güncellenme: 12 Nisan 2025 14:52

Gözaltında kaybedilen ve katledilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle her hafta Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen Cumartesi Anneleri/İnsanları, eylemlerinin bin 46’ncısını gerçekleştirdi.

Cumartesi Anneleri, karanfiller ve gözaltında kaybettirilen yakınlarının fotoğrafları taşındı.

Bu haftaki eylemde 25 yaşında, iki çocuk babası olan ve Şırnak’ın Silopiya ilçesinde 15 Nisan 1994’te berber dükkanına malzeme almaya gittikten sonra kaybolan ve ardından cenazesi bulunan Ömer Ölker’in faillerinin yargılanması talep edildi. Eylemde, basın metnini İnsan Hakları Derneği Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon üyesi Sebla Arcan okudu.

Sebla Arcan, Ölker’in berberliğin yanında Posta İşletmelerinde geçici işçi olarak çalıştığını ve 5 ile 6 Mart 1994 tarihlerinde Tekel Pazarlama ve Dağıtım Müessesesinin personel alım sınavına girip sınav sonucunu beklediğini kaydetti.

Sebla Arcan, “İki gün sonra, 17 Nisan 1994 tarihinde, gündüz vakti İdil’in Duru Köyü mevkiinde, Beyhan Tesisleri yanında cansız bedeni bulundu. Üzerinde kimliği bulunmamakla birlikte, Tekel Sınav Giriş Belgesi mevcuttu. Ölker’in, gözünden girip beynini parçalayarak çıkan bir kurşunla hayatını kaybettiği tespit edilmiş ve ölüm sebebi bilindiği gerekçesiyle klasik otopsi işlemi yapılmamıştı. Ölüm sebebi dış muayene ile bilinse dahi usulüne uygun yapılmayan otopsi, beden üzerindeki delillerin kaybolmasına ve ölüm şekline ilişkin tüm bulguların tespit edilememesine neden olacaktı. Olay Yeri Tutanağı’na göre, Ölker başka bir yerde öldürüldükten sonra cesedi olay yerine getirilip bırakılmıştı. Cesedin bulunduğu yol üzerinde üç jandarma kontrol noktası bulunmakta olup, ceset taşıyan bir aracın bu kontrol noktalarından resmi kimlik göstermeden geçmesi mümkün değildir” diyerek, durumun çelişikliğine dikkati çekti.

‘Faillerin cezalandırılması engellenmiştir’

Konuya dair etkin soruşturma yürütülmediğini vurgulayan Sebla Arcan, 11 Haziran 2014 tarihinde dosyada zaman aşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini söyledi.

Ailenin Midyat Sulh Ceza Hakimliği’ne başvurarak karara itiraz ettiğini, şüpheli olarak dönemin Cizre İlçe Jandarma Komutanı Cemal Temizöz ile 6 JİTEM mensubunun ismini verildiğini söyleyen Sebla Arcan, itirazın reddedildiğini hatırlattı.

Ailenin dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşıdığını da ifade eden Sebla Arcan, AYM’nin 15 Kasım 2018 tarihinde başvurunun “diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin, süre aşımı nedeniyle kabul edilemez olduğuna” karar verdiğini sözlerine ekledi.

Sebla Arcan, “İç hukuk yollarından sonuç alamayan aile, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuruda bulundu. Anayasa Mahkemesi, bu dosyada AİHM’in zorla kaybetme davalarına ilişkin içtihatlarını dikkate almamış; suçun ağırlığı ve özgün niteliklerini göz ardı eden bu kararıyla, etkili bir soruşturmanın yürütülmesini, hakikatin ortaya çıkarılmasını ve faillerin cezalandırılmasını engellemiştir” diyerek duyarlılık çağrısı yaptı.

Ailenin mektubu

Ardından Ölker’in kardeşi Süleyman Ölker’in gönderdiği mektup Cumartesi İnsanlarından İrfan Bilgin tarafından okundu. 31 yıldır aynı acıyı yaşadıklarını vurgulayan Bilgin, geçen zamanın acılarını azaltmadığını belirtti.

Bilgin, okuduğu mektubun devamında şu ifadelere yer verdi: “Ölker ailesi olarak; diğer kayıp yakınları gibi hakikati bilelim, adalete kavuşalım, insan haklarına sahip olalım ve artık rahat uyuyalım istiyoruz. Allah bu günleri bize nasip etsin diye dua ediyoruz. İnsan haklarına dayanarak devletten adalet istiyoruz. 31 yıldır açılmasını beklediğimiz adalet kapısı bu sefer açılsın. 31 yıldır faillerimizin bulunmasını bekliyoruz. Çok şey istemiyoruz. Dinmeyen acımızın, gözyaşımızın adaletini istiyoruz. Biz ve bizim gibi binlerce insanın tek temennisi, adaletin yerini bulması.”

Konuşmaların ardından Galatasaray Meydanı’na karanfiller bırakarak eylemi sonlandırdı.

Kayıp yakınları: Kürt sorununda çözüm için geçmişle yüzleşilmeli

İHD Diyarbakır şubesi ve kayıp yakınları, “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” eyleminin 844’üncü haftasında Bağlar ilçesinde bulunan Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleştirdi.

Kayıplara ait fotoğrafların bulunduğu pankartın açıldığı eylemde, Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde 14 Nisan 1995 tarihinde gözaltında kaybedilen Ali İhsan Dağlı’nın failleri soruldu.

Kayıp yakınları, insan hakkı savunucular ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katıldığı açıklamada annelere gül verildi.

Açıklamada İHD Diyarbakır Şube Başkanı Ercan Yılmaz uzun yıllardır Cumartesi Anneleri’nin verdiği mücadeleyi hatırlattı. Yılmaz, her hafta bir çok kentte, kayıp yakınları ve İHD öncülüğünde gerçekleşen “Kayıplar bulunsun failler yargılansın” eyleminde okunan hikayelerin Kürt meselesini demokratik yollarla çözümsüz bırakılmasının yansıması olduğunu vurguladı.

Kürt meselesinin diyalog zemininde çözümünün en önemli adımlarından birinin geçmişle yüzleşme olduğunu hatırlatan Yılmaz, “Zira bugün burada fotoğraflarını taşıdığını her hafta hikayelerini paylaştığımız insanlar Kürt meselesinin demokratik çözümü konusunda çalışma yürüten insanlardı. Ancak bu dava ve soruşturmalarda faillerin bulunması ve cezalandırılması geçmişle yüzleştirilmesi yerine failleri aklayan bir sistemle yürüdü ve davaların neredeyse tamamının cezasızlıkla sonuçlandı. Bizler insan hakları savcıları olarak Kürt meselesinin barışla sonuçlanması ve çözüme kavuşması için atılacak olan ilk adımlardan birinin geçmişle yüzleşmem olduğunu ifade ederek, adalet talep ediyoruz” dedi.

İHD Diyarbakır Şubesi Kayıp Komisyonu üyesi Avukat Berfin Elçi tarafından paylaşılan Dağlı’nın kaybettirilme öyküsü şöyle:

“Ali İhsan Dağlı, eşi ve çocukları ile birlikte Amed’in Farqîn ilçesine bağlı Eşme köyünde ikamet eder. 14 Nisan 1995 yılında köyde güvenlik güçleri tarafından yapılan operasyon sonrası çatışma çıkar. Çatışma sonrası Ali İhsan Dağlı evinin yakınların da gözaltına alınır. Köy muhtarı Mehmet Şirin Kılıç, gözaltına alınan Dağlı’nın köyden götürüldüğüne ve sol elinden yaralandığına şahit olur. Köy muhtarının aktardıklarına göre; Dağlı önce Hişkamergê köyüne götürülür. Yarım saat burada bekletildikten sonra bir helikoptere bindirilerek Silvan Jandarma Komutanlığına götürülür. Ali İhsan Dağlı’nın köyden çıkartılırken kurşun yarasından dolayı gömleğinin kanlı oluğuna şahit olunur. Köy halkının gözü önünde gözaltına alınan Dağlı’dan bir daha haber alınmadı.”

Gözaltına alındığı belgelendi 

“24 Nisan 1995 yılında babası Mehmet Dağlı tarafından DGM savcılığına yapılan başvuru sonrası aileye ‘Ali İhsan Dağlı adlı bir şahsın gözaltına alınmadığı söylenir.’ Yine 1995 Evrensel gazetesinin 11 Ekim tarihli haberine göre, ailenin İHD’ye başvurmasından dolayı köy, güvenlik güçleri tarafından basılır ve aile askerler tarafından şiddete maruz kalır. Bu baskılar Ali İhsan Dağlı’nın kaybedilmesinden sonra sürekli olarak devam eder. 11 Ekim 1995 yılında Evrensel gazetesinin ‘İşte Kayıp’ başlıklı haberi ile Ali İhsan Dağlı’nın gözaltında çekilmiş fotoğrafı ile gözaltına alındığı belgelenir. Sol fotoğrafta Ali İhsan Dağlı’nın elinin sarılı vaziyette olduğu görülür. Ailesi çekilmiş bu fotoğraf dışında Ali İhsan Dağlı’ya ilişkin başka bir somut bilgiye ulaşmaz. 16 Ekim 1995 tarihinde bu fotoğraf şubemize gelen ailesi tarafından teşhis edilir. İç hukuk yollarında sonuç alınmaması üzerine aile davayı AİHM’e taşıdı. AİHM, Türkiye’yi mahkûm etti.”

Açıklama oturma eylemiyle son buldu.

Batman’da Ahmet Bulmuş’un akıbeti soruldu

Batman’da da İHD Şubesi ve kayıp yakınları “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” talebiyle 680’inci kez Gülistan Caddesi’ndeydi. Kayıp yakınları ve insan hakları savunucuları bu haftaki eylemlerinde 1 Nisan 1994 yılında Şırnak’ın Cizre ilçesinde gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Ahmet Bulmuş’un akıbetini sordu. Bulmuş’un kaybedilme öyküsünü İHD Şube Yöneticisi Rezan Baytar okudu.

Bulmuş’un kaybedilme hikayesi şöyle:

“Ahmet Bulmuş, Cizre’ye bağlı Gunde Hebler’de evleri yakılması nedeniyle ilçe merkezine göç etmek zorunda kalır. Köyde bakkallık yapan Ahmet, Cizre’ye gelince yeni bir iş kuramaz, işçi olarak günlük işlerde çalışmaya başlar. 1994 yılının Nisan ayında bozulan radyosunu tamir ettirmek üzere Beşir adlı arkadaşının Mardin Caddesi’ndeki dükkânına gider. Dükkâna gelen beyaz toros marka bir araçtan inen eli telsizli ve silahlı üç kişi, kimlik kontrolü yaptıktan sonra Ahmet Bulmuş’a ‘Sen bizimle geleceksin’ der. Ahmet’i arabaya bindirip götürürler. Radyo tamircisi arkadaşı olaya tanık olur. Birkaç gün sonra İlçe Jandarma Komutanı Cemal Temizöz, Ahmet’in evinde arama yaptırır, bir şey bulmazlar. Eşi Fatım’a, ‘Eşini götürdük, misafirimiz oldu, üç dört güne bırakacağız, sen bize evde ne sakladığını göster’ der. Fatım, hiçbir şey saklamadıklarını söyleyince de tartaklanarak, fiziksel şiddete maruz kalır. Jandarma ve polisler tarafından ev birkaç kere daha baskına uğrar. Gündüz vakti evin avlusuna el bombası atılarak, ev tahrip edilir. Bunun üzerine ev sahibi Bulmuş ailesini evden çıkartır. Fatım bu olaydan 3 gün sonra dilekçeyle ilgili mercilere başvurur ancak yanıtsız kalır. A. adlı bir kişi, ‘Ahmet Bulmuş’la birlikte gözaltındaydık, gözlerimiz bağlıydı ama sesimizden birbirimizi tanıdık’ diyerek aileye haber verir. (Bu tanık üç-dört yıl sonra tanıklık yapamadan kalp krizi geçirerek vefat eder.)   

Kıyafetlerinden tanıdı ama birşey diyemedi

“1996 yılında Silopi’de bir kuyuda 6-7 kişinin cesedine ulaşılır. Eşi Fatım, çuvalın içinden çıkan kafası kesilmiş bir cesedin üzerindeki sağlam kalan kıyafetlerden eşini teşhis eder ancak korkar, şikâyette bulunmaz. Silopiya Belediyesi, cesetleri toplu olarak kimsesizler mezarlığına defneder. Ahmet’in oğlu Vedat, BOTAŞ kuyularında yapılan kazılarda bir kafatası bulunması üzerine Cizre Cumhuriyet Savcılığı’na yeniden başvuruda bulunur. 2009 yılında soruşturma açılır ve Vedat’a üç ay içinde DNA testi için kan örneği vermek üzere çağrılacağı söylenir. Aradan yıllar geçer çağrı yapılmaz. Sadece kendisinin ve 2 tanığın ifadesi alınır.

Açıklama yapılan oturma eylemi ardından sona erdi.

Hakkari’de Fahrettin Şedal’ın hikayesi anlatıldı

İHD Hakkari Şubesi ve kayıp yakınları, eylemlerinin 170’inci haftasında Yüksekova ilçesindeki Sanat Sokağı’nda bir araya geldi. Kayıpların fotoğraflarının taşındığı eyleme, Yüksekova Belediye Eşbaşkanları, DEM ve DBP İlçe Örgütü üyeleri ve çok sayıda kişi katıldı. Bu haftaki eylemde, Yüksekova’da 24 Mart 2008 yılında polisler tarafından açılan ateş sonucu hayatını kaybeden Fahrettin Şedal’ın failleri soruldu. İHD Şube üyesi Ozan Akbaş, 6 çocuk babası olan Fahrettin Şedal’ın hikayesini anlattı. Akbaş, evinin balkonunda kızı ile oturduğu esnada Fahrettin Şedal’ın vurulduğunu söyledi.

 

Soruşturmanın takipsizlikle kapatıldığını belirten Akbaş, Şedal için hak mücadelesini her koşulda sürdüreceklerini ifade etti.

Açıklama oturma eylemiyle son buldu.

İzmir’de Sabahattin Kurt’un hikayesi anlatıldı 

İzmir’de de kayıp yakınları açıklama yaptı.  İHD İzmir Şubesi Eşbaşkanı Ali Aydın, Sabahattin Kurt’un ailesine Niksar Savcılığı tarafından “Cenazenizi şu saate kadar almazsanız burada gömülme işlemi yapılacaktır” denilen bir telgraf yollandığını belirterek ailenin ise o koşullarda verilen saatte ulaşmalarının imkansız olmasından kaynaklı “usullere uygun defnedin” talebinde bulunduğunu ifade etti.

Aydın, yaşananlara ilişkin devamla şunları aktardı: “

Gelen ikinci telgrafta Sabahattin Kurt’un Niksar’ın Şavşak Mezarlığı’nda 157 nolu mezara gömüldüğü bildirilir. Yıllar sonra Şavşak Mezarlığı’nda Sabahattin Kurt’un küçük kardeşi Semih Kurt’un katılımı ile gazeteci yazar Murat Bjeduğ tarafından aramalara, resmi makamlar nezdinde araştırmalara, mezarlık çevresinde oturan ailelerin yaşlı büyükleriyle yapılan görüşmelere rağmen mezar yerini bulmak mümkün olmaz. Ne bir iz, ne bir işaret, ne de öyle telgrafta yazıldığı gibi bir mezar numarası veya belediyede bir kayda rastlanmaz. Köylü tanıklar, ‘sabah buraya genç bir cenaze getirip gömdüler, ne düşündüler ise akşama gelip çıkarıp götürdüler’ diye bilgi verirler.”

Aydın, Kurt’un mezar yerinin 53 yıldır açıklanmadığını ifade etti.

Açıklama, 5 dakikalık oturma eyleminin ardından sona erdi. (MA)