Diyarbakır Kitap Fuarı’nın satır araları: Kürtçe okumak, öğrenmek, yaşamak

Ana dilini unutmamak, unutturmamak ve resmi statüsü olmayan bir dili asimilasyon politikalarına rağmen yaşatmak için verilen kültür mücadelesinin ta kendisi Kürtçe yayıncılık. Basılan her bir Kürtçe kitabın ardında büyük bir mücadele var. Diyarbakır Kitap Fuarı’ndaki Kürtçe yayınevi temsilcileri bu mücadeleyi ve taleplerini İlke TV’ye anlattı.

Diyarbakır Kitap Fuarı’nın satır araları: Kürtçe okumak, öğrenmek, yaşamak
  • Yayınlanma: 21 Ekim 2025 11:37
  • Güncellenme: 21 Ekim 2025 12:07

Diyarbakır 9’uncu Kitap Fuarı, 4’üncü gününde Mezopotamya Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde sürüyor.

31’i Kürtçe 200 yayınevinin katıldığı fuar, 26 Ekim tarihine kadar devam edecek.

Kürtçe ana dilde eğitime yönelik engeller, ekonomik kriz ve siyasi gelişmelerle birlikte, Kürtçe yayıncılık yapmanın zorluklarını ve bu alanda ısrarla direnmenin anlamını, fuardaki Kürtçe yayınevleriyle konuştuk.

Fuardaki Kürtçe yayınevleri sadece kitap satmıyor. Onlar için her bastıkları Kürtçe kitap, aynı zamanda bir mücadele etme şekli.

Pirtukakurdi, Dara, Nûbihar ve Morî yayınevlerinin temsilcileri Kürtçe yayıncılığı ticari bir faaliyet olarak değil, aynı zamanda kültürel bir mücadele olarak tanımlıyor. Her birisinin konuşmasında öne çıkan talep ise Kürtçeye statü tanınması.

***

‘En çok satılan kitap Kürtçe sözlük’

Pirtukakurdi ve Dara Yayınları’nın Genel Koordinatörü Bawer Başev, fuarda geçen yıla kıyasla ilginin biraz daha fazla olduğunu ancak büyük bir fark olmadığını belirterek, “Gidişat normal, son günlerde ilginin artmasını bekliyoruz” dedi.

Yayınevlerinin çalışmaları hakkında bilgi veren Başev, “Biz Kürt yayıncılığı yapıyoruz. Şimdiye kadar 160’a yakın kitabımız çıktı. Bunların yarısından fazlası doğrudan Kürtçe yazılmış veya Kürtlerle ilgili kitaplar. Türkiye’de aktif yaklaşık 20 Kürt yayınevinden biriyiz” ifadelerini kullandı.

Kürt yayıncılığını “mücadele” olarak değerlendiren Başev, bunun nedenini şöyle açıkladı:

“Türkiye ekseninde baktığımızda, Türkçe kitap basan bir yayıncının ‘okur bulayım’ diye bir derdi yok; ama Kürt yayıncılığının var. Ana dilde eğitim olmadığı için biz yayıncılar insanlara Kürtçe öğretmeye çalışıyoruz. Bir anlamda Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı görevi yapıyoruz. Kürtçe yazan ve okuyan bir okur kitlesi oluşturmaya çalışıyoruz. Mesela yan tarafta Türkçe kitap satan bir yayıncı var, onun böyle bir derdi yok. Belki standardında Türkçe sözlük bile yoktur. Ama Kürt yayıncılığında en çok satılan kitap Kürtçe sözlüktür. Kürtçe öğrenme kitapları, Kürtçe çocuk kitapları.”

Başev, örneğin Küçük Prens’i onlarca yayınevinin on binlerce basabildiğini ancak Kürtçe bir hikaye kitabının bin adetini birkaç yılda bitirebildiklerini söylerken, yüklerinin ağır olduğunu kaydetti.

‘Savaş ortamı okuma oranlarını etkiliyor’

Başev, Kürt yayıncılığının ekonomik krizden ve siyasi gelişmelerden doğrudan etkilendiğini vurgulayarak şöyle devam etti:

“Ekonomik krizden Kürt yayıncılığı da her anlamda etkilendi. Ama esas olarak Kürt yayıncılığı siyasetten etkilendi. Mesela çözüm sürecinde Kürtçe yayıncılık pik yaptı; insanlar ‘Kürtçe öğreneyim, Kürtçe okuyayım’ diye çok daha fazla yöneldi. Ama Afrin’e saldırıldığında yayıncılık da etkilendi. Çünkü Kürtler aşırı politik bir toplum. Orada savaş olduğunda herkes o yöne odaklanıyor ve o süreçte ‘Kürtçe okuyayım’ düşüncesi geri planda kalıyor. Savaş psikolojisine giriliyor. Türkçe için öyle değil. 80 milyon insan rahatlıkla aşina olduğu bir dilde her alanda okuma yapabiliyor. Her telden bir piyasası var.”

Kürtçeye dair önlerinde iki temel engel olduğunu söyleyen Başev şöyle dedi:

“Birincisi statüsünün olmaması. Kürtçenin kesinlikle statü kazanması lazım. Türkiye’de okullarda, resmi yerlerde Kürtçenin resmi dil olması gerekiyor. İkincisi Türkçenin aşırı baskın olması. Türkçe’nin diğer diller, özellikle Kürtçe üzerindeki etkisi çok güçlü. Örneğin birkaç gün önce Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş Diyarbakır’a geldi, birkaç cümle Kürtçe konuştu TBMM’nin hesabında da paylaşıldı ve en çok tepkiyle etkileşim alan paylaşımlardan biri oldu. Yani bu psikolojiyle devlet de Kürtçeye yanaşmıyor. Kürtçeye dair bir talep olmasından korkuyorlar. Sonuç olarak statü eksikliği ve Türkçenin Kürtçe üzerindeki hegemonyası. Bu ikisi Kürtçenin özgürleşmesini engelliyor.”

Kendi çocuğu üzerinden örnek vererek Kürtçe üzerindeki asimilasyona örnek vermeye devam eden Başev, şöyle devam etti:

“Kızımla tamamen Kürtçe konuşuyordum ama bir yaşından sonra, mahallede çocuklarla oynamaya başlayınca dili Türkçeye dönmeye başladı. Kürt mahallelerinde bile durum böyle. Diğer çocuklarla bir araya geldiklerinde Türkçe konuşmaya başlıyorlar. Çünkü mahalle dili Türkçe. Bu bir dayatma değil ama toplum artık bunu kanıksamış. Bundan dolayı okullarda da resmi dil olarak öğretilmesi lazım. Resmi dil olarak öğretilmediği sürece kişi kendi çabasıyla öğrenebilir ama toplumun dili değişmez.”

Başev, sözlerini “Kürtçenin önü açılmalı. Siyasetçiler, sivil toplum örgütleri ve halk bunun mücadelesini vermeye devam etmeli. Başka çözümü yok” diyerek tamamladı.

Kürtçeyi çocuklarla buluşturan ‘Mori Zarok’

Fuardaki Kürtçe çocuk standı olan Morî Yayınevi’nin yani Mori Zarok’un kurucularından Rıdvan Polat, yaklaşık 14 yıldır çocuk yayıncılığı yaptığını söyleyerek, kuruluş fikrinin “Çocuğuma nasıl Kürtçe hikaye okuyabilirim?” sorusundan doğduğunu söyledi.

Konuşmamıza, kendi neslinin dil ile kurduğu ilişkiden başlayan Polat, şöyle sürdürdü:

“Ben dilimi annemden öğrendim, çünkü o zamanlar asimilasyon araçları bu kadar yaygın değildi. Eskiden televizyon, sosyal medya bu kadar hayatımızda değildi. Köylerde yaşadığımız için gündelik dilimiz Kürtçeydi ve annemizden, babamızdan, dedemizden öğrenebiliyorduk. Ama şimdi öyle değil. Çocuklar daha 4-5 yaşında okula başladığı anda bir bombardıman başlıyor. Dışarıda tabelalar, evde televizyon, çizgi filmler, filmler, haberler… Her yerde Türkçe var. Kürtçenin bir statüsünün olmaması, yeterli materyal üretilmemesi, görsel ve yazılı yayınların azlığı nedeniyle çocuklarımız Kürtçeye ulaşamıyor.”

Peki, kitaplar bu süreçte ne kadar etkili? Polat’ın cevabı gerçekçi:

“Bir hikaye kitabıyla çocuklarımızı koruyabilir miyiz? Hayır. Biz sadece direniyoruz. Ana dilde eğitimin olmadığı bir ülkede çocuklarımızı koruyabilmemiz imkansız.”

Batıkları Kürtçe hikaye kitaplarının ‘Kürtlüğünün farkına varmış aileler’ ve ‘çocukla ana dili arasında bir köprü kurmaya çalışan ailelere’ ulaştığını belirten Polat, “Mesela benim annem Türkçe bilmiyor. Benim çocuğum sadece Türkçe konuşursa, bu iki kuşak birbirini anlamayacak. Aynı evde yaşayıp birbirini anlamayan insanlar olacak. Bu çok acı bir şey. Ben bunu yaşadım. Şimdi bizim yaptığımız şey, bu aileler için bir çözüm üretmeye çalışmak. Kürtçeyi öğretmek, özendirmek, bunu da popüler kitaplar, stickerlar, resimli kitaplar aracılığıyla yapmak. Çağı yakalamaya çalışıyoruz ama kitap okuma alışkanlığı azaldığı için çocukların kitaba ilgisi de az” diye konuştu.

‘Üç kelime bilsek bile konuşalım’

“Çocuk kitabı çok sevse de bu sevgi kısa ömürlü oluyor.” diyen Polat, bunu şu benzetmeyle açıkladı:

“Trene binmişsiniz ama raylar bir noktada kesiliyor; tren gidemez, siz de yürüyerek ulaşamazsınız. İlkokul 5’te seçmeli ders var ama öncesi yok, devamı yok. Başlangıcı da sonu da eksik.”

Sosyal medyanın yarattığı “daha iyi Kürtçe konuşma” baskısının da insanları dilden uzaklaştırdığını düşünen Polat, “Kürtçe konuşmak utanılacak bir şey değil. Ama şiddet, yasaklar, dışlanma yüzünden insanlar korkuyor. Metroda, uçakta Kürtçe konuşmaktan çekiniyor. Oysa Fransız, Rus konuşabiliyor. Neden Kürt konuşamasın?”

Rıdvan Polat, konuşmasını şöyle bitirdi: “Kürtçe kadim bir dildir; geleneği, kültürü, şarkıları vardır. Biz sadece bunu talep ediyoruz: okumayı, öğrenmeyi, konuşmayı. Üç kelime bilsek bile konuşalım. ‘Kelimenin yarısı Farsçadır’ deseler bile varsın öyle olsun. Ben mutluyum. Bu benim dilim.”

‘Türkçe yayıncılığa sağlanan imkanlardan mahrumuz’

1992 yılından bu yana yayın hayatını sürdüren ve Diyarbakır Kitap Fuarı’na düzenli olarak katılan Nûbihar Yayınları’nın Yayın Koordinatörü Aziz Tekin, fuardaki ilginin genel olarak iyi ancak beklentilerin biraz altında olduğunu ifade ederek Diyarbakır halkını kitapları incelemeye davet etti.

Kürtçe yayıncılığın kendi öz kaynaklarına ve okuyucunun alım gücüne bağımlı kaldığı için dezavantajlı konumda olduğunu söyleyen Tekin, Kürtçe yayıncılığın karşılaştığı zorlukları anlatırken devlet desteğinin yokluğunu vurguladı:

“Çünkü herhangi bir maddi destekten yararlanamıyoruz. Devletin Türkçe yayıncılığa sağladığı imkanlardan biz mahrumuz.”

Duruma örnek olarak Kültür Bakanlığı’nın kütüphanelere yaptığı kitap alımlarını gösteren Tekin, “Bu alımlarda Türkçe yayınlar tercih ediliyor. Kürtçe kitaplar neredeyse hiç yer almıyor. Zaten bilinen bir durum” ifadelerini kullandı.

‘Kürtçe yayıncılık sadece kitap basmak değil’

Tüm zorluklara rağmen Kürtçe yayıncılığı sürdürme motivasyonlarını “kültürel bir mücadele” olarak açıklayan Tekin, “Amacımız Kürtçenin kamusal alanda görünür olmasını, okuyucuya ulaşmasını ve normalleşmesini sağlamak. Biz hem Kürtçe kitaplarla Kürtlere ulaşıyoruz hem de Türkçe kitaplarla Kürt meselesini Türk okuyucuya anlatmaya çalışıyoruz. Maddi destekten yoksun olsak da, kendi imkanlarımızla bu işi sürdürmeye çalışıyoruz ve sürdüreceğiz” dedi.

Son olarak, Kürtçeye resmi bir statü kazandırılmasının öncelikli talepleri olduğunu vurgulayan Aziz Tekin, “Bu yalnızca dilin değil, aynı zamanda Kürtlerin statüsüyle de doğrudan bağlantılı. Bu statü tanınmadığı sürece yayınevlerinin geleceği de tehlikeye giriyor. Çünkü yayınevleri okuyucu üzerinden var olabiliyor. Okuyucu kitlesi büyümezse, bir kısır döngü oluşur. Biz bu döngüyü hem kültürel hem siyasal mücadeleyle kırmaya çalışıyoruz” sözleriyle çağrıda bulundu.

Dilinle büyümek… ‘Dar li ser koka xwe, mirov li ser zimanê xwe şîn dibe’