Doğuma seferberlik, kadın cinayetlerine sessizlik
Fidan Ataselim 1 Haziran 2025

Doğuma seferberlik, kadın cinayetlerine sessizlik

Aile yılı yetmedi, şimdi “Aile ve Nüfus 10 Yılı” geldi.

Cumhurbaşkanı Uluslararası Aile Forumu’nda 2026-2035 dönemini “Aile ve Nüfus 10 Yılı” olarak ilan etti. Gerekçe listesi ezberden: düşen doğurganlık, artan “cinsiyetsizleştirme”, yok olan değerler.

Konuşmanın tamamını dinlediğinizde ‘faşizm’, ‘özgürlük’, ‘insanlık’, ‘gelecek’ gibi kelimeler anlamını yitirir: aklınızla adeta oynanır.

 

Yazının başında bu karşılaştırmayı yapmadan geçmem doğru olmaz.

Cumhurbaşkanı “Aile, kadını koruyan, çocuğu büyüten, sosyalleştiren, insanı yaşatan bir yapıdır.” diye konuşurken 2025 yılının dört ayı içerisinde aile ilişkileri içerisinde yetmiş dokuz kadın öldürüldü. Kadınlar yıllardır erkek şiddetiyle öldürülüyor. Çocuklarını öldürüyor babalar anneleriyle birlikte. Bu rakamlar doğum oranlarının düşmesi kadar kritik görülmedi. Kadın cinayetleri, harekete geçmeye çağıran bir ikaz olamadı. Kadın cinayetlerini durdurmak için uluslararası forumlar toplanmadı. Çözüm arayışına girilmedi. 81 İlde, çalıştaylar düzenlenmedi bakanlar tarafından. Cumhurbaşkanı, istikrarla kadın cinayetlerini gündeminde bu denli tutmadı.

Tüm bu gerçeklerin içinde, başka nelerle yüzleşmemiz gerekiyor?

Türkiye’nin doğurganlık hızı tarihimizde ilk kez 1,48’e gerilemiş durumda diyor. Tedbir olarak ise aile teşvik paketleri ve doğum yardımları öne çıkarıldı. Üstelik bunu görsellerle ‘yardım yaptık’ diye paylaşmıyorlar mı? Aynı dönemde, doğan çocukların borç nedeniyle hastanede rehin kaldığı bir ülkedeyiz. Yeni doğanların üzerinden hastanelerde rant devşirenlerin yıllarındayız. Kadınlar, ödül verileceği için değil; hür ve eşit vatandaş oldukları için, evlenip çocuk sahibi olmaya da istiyorlarsa karar vermelidir.

Cumhurbaşkanının dediğine göre “Ülkemizde doğum hızının düşmesinin sebebi asla ekonomide yaşanan dönemsel sorunlar değil”. Buna karşın teşvik paketlerinin, yardımlarının reklamını yapıyorlar. Çelişki kendi içinde açığa çıkıyor. Kendi kutsallarının koşullu kullarını yaratıyorlar. Bir başka veri de OECD’den paylaşayım. OECD verilerine göre ailesiyle birlikte yaşayan genç yetişkinlerin oranı Türkiye’de yüzde 56. Sebebi ailenin kutsallığı olmasa gerek.

Bir televizyon programında Armağan Çağlayan’ın sorusu üzerine AKP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Zeybekçi, “Bugün asgari ücret 22 bin lira değil de 52 bin lira olsaydı, kiralar 5 bin liradan 15 bin liraya çıkardı” diyor. Emekçiler kiralar üzerinden tokat atarcasına Zeybekçi’yi metaverse’den çıkarıyor. Yanlış anlamayın, Cumhurbaşkanının da dediği gibi kişi başına düşen milli gelir hayli arttı. O sebeple asgari ücret 22 bin liradan 52 bin liraya çıkabilir, sorun 5 bin liraya kiralık ev yok. Gelir var da emekçiye gelen yok. Her ay ücretler eriyor, ama asgari ücrete tek bir dokunuş yok. Emekçiler yardım değil hakkını istiyor.

Mehmet Şimşek’e göre de plan kusursuz işliyor, hafif dalgalanma olmuş sadece. Hafif dalgalanma dediği de 19 Mart süreciyle birlikte ekonomideki devasa kayıp. Nasıl da birbirini etkiliyor.

Ve elbette, aile derken, nüfus derken bu hikâyede kürtaj da unutulmadı. Kadınların yaşam hakkı sessizlikle geçiştiriliyor; ama sıra doğurmamaya gelince söylem ağırlaşıyor. Vicdan ise, ne garip, keskinleşiyor. 2012’de ‘Her kürtaj bir Uludere’dir’ diyerek hafızalarımıza kazınan cümle, şimdi yeni versiyonuyla dönüyor: ‘Tıbbi zorunluluklar haricinde, özünde bir cinayet olan kürtaj, yine aynı çevreler tarafından masumlaştırıldı, sıradan hale getirildi.’ Kadınların kendi bedenleri üzerindeki karar hakkı yok sayılırken, ‘aile’ söylemi sadece doğum yapmaya indirgeniyor — fıtrat bunu gerektiriyor. Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu ne demişti: ‘Aileyi anne, baba, çocuklar oluşturur. Eğer çocuğunuz yoksa, aile olamıyorsunuz, sadece karı-koca oluyorsunuz.’ Oysa kadınların ve LGBTIQ+’ların varlığı, hakları ve özgürlükleri bu dar tanımların çok ötesindedir.

Cin şişeden çıktı; ekonomik darboğaz, demokrasi sorunları, kadın cinayetleri ve daralan özgürlük alanları artık inkar edilemez şekilde iç içe geçmiş durumda. Bu sorunların çözümü, kararlı ve kapsayıcı politikalar ile bunları hayata geçirecek güçlü bir iradeyle mümkün olabilir. Emekçilerin, LGBTİQ+’ların, kadınların ve gençlerin hakkı olanı almak için mücadele etmekten başka seçeneğimiz yok.

Son YÖK talimatıyla “Aile”ye odaklanmak yerine, üniversiteler kadın cinayetlerini durdurmak ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için somut çalışmalar yapmalıdır. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun etkin şekilde uygulanmalı. Günümüzde odaklanılan “Aileci” söylem ve politikalardan derhal vazgeçilmeli.

Asgari ücrete milli gelir artışına paralel olarak hemen zam yapılmalı. 19 Mart sürecinde olduğu gibi, seçimlerimize ve yaşamlarımıza karşı müdahalelere de aman vermemeli, demokrasi için kararlılıkla mücadele etmeliyiz. Güncel ve yapısal sorunlarda siyaseti ve örgütlenmeyi küçümseyenler, haklı siyasetimiz ve kitlesel gücümüzle karşılaşmalılar.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.