• Ana Sayfa
  • Gündem
  • Emeğin tezgahında 25 Kasım: ‘Bu hayatın şiddetinden kurtulmak istiyorum’

Emeğin tezgahında 25 Kasım: ‘Bu hayatın şiddetinden kurtulmak istiyorum’

Türkiye’de kadınlar şiddet, ekonomik kriz ve yoksulluk sarmalında 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne hazırlanıyor.

Emeğin tezgahında 25 Kasım: ‘Bu hayatın şiddetinden kurtulmak istiyorum’
Eylül Deniz Yaşar
  • Yayınlanma: 23 Kasım 2024 08:43

Kadınlar bir yandan gündelik hayatın her yerinde karşılarına çıkan erkek şiddetine karşı mücadele verirken diğer yandan ekmek mücadelesini sürdürüyor. Onlardan biri de 29 yıldır terzilik yapan Perihan Aydoğan. 56 yaşındaki Aydoğan 25 Kasım’a hangi koşullarda girdiğini, hem kendisinin hem çevresindeki kadınların şiddeti hangi biçimlerde deneyimlediğini ve şiddete karşı mücadelede hukuki ve politik desteğe yoksunluğunu İlke TV’ye anlattı.

“Şiddet benim için bize sunulan bu iğrenç hayat… Ben bu hayatın şiddetinden, bize sunulan hayatın kötülüğünden, ekonomik darboğazlardan kurtulmak istiyorum” diyen Aydoğan bu 25 Kasım öncesinde yoksullukla boğuşan kadınların özlemlerine ve taleplerine ışık tuttu.

‘Hayatın zorlukları bizi birkaç adım geride bıraktı’

İstanbul’un Dolapdere semtinde küçük bir dükkandan içeri girdiğimde bir elinde uzun tahta bir metre, bir elinde kalemle haldır haldır çalışan Aydoğan içten bir karşılama ile beni atölyesine konuk etti.

Sıcak bir çay eşliğinde sohbet ederken “Bir mikrofon görsem de içimi döksem” diye beklediğini anlatan Aydoğan “İçim o kadar dolu ki nereden başlayacağımı bilmiyorum. Bıktım. Böyle bir hayat olabilir mi? Gün geçtikçe daha çok batak içerisindeyiz. Her şeye zam geliyor ama bizim maaşımıza zam gelmiyor” diyerek konuşmaya başladı.

Foto: Eylül Deniz Yaşar

“Evlenmeden önce de tekstil işinde çalışıyordum. Evlendikten sonra kendi dükkanımızı açarak geçimimizi sağlamaya başladık. Burada da terzilik, mobilya döşemesi, tamiri gibi pek çok işi yapıyorum” sözleriyle mesleğine nasıl başladığını kısaca anlatan Aydoğan hep okumak istemiş, ancak buna imkanı bulamamış:

“Babam kız çocuklarının okumasına karşı olduğu için okutmadı bizi. Ama ben kendi imkanlarımla hep kitap okumaya devam ettim. Kitaplarla aram çok iyidir, kitap okumayı çok severim.”

Okusaydınız ne olmak isterdiniz diye sorduğumda hiç düşünmeden iki yanıt veriyor: “Öğretmen olmak isterdim. Ya da avukat. Hoş, hangi hukuk var da avukatlık yapacaktım? Ama yine de hukuk okumak isterdim. Ama yaşam koşulları hayatın zorlukları malesef bizi birkaç adım geride bıraktı.”

Ev ekonomisi soğan kavurma, zeytin peynirle dönüyor…

12 bin 500 lira emekli maaşı aldığını, onu da ilaçlara kesildiği için hiçbir zaman tam alamadığını anlatan Aydoğan bu nedenle ilerleyen yaşına rağmen halen çalışmak zorunda:

“Bu yaşa gelmişiz, 60 yaşına gelmişiz, hala daha geçinmeye, ekmek parası kazanmaya uğraşıyoruz. Sağlığım da yerinde değil. Bazen yoruluyorum, bazen hasta oluyorum yatmak istiyorum. Ama çalışman lazım bırak uykuyu diyorum. Böyle bir hayat olabilir mi?”

Tüm zorluklara karşın kendisini “mücadeleci” olarak tanımlayan Aydoğan şöyle ekledi: “Mücadeleci bir insan olmasam ne işim var burada çalışacağım? Bana ne, adam getirirse bir ekmek yeriz derdim, böyle bir mücadeleye girmezdim. Ama öyle düşünmedim. Bir şey yaptığımız zaman herkese faydamız olsun istedik. Ama bunun karşılığında ne aldık? Afedersin ama, kocaman bir kazık aldık…”

Haftada çoğu zaman altı iş günü akşamın geç saatlerine kadar çalıştığını anlatan 56 yaşındaki emekçi kadın ev ekonomisini nasıl döndürdüğünü şu sözlerle anlattı:

“Bazen ekmek alırken bile düşünüyorum, o seviyedeyiz yani. Pazara gidemiyorum pazara. 3-4 haftada bir pazara çıkabiliyorum. 3 yumurta kalmış, onunla bir kaç gün idare edeyim diyorum. Bir gün soğan kavuruyorum, bir gün zeytin peynir yiyorum, bir gün yumurta haşlayıp yiyorum. Yani günümüzü bu şekilde geçiriyoruz. Kuru gıda diye bir şey almak mümkün değil. Zaruri ihtiyaçlarımızı bile gideremiyoruz.”

‘Ekonomik özgürlük şart’

Ne kadar yorulsa da bunalsa da kendi ekmeğini kazanmak Aydoğan için “özgürlüğü” ifade ediyor:

“Ekonomik özgürlük çok güzel bir şey. Az da olsa çok da olsa… Kimseye müdana etmeden kendi paranızı harcamak bile bir özgürlüktür. Bu mesleği seçmekle iyi mi yaptım, kötü mü yaptım bilmiyorum ama ekonomik özgürlük şart. Ben bunu bu kadar net söylüyorum. Herkesin imkanız varken, eli ayağı tutarken çalışmasını tavsiye ediyorum.”

“Ekonomik özgürlüğünüz olmazsa en iyi adamın bile tavrında değişiklikler olur” diye ekliyor Aydoğan. Etrafındaki pek çok farklı kadının hikayelerinden de bahsederek bazen ekonomik özgürlüğünü sağlayan kadınların dahi “kocalarının” baskısına maruz kaldığına dikkat çekiyor:

“Çok üniversite mezunu arkadaşlarım da var. Kendi paralarını alamıyorlar, kocaları el koymuş paralarına. Kocası alıyor parasını. Bu kadar ilginç olaylar da var.”

‘Çok kadın tanıyorum, boşanmak istiyorlar ama…’

Kendi akrabaları ve komşuları arasında aile içi her tür erkek şiddeti yaşayan kadın olduğunu anlatan Aydoğan hukuki sistem ve cezasızlık politikaları nedeniyle çoğu kadının boşanmak istediği halde bu adımı atamadığına dikkat çekiyor:

“Benim ailemde yok ama çevremde bunları yaşayan insanlar var. Adam çalışmıyor mesela ama kadın mağdur olduğu için, çaresiz olduğu için, başka bir olanağı olmadığı için öyle bir erkeğe katlanmak zorunda kalıyor. Bu illa ki dayak da değil; hakaret, sözlü şiddet…  Kocası ‘Sen benden boşanamazsın, ben paşa paşa yatarım sen bana bakarsın ben de yerim’ diyor. Bu da bir şiddet. Böyle çok insan tanıyorum.”

Kendisinin “Ben senin yerinde olsam böyle kocayı boşarım” dediğini aktaran Aydoğan buna karşı kendisine verilen yanıtları şöyle özetledi: “Boşayıp ne yapacağım, bela olur başıma diyorlar. Kendi kuzenlerim mesela… Boşayın kocanızı diyorum, beni rahat bırakmaz ki diyorlar.  Böyle çekeceğim ben bu hayatı diyorlar.”

‘Şikayet ettik, ellerini kollarını sallayarak gezdiler’

Aydoğan’ın kendisi de İstanbul’un gettolarında çalışan bir kadın olarak her an erkek şiddeti ile karşı karşıya kaldığı pek çok olay yaşamış.

“Önceden bu kadar değildi. Ama şimdi her an başıma bir şey gelebilir diye korkuyorum” diyen Aydoğan başından geçen bir olay sonrası kendisini tehdit eden erkeklerin “ellerini kollarını sallayarak” nasıl gezdiğini şöyle anlattı:

“Mafya olman lazım, bu ülkede yaşamak istiyorsan, mafya olman lazım. Bizim burada kavga çıktı, araya girdik. Geldiler bizi burada dükkanda tehdit ettiler. Gittik şikayet ettik, bizim başımıza bir şey gelirse bunlar sorumludur diye… Ne oldu sonra? Ellerini kollarını sallayarak bu adamlar yine gezdiler. Olmayan hukuka mı güveneceğiz? Hangi hukuka güveneceğiz, neye güveneceğiz, nasıl yaşayacağız?”

Foto: Eylül Deniz Yaşar

‘Oy isteme zamanı bitince kimse adımızı anmıyor’

“Aslında toplumda kadın ile erkek bir bütün, bir elmanın iki yarısı gibi benim düşünceme göre. Kadın her yerde. Farkında değil ama insanlar” sözleriyle kadınların toplumsal alanda halen görünür olmadığına dikkat çeken Aydoğan bu durumun oluşmasında hükümetin kadın politikalarının rolüne dikkat çekti:

“Hükümet kadınları bu hale getirdi; kadın çalışmaz dedi, kadın evde otursun, kadın gülmesin, hamile kadın dışarı çıkmasın dedi. İnsanları o kadar rencide eden sözler ki bunlar… Ama tabii gücümüz yetiyor mu bunlara cevap vermeye? Ne yazık ki yetmiyor.”

25 Kasım için kadınlara nasıl bir mesaj vermek istediğini sorduğum Aydoğan “Keşke şiddet gören kadınlara daha çok umut ışığı olabilsek. Benim onlara çağrım, mücadele etsinler. Ama çoğu insanın mücadeleye takati kalmadı, onları da anlıyorum” dedi ve kadınlara daha fazla umut ve destek olmaları konusunda muhalefet partilerine çağrı yaparak sözlerini sonlandırdı:

Muhalefet partileri bu konuda biraz daha aktif olabilirler. Maalesef, benim düşünceme göre, biraz pasif kalıyorlar. Onlar da kendi penceresinden baktığında biz haklıyız diyebilirler ama onlar bizden daha iyi ortamdalar. Sesimizi daha iyi duyurmak için yardımcı olabilirler ama onlar da onu yapmıyorlar yani. İşte bu kadar oluyor… Oy isteyeceği zaman bizi görüyorlar, oy isteme zamanı bittiğinde malesef kimse adımızı bile anmıyor.”