Toplumun ‘empati’ ile ‘sempati’ arasındaki farkı gözden kaçırmasının bedeli 10 milyon yurttaşın eşitlik algısının kırılmasına yol açabilir mi? Bu sorunun cevabını engelliler pekâlâ ‘evet’ olarak yanıtlıyor. Hele ki bu farkı derinleştiren medya araçları ise bu sonuç kaçınılmaz. Medyada sağlamcı bir anlayışla engelli haberlerinin sunulması ve medyada engellilerin nasıl yer almasına dair Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Dairesi Başkanlığı’nın düzenlediği Medya ve Engelliler Çalıştayı’nda ele alındı.
Basında ‘Her şeye rağmen başardı’ başlıklı haberler, engelli kavramının tekerlekli sandalye ile özdeşleştirilmesi ya da en basit haliyle Google’a “engelli” yazınca çıkan sonuçların yoğunlukla mali yönlü sonuçlar olması…
Engelli yurttaşları nasıl tanıyoruz ve ya da nasıl tanımıyoruz?
Engellilik kavramı üzerine düşünüp, konuştuğumuzda engelli yurttaşların ‘eşit yurttaş’ olduğunu ne kadar görmezden geliyoruz?
Daha da önemlisi medya bize engellileri nasıl sunuyor?
Engelliler ve Medya Çalıştayı’ndan medyaya sorumluluk hatırlatması
Diyarbakır’da gerçekleşen ‘Engelliler ve Medya Çalıştayı’nda bu konu ilk kez alenen masaya yatırıldı. Engelliler ve medya mensupları gerçekleştirilen çalıştayda birbirinin gözünün içine baktı.
TÜİK verilerine göre Türkiye’de 10 milyondan fazla engelli yurttaş bulunuyor. Çalıştayın düzenlendiği Diyarbakır’da bu sayı yaklaşık 220 bin.
Çalıştayın moderatörlüğünü üstelenen Sinan Ok, bu verilere işaret ederek, ‘Neden engellilere dair yeteri kadar haber yok?’ diye sordu. Tahmin edildiği gibi engelli yurttaşların bütün sorunları çözüldüğü için değil. Görmezden gelindiği için..
Ya da görüldüğünde bile ‘yanlış görüldüğü’ üzerine kimi verileri paylaştı. Nicel ve nitel eksikliklere işaret etti.
Bu veriler içerisinde nicel eksiklikleri bariz bir şekilde ortaya koydu ve bu kez kendisi basına yanıtlaması için bir soru bıraktı; Bir haberi her zaman niçin yapmıyoruz?
Esas çarpıcı olan ve aslında ‘empati’ ile ‘sempati’nin karıştığı nokta ise nitel eksikliklerde kendini gösterdi.
Sinan Ok, medyanın yoğun olarak ‘Sağlamcılık’ üzerinden engellileri yansıttığını söyledi. Yapılan haberlerin
-Acıma!
-Herşeye Rağmen / Süper Kahraman
-Korkutucu/ ürkütücü Karakter
-Gösteri/ Show
-Yük / Bakıma muhtaç
-Şiddet/ Saldırganlık
-Cinsiyetsizleştirme
-Trajedik
-Tıbbi
-Çocuklaştırma olguları üzerinden gördüğüne işaret etti.
Peş peşe medyada yer alan ‘engelli haberleri’ni örnek gösterdikçe ise engelli yurttaşlar ile eşit yurttaşlık kavramı arasındaki makasın medya tarafından nasıl daha da açıldığını gözler önüne serdi.
Sinan Ok, Medya ile engelliler arasında büyük bir problem olduğunu şerh düştü.
‘Bugünün tanrıları da engellileri eksik ve yetersiz gördüğü için yaşam alanlarında istemez’
Çalıştay’ın dikkat çeken bir diğer konuşmasını ise DEM Parti Engelliler Komisyonu Eşsözcüsü Hatice Betül Çelebi yeni bir perspektif sunarak yaptı.
Çelebi, engelliler için toplumsal dönüşüm adına tarihe not düşen bir Çalıştay olacağını daha ilk cümlelerinde ifade etti. Engelliler ile medyanın ilk kez ortaklaşa bir çalışmaya imza atıldığını da ekledi.
Ardından engelliliği kavramsal olarak ifade eden Çelebi, engelliliğin mitolojik geçmişini ‘Zeus’un oğlu Hephaistos’ üzerinden hatırlattı. “Hephaistos topaldır, gücün ve estetiğin mit haline getirildiği o dünyada Hephaistos kabul görmez ve Zeus onu Olympus’un dışına fırlatır. Baktığımız zaman şuan ki yaşamın örneklerini görüyoruz. Bugün otistik bir çocuğun okul müdürü tarafından dışarı fırlatılır ya da bir veli tarafından. Yani bugünün tanrıları engellileri eksik ve yetersiz gördüğü için kendi yaşam alanlarında istemezler.”
Sağlamcılık anlayışının tarihi: Platon, Aristoteles, Rousseau..
Engelliliğin tarihsel izdüşümüne ilişkin ise sağlamcılık fikrinin de üreticilerinde Platon’un cümlelerini hatırlattı. “Platon, bir ırkı koruyabilmek için hasta ve zayıf olanların öldürülmesi gerektiğini öne sürerek, aslında devlet ırkçılığının biyopolitikasını o günlerden bugünlere inşa etmiştir.”
Çelebi ayrıca, ‘Kadını, eksik erkeklik’ olarak tanımlayan Aristoteles’nin de sağlamcı ve toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı ile ayrımcı inşayı gerçekleştirdiğini söyledi. Ortaçağlarda da yine beden üzerinden ‘bir ödül veya ceza’ uygulamalarının olduğunu dile getirdi.
Engelliliğe dönük bu tarihsel geçmişin günümüzde “Bir engelli ailesine genelde şu söz söylenir, ‘vah vah!’, ‘muhakkak bunun ödülünü alacaksın öbür dünyada’ ya da ‘kimbilir ne suç işledi ki başına bu geldi’ yaklaşımına dönüştüğünü dile getirdi.
Aydınlanma çağında da bedenin bu kez ‘makinaya’ dönüştüğünü belirten Çelebi, ünlü filozof Rousseau’dan bir anektod paylaştı. “Rousseau’nun sakat bir çocuğun eğitimine ilişkin ‘Ben bu sakat çocuğun yetiştirilmesi görevini bir mürebbiyelik olarak değil, bir hasta bakıcılığı olarak görüyorum ve bu sakatın eğitilmesi ile vakit harcama işini başka bir hayırsevere bırakmak istiyorum’ der.” Çelebi günümüzde de aynı anlayışın engelli çocuklar önündeki duvar olduğunu söyledi.
Aydınlanma dönemi ve beden: Modern Hephaistos’lar
Kapitalist modernite yaklaşımında ise bedenin ‘tüketici beden’ olduğunu hatırlatarak, “sağlamcılığın bedenlerin geleneksel tıbbi modellerle bugünün resmi engellilik ideolojisini inşa eden modeldir” dedi. Bu modelin ‘normal olan bedenin, anormal bedene olan üstünlüğü’ anlayışına sahip olduğunu söyledi. Devamında ise ‘Sağlamcılık her zaman herkese eksik hissettirir, daha zayıf, daha uzun, daha güzel vs. Sağlamcılıkla birlikte eksik hissettirme hali bir kazancı ve faydayı getirir. O eksiklikten para kazanılır. Dışlanılan, ötekilenler olarak modern Hephaistos’lar olarak yaşamımızı devam ettiririz” dedi.
‘Engellilik meselesi kesinlikle bir sevgi meselesi değil bir haklar meselesidir’
Söylemler üzerine eleştirilerini de sunan Çelebi, ‘Hala bu toplumda Engelliler Haftası’nı kutlayanlar var’ diyerek kullanılan dilin dönüşmesi gerektiğine dikkat çekti.
Çelebi şu ifadelere dikkat çekti;
-‘Hepimiz bir engelli adayıyız!’
(E hayırlı olsun, çok fazla aday var ön seçim mi yapsak acaba? Kadınların, Kürtlerin, Alevilerin haklarını savunmak için neden onlar gibi olmamız gerekmiyor da neden engellilerin haklarına dair bizim onlarla adaylık ilişkisi kurmamız gerekiyor?)
-Çocuklaştırma ya da melekleştirme
(Bu bakışa göre engelliler bu toplumun insanı değillerdir. Ya ilahi olarak gönderilmiş bir kişi ya da aşağıda çocuklaştırılan. Ya da ‘meleklerimiz’ denir. Açıklıyorum ben 37 yıldır engelliyim ama melek değilim. Kanatlarım da çıkmadı.)
-Engelliler sevgi, ilgi, şefkat ister?
(Biz bu toplumda hiçbir şeyi sevgi ile halledemedik. Keşke sevmeyi öğrenebilsek halledebilirdik. Engellilik meselesi kesinlikle bir sevgi meselesi değil bir haklar meselesidir.)
Çelebi son olarak, ‘Böyle gelmiş böyle gitmesin, şuan çağrımız bütün Türkiye için, ‘ırkçı, sağlamcı, homofobik.. Bu zehirli dili değiştirelim. Önce zehirli dili, sonra zihinlerimizi.”