• Ana Sayfa
  • Manşet
  • Erhan Ürküt yazdı | Kamu güvenliği mi, iktidarın bekası mı? Demirtaş kararının siyasi anatomisi
Erhan Ürküt yazdı | Kamu güvenliği mi, iktidarın bekası mı? Demirtaş kararının siyasi anatomisi
Konuk Yazar 16 Kasım 2025

Erhan Ürküt yazdı | Kamu güvenliği mi, iktidarın bekası mı? Demirtaş kararının siyasi anatomisi

Çalıştığım dükkân ile ev arası yaklaşık 3-4 km vardı. Ustam yol parası verirdi ama ben o parayı dondurma yemek için kullanırdım. Dükkânın önünden Yasin abinin at arabasının arkasına atlar, pastanenin önüne kadar ayaklarımı sarkar gelen arabaları izlerdim. Ama inerken riskleri de vardı. Çünkü at arabası durmazdı. İnmek için koşarak kendini aşağı bırakman lazımdı yoksa düşerdin. Daha da kötüsü araba da çarpabilirdi. Ama dondurma yemenin heyecanı bu risklere değerdi…

Dondurma yemenin keyfi gibi değil ama dün akşam Sayın Demirtaş’ın makam aracı olan kar küreme aracının, arkasına takıldım. Öyle at arabasının arkasına takılmaya benzemiyor. Bir yandan tipi bir yandan üşüme derken bu zorlu yolculuğa eşlik etmek için tecrübe de gerekiyor. Dağ taş bayır, düşsen kurtlara yem olursun. Sıkı giyinmesen hışk olursun (donarsın).

Hışk olmayı da donmayı da göze alarak sürece dair birkaç kelam edeyim.

Çocukluğumuzda yağan karın, bir süre sonra aylarca mahpus hayatı yaşattığı dönemlerden, mahpushane kapılarında ayaz soğuğunda beklemeye geldik.

3 Kasım’da Demirtaş kararının kesinleşmesiyle birlikte bir kısım siyasi figür ve gazeteci; bir saat sonra, yok saatler sonra, yok bu gece yok sabaha karşı… tahliye olacak diye herkesi hop oturtup hop kaldırdı. Bir mahpus yakını ve avukatı olarak ihtimal vermedim. Ama tüm sülalem, arkadaşlar, mahpus yakınları aramaya başladı. Köyün delisi ve dosyayı çok iyi bilen bir avukat olarak her zamanki gibi yıl başından önce tahliye beklemiyorum. Hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararıyla tahliye ihtimalini Türkiye’nin bir anda demokratik olmasına benzetiyorum.

Kobani davasını, salt bir AİHM kararıyla tahliye beklentisi içerisine sokmak hukuki olabilir. Ama bir kısım siyasi aktör açsından iktidarı hala tanıyamadıkları ve siyaseten de süreci okuyamadıklarını gösteriyor.

Bir kısım siyasi figüre dosyanın avukatı olarak şunları söyleyeyim:

Kobani kumpas davasının geldiği aşamada süreç açısından bir kez daha iktidarın, kamu barışı, halkların barışı ve kamu güvenliği arasında sıkıştığını gösteriyor. Kamu düzeni ile de yıllardır sürdürdüğü düzen arasında da gidip geliyor.

Kobani kumpas davası ile ilgili AİHM’in Demirtaş ihlal kararanında da ısrarla bu davanın temel dayanağının kamu güvenliği meselesi olmadığı birçok paragrafında belirtilmişti.

Oysaki Türkiye yargıcı Yüksel muhalefet şerhinde ısrarla; “Bu bağlamda, müdahaleyle ulaşılmak istenen meşru amaçların, 10. madde gereğince, terörle mücadele edilmesi ve ulusal güvenliğin ve kamu güvenliğinin korunması şeklindeki amaçlar izlediğini kabul etmeye hazırım.” Demişti. Gerçi yargıç Yüksel hemen hemen her 18. Madde ihlaline, kamu güvenliğini sağlayan kolluk misali muhalefet şerhi yazmaktan imtina etmiyor.

AİHM ise kamu güvenliği meselesine bakış açısını aslında şöyle ifade etmişti. Demokratik bir hukuk devletinde, kamu güvenliğini sağlama görevi, bireysel hak ve özgürlüklerle sürekli bir denge içinde yürütülmek zorundadır. Bazı temel hakların, “kamu güvenliği” gerekçesiyle kanunla sınırlandırılabileceğini ifade ediyor. Ancak Kobani kumpas davası ile ilgili cezalandırma gerekçesi olan iki adet MYK tweetinin ifade özgürlüğü sınırları açısından değerlendiriyor.

Bu kadar hukuki belirlemeye rağmen ve 3 Kasım’da kesinleşen AİHM Demirtaş kararına rağmen iktidar kamu güvenliğinden öte kendi iktidarının bekası için uygulamayacağı aşikar. Israrla sürecin nihayete ermesi için yapılacak yasal düzenlemeler neticesinde Demirtaş ile birlikte birçok mahpusun tahliye olacağı kanaatindeyim.

Barış sürecine dair herkesin odak noktası hukuki düzenlemeler olmuş. Ancak sürecin salt hukuki düzenlemeler ile değerlendirilmesinin sığ bir görüş olduğu aşikâr. Meselenin Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir adım olarak algılanamaması tehlikeli bir durum. Çünkü iktidar düzenleyeceği en iyi yasaları bile bir gecede tekrar değiştirebilir. Oysa demokratik bir Türkiye’ye bir geçerse bir daha otoriterleşmeye geçmesi çok zor olur.

Daha önce gazeteduvar’da da yazmıştım.

Türkiye’nin demokratikleşmeye adım atması için öncelikle AİHM kararlarından; Selahattin Demirtaş/Türkiye (No.2), Kavala/Türkiye, Bakır/Türkiye, Işıkırık/Türkiye, İmret/Türkiye, Vedat Şorli/Türkiye, Öcalan v. Türkiye (No:2) ve Gurban v. Türkiye kararı gibi kararların uygulanması gerekir.

Böylece hem yasal değişiklikler hızla yapılmış olur hem demokratikleşme adımları hızlı atılır hem de yargıçlar adalet duygusunu topluma hissettirir. Bir yandan da halkların barışını tahakküm etme noktasında önemli bir eşik aşılmış olur.

Bir kez daha söyleyeyim, Sayın Demirtaş’ın tahliyesine yönelik her sorumsuzca söylem, birçok mahpus yakınının kavuşma hayallerini yerle yeksan ediyor.

Umarım yanılırım!

Düşünce özgürlüğünün ve bu bağlamda eleştiri özgürlüğünün bulunmadığı yerde yaşam, çekilmez hale gelir; “ifade özgürlüğü yoksa, hayat fakirdir.” (Herman Schwartz, Radikal, 23 Mart 2007, s.10)

Erhan Ürküt, Avukat, Diyarbakır Barosu üyesi

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.