Kandıra’da tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, Suruç Katliamı’nın onuncu yılında bir yazı kaleme aldı.
Etkin Haber Ajansı’nda yayınlanan yazı şu şekilde:
Bugüne düş yolcularının izinden ve onların değerini bilerek, üstüne değer katarak geldik. 33’lerin yolunu, temsil ettiği ve tarihselleştirdiği çizgiyi savunmak, bugün onların anısını, mücadelesini diri tutmanın en doğru yoludur. Çizgi, sayılamayacak kadar çok noktadan oluşur ama tek bir noktadaki kırılma, onu yukarıya ya da aşağıya çeker. Suruç, bir kırılma noktasıydı ve çizgiyi yukarıya çekti. Bugün o düzeyin altına düşülmediği ve düşülemeyeceği ortada. 2015 Temmuz’unda ölümsüzleşen canlarımız ve onların yüzünü Kobanê’ye çeviren paradigma, Türkiye ve bölge politiğine seviye kazandırmıştır. Ama aynı zamanda o seviyeyi daha yukarı çekme görevi yüklemiştir.
Düşle Gerçek Arasında
Fani ömre yaltaklanmadan
Yaşamayı sevdik biz
Siz ey gidenler
Arkasına bakmadan!
Hatırlayışların göğsüne takılan
Ölümsüzlük çiçeğidir isminiz
Adınızı söyleyince
Yıkılır teker teker
Kelimelerden kurulan kuleler
Bin sözümüz
Bir düş bir yürüyüş etmez
Sadece yıl döner durmaksızın
Dönmez çağın ufkuna gidenler
Ah, gölgesi uzuyor özleyişlerin
Yaman Temmuz sıcağında kavruluyor yine
Toza bulanmış gülüşleriniz
Artık yakın gelecekteyiz
Yolunuzda peşinizdeyiz.
Figen Yüksekdağ
Toplumlar tarihinde yüz yıla bedel on yıllar vardır; ya da on yıllara bedel bir günler. 20 Temmuz böyle bir gündü ve üstünden geçen zamanda derin izler bıraktı. Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’nun son 10 yıllık serencamını Suruç katliamından ve yüzünü Kobanê’ye dönerek toplumsal harekete ilham veren sosyalist çizgiden bağımsız okuyamazsınız. Tersi de geçerlidir: Toplumsal siyasetin bölgesel koşulları, Rojava devrimi, Gezi’den Kobanê’ye uzanan halkların direniş dinamiği de Suruç iradesini belirlemiştir. Birbirine doğru akan, bazı anlarda birleşip çavlana dönüşen, bazen farklı yataklar açan hareketler, devasa bir tarih oluşturmuştur. Hala o tarihin izindeyiz, içindeyiz. Çünkü devasa değişimleri, alt üst oluşları, devrimci yeniyi içinde barındıran hiçbir süreç, toplumun yaşamından bıçakla kesilir gibi koparılamaz. Bir deneyime, birikime ve geleceğin kaldıracına dönüşür. Suruç’ta kendini gösteren ve aşağılık bir katliamcılıkla tarihten silineceği sanılan irade böyle bir role sahiptir.
Tam da bu nedenle Suruç, halklarımız ve adaletten, kardeşlikten, özgürlükten, barıştan yana yol arayanlar için sadece bir katliamın sembolik adı değildir. Elbette sol yanımız hala biraz yaslı, yaralı. Ama halkların birleşik mücadelesinin, gençliğin geleceği gören ve oraya yürüyen ferasetinin 10 yıl boyunca güncelliğini koruduğunu da biliyoruz. Katliam Türkiye sosyalist hareketine vurulmuş ağır bir darbeydi. “Genç, nitelikli insan gücüne, eylem iradesine öyle acımasız vuralım ki, değil Suruç’a gelen ve Kobanê’ye gitmeye cüret eden sosyalistler; onları gören herkes burnunu dışarı çıkaramasın” saldırısıydı. Ama plan ters döndü. 33 düş yolcusunun duruşunu, yürüyüşünü sahiplenen başta yoldaşları ve gençlik örgütleri, uzun sürecek bir katliam-zindan-darbe döngüsüne karşı demokratik direnişin yeni kapısını açtılar. Startını Suruç katliamıyla alan ve toplumun üstüne kabus gibi çöken yıllar boyunca haklılığına güven ve meşruiyet bilinciyle teslimiyete, tasfiyeye boyun eğilmediyse, geliştirilen o refleksin ve politik çizginin payı büyüktür. Yani bugüne düş yolcularının izinden ve onların değerini bilerek, üstüne değer katarak geldik. 33’lerin yolunu, temsil ettiği ve tarihselleştirdiği çizgiyi savunmak, bugün onların anısını, mücadelesini diri tutmanın en doğru yoludur.
Çizgi, sayılamayacak kadar çok noktadan oluşur, ama tek bir noktadaki kırılma, onu yukarıya ya da aşağıya çeker. Suruç, bir kırılma noktasıydı ve çizgiyi yukarıya çekti. Bugün o düzeyin altına düşülmediği ve düşülemeyeceği ortada. 2015 Temmuz’unda ölümsüzleşen canlarımız ve onların yüzünü Kobanê’ye çeviren paradigma, Türkiye ve bölge politiğine seviye kazandırmıştır. Ama aynı zamanda o seviyeyi daha yukarı çekme görevi yüklemiştir.
Suruç iradesi dünün toplumsal politik yön ve ihtiyaçlarını kavrayan bir hareket olduğu kadar günümüzün, anın görevlerine de ışık tutuyor. Birinci görev elbette, katliamın bütün boyutlarıyla aydınlatılması, sorumluların hesap vermesi ve adalet haykırışlarının karşılığını bulması için verilen mücadeleyi tamamına erdirmektir. 10 yıl boyunca ayak altı edilen adalet duygusunu yerden kaldırmak için emsal teşkil eden bir mücadele verildiği doğrudur. “Herkes için adalet” şiarıyla bütünleşik zemine evrilen ve o zeminin merkezi olan, süreklileşmiş bir hareket yaratılmıştır. 10. yıldönümü vesilesiyle bu hareketi yeniden organize edecek kapsam genişletme, sonuç alma odaklı hedefler belirlemek önemli bir ileri adım olur. Hem gençlik hem de toplumsal politik alandan bakarak böyle bir enerji ve mücadele tazeleme yönelimine ihtiyaç var. “Yol bir, sürek binbir” demişler; Suruç’un izinden yol sürerken gidişin, yürüyüşün binbir biçimini, duygusunu, enerjisini bulmak da biz arkada kalanların görevidir.
İkincisi, güncel politik hareketin ve halkların birleşik devrimci değişim çizgisinin özgün gereklerine Suruç ruhuyla, iradesiyle cevap olabilmektir. Son aylarda siyasetin merkezine yerleşen Kürt sorununa çözüm hedefli süreç, sosyalist gençliğin ve hareketin nitelikli sorumluluk üstlenme karakterini daha önemli hale getiriyor. Zira uzun ve toplumsal yaşam dinamiklerini kırıp geçiren bir savaş ortamında bu noktaya gelindiyse, Kürt özgürlük hareketinin büyük ve bedeli ağır mücadelesiyle gelindi. Bu mücadeleye Suruç’ta ve daha nice zor zamanda-zeminde sosyalistlerin, enternasyonal devrimcilerin de kanı, emeği karıştı. Şimdi Kürt halk önderi Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’yla başlayan süreç özgürlük, demokrasi, sosyalizm hedefiyle ve birleşik halklar hareketi çizgisiyle yeni görevlerin, tarihsel sorumlulukların kapısını açtı.
Şüphesiz ki, halklarımızın ve derin yaralarıyla, kayıplarıyla barışa, demokrasiye özlem duyan Kürt halkının birleşik toplumsal hareketiyle bu süreç asıl anlamı, hakikatiyle buluşabilir. Barışın toplumsallaştırılması ve politik özgürlüğün kazanılması yoluyla tutarlı, dinamik, nitelikli rol oynayacak mihverlerin başında dün olduğu gibi bugün de sosyalistler, kadınlar, gençler gelir. Demokratik barışı, savaş gerçeğini iliklerine kadar yaşayanlar ve onu fazlasıyla hak edenler kurabilir sadece. Sosyalist gençler 10 yıl önce yıkılıp paramparça edilmiş bir kenti, Kobanê’yi yeniden kurma inancı, iradesiyle yola çıkmışlardı. 33 canımız gözleriyle Kobanê’nin küllerinden doğuşunu göremediler belki, ama düşlerinin gerçeğe dönüşünü bütün ezilen halkların bakışlarıyla izlediler. Aylar boyunca savaş yıkıntılarının altından cenazelerini çıkaran bir halkın, yaşam bitti denilen bir kentin mucizesine kurulan köprü oldular. Yıllardır şovenizmle, şiddetle, zulümle bağrından ikiye yarılmış bu kadim yurtta, Suruç ölümsüzlerinin kurduğu köprüye artık daha fazla ihtiyaç var. Çünkü zor görüneni başaracak, mümküne giden yolları açacak güç, onların batıdan doğuya canıyla, ruhuyla, bilinciyle kurduğu köprüden geçiyor.
10 yılın ardından bir kez daha anlıyoruz ki, düş gerçeğin büyüsüdür. Gerçek düşte, düşüncede değişir, gelişir. Katı gerçeği düşle büyüler, eylemle sarmalar ve değiştirir devrimci insan. Onlar genç devrimci kadın ve erkeklerdi; sosyalist emekçiler, gönüllülerdi. Kana, baruta bulanmış, savaşla, adaletsizlikle kirletilmiş bir devranda temiz, arı düşler görebilecek, peşinden gidebilecek kadar güzel insanlardı. Gerçeğimizi değiştirip, bizleri halis bir hakikate kavuşturdular. 10 yıl daha geçse, hayatın ve mücadelenin toplumsal akışında duruk bir anı olmayacaklar. Çünkü onlar sadece düş yolcusu değil geleceğin kendisiydi. Bizimle birlikte akacaklar.
*HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ (Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi)