Yaklaşık 2000 yıl önce Romalılar’ın sürgüne gönderdiği Yahudilerin çocukları tarafından 1948’de bir Batı kolonisi olarak kurulduğundan bu yana İsrail, Filistin’de yaşayan Müslüman ve Hıristiyan Arapları mütemadiyen ya öldürüyor ya da sürüyor. Oysa hem Musa tarafından Mısır’dan çıkarılıp yerleştirildiklerinde, Filistin’de Filistinliler vardı, hem de Romalılar sürgüne gönderdiklerinde o topraklarda Filistinliler var olmaya devam ediyordu.
1948’den itibaren hiç bitmeyen Arap İsrail çatışmalarında Filistinlilerin bir kısmı Lübnan, Suriye, Ürdün gibi komşu ülkelerde mülteci kamplarında yaşamaya zorlanırken bir kısmı da Gazze ve Batı Şeria gibi Filistin içi mülteci kamplarında toplandılar. Gazze, 1967’deki 6 Gün Savaşları’na kadar Mısır’ın gözetimi altındaki Filistin toprağı idi. Bu savaştan sonra Mısır Gazze’yi ve kendi toprağı olan Sina’yı, Suriye Golan Tepeleri’ni, Ürdün ise kendi gözetimi altındaki Filistin toprağı olan Doğu Kudüs’ü ve Batı Şeria’yı kaybetti.
Bugünlerde tarihin ve uluslararası ilişkilerin seyrini değiştiren Gazze’ye gelecek olursak, İsrail, FKÖ ile imzaladığı Oslo anlaşmaları çerçevesinde 2005’te Gazze’den çekildi. Nüfus yoğunluğu açısından Dünya’nın en kalabalık yeri olan Gazze’nin yaklaşık 2,3 milyonluk nüfusu bir kaç Hıristiyan Arap köyü hariç tamamen Müslümandır. 2006’da yapılan seçimleri Hamas kazanınca İsrail önce seçim sonuçlarını tanımadı; oysa seçimler, eski ABD başkanı Carter’ın da dahil olduğu uluslararası gözlemcilerce adil ve demokratik olmakla nitelendirilmişti. Sonra Gazze’yi havadan, karadan ve denizden tamamen ablukaya alıp, aynı bugünlerde yaptığı gibi, temel ihtiyaç maddelerinin ve tıbbi malzemelerin girişini engelleyerek halkın yeni seçilenlere isyan etmesini bekledi; nafile. 2008 yılı sonu itibariyle de, hastaneler, okullar, camiler, BM tesisleri, sivil yerleşim yerleri, kadınlar, çocuklar, yaşlılar demeden savaş hukukunu hiçe sayacak şekilde yoğun saldırılar başlattı. İsrail’in Gazze’ye düzenlediği her bir saldırı, kendi lehine büyük bir diplomatik ve teknolojik asimetri koşullarında oluyor ve Filistinliler Dünya’nın gözleri önünde, Arap komşularının sessiz onayı ile soykırıma maruz bırakılıyordu.
Bu umutsuz tablo, 7 Ekim 2023’te, Yahya Sinvar öncülüğünde, tüm Filistinli örgütlerin katılımıyla adeta bir huruç harekatına, kuşatmayı yarma ve hayata erişme savaşına dönüştürüldü. İlk baskının şokunu üzerinden atan İsrail daha sonra tam anlamıyla savaşı tarihte eşi görülmemiş bir soykırıma çevirdi. Hamas’a ve Hizbullah’a ağır askeri darbeler indirdi ve liderleriyle beraber neredeyse tüm önemli kadrolarını katletti. Bu süreç, askeri olarak hezimet gibi görünse de, şehadeti en fiyakalı ölümle taçlandıran Yahya Sinvar fedailiği, İsrail’in ve neredeyse tüm Batılı devletlerin ve kurumların maskelerini indirerek insanlık adına büyük bir zafere imza atmıştır. Bu süreçte İsrail’in uluslararası mahkemelerde yargılanması ve Dünya kamuoyundaki sempatisinin dağılmasını sağlandı. Bugünlerde Ortadoğu ziyaretine çıkacak olan Trump’ın şimdilik İsraili ziyaret planına almamış olması tarihte rastlanılmış bir olay değildi. Ayrıca, geçtiğimiz günlerde ABD-Yemen arasında imzalanan ateşkes anlaşmasında ve yine bugünlerde ABD ile Filistin arasında devam eden Gazze görüşmelerinde İsrail’in by pass edilmiş olması ve Türkiye’nin Suriye’de kurmayı planladığı askeri üslere saldırı düzenleyen İsrail’in Trump tarafından açıkça kamuoyu önünde makul olmamakla suçlanması, taşınmaz bir yüke dönüşmekte olan İsrail imajını güçlendirdi. Anlaşılan, Araplara silah pazarlama taktiği olarak gündeme getirilen Gazze rivierası hikayesinin sonuna gelindiği gibi Batı Şeria’nın ilhakı gibi megalo idea’nın da sonuna gelindi. Şimdilik İsrail maksimalizmi ağır bir yenilgi almıştır
7 Ekim savaşı askeri olarak Gazze aleyhine dönüşmeye başlayınca İsrail’in Direniş Ekseni lojistiğinin en kritik halkası olan Suriye’ye yöneleceği aşikardı. İsrail’in Suriye’ye olası askeri müdahalesi, hem rejim değişikliğine hem de özellikle Kuzeydoğu Suriye’de SDG tarafından 10 yıldan fazla süredir fiili olarak özerk yönetilen Rojava’nın ya bağımsızlaşması ya da yeni Suriye sisteminde anayasal statüye kavuşması ihtimalini ortaya çıkaracaktı. Türkiye, tıpkı Saddam sonrası Irak’ında olduğu gibi, Esed sonrası Suriye’sinde de, Kürtler’in anayasal statüye sahip olmasını kendisine dönük varoluşsal bir tehdit olarak kabul edecek ve engellemeye çalışacaktı. Mamafih, önceleri kırmızı çizgi diye engel olmaya çalıştığı federatif Irak’ın sonraları en rahat ilişki kurabildiği kesimi Kürdistan Bölgesel Yönetimi olmuştu, belki Suriye’de de öyle olacaktı ama, yine de, Suriye Arap Cumhuriyeti’ni, Kürdü statüsüzleşmiş Suriye’ye tercih ediyordu.
2024 Ekim’ine; henüz Esed rejiminin düşmediği ama yakın zamanda İsrail müdahalesiyle düşmesi kuvvetle muhtemel gürüldüğü şartlarda gelindi. Türkiye’yi yönetenler, Suriye Kürtleri üzerinde büyük bir etkiye sahip olan Öcalan’ın kapısını, bu projeksiyona dayalı olarak çalmak durumunda kaldılar. Böylece 2015’te buzdolabına kaldırılan çözüm süreci kaldığı yerden devam ettirilecek ve bu vesileyle de Öcalan’dan Suriye Kürtlüğü üzerindeki nüfuzunu kullanması istenecekti. 41 yıldır büyük bedellere mal olan çatışmaları yürüten örgütün 9 Mayıs 2025 “Hayırlı Cuma” günü feshine giden “Terörsüz Türkiye” sürecine bu konjonktürde girildi.
Sonuçları açısından bakıldığında, 7 Ekim savaşı, ya da Yahya Sinvar fedailiği, tüm Dünya’da en üst medeni seviye olma iddiasındaki Batılı burjuva demokrasilerinin ya da Öcalan’ın ifadesiyle Kapitalist Modernite’nin maskesini indirmiş, Ortadoğu’da büyük dönüşümlere yol açmış, Türkiye ve Suriye zemininde kilitlenmiş Kürt sorunun düğümünün çözülmesine vesile olmuştur.
Öyleyse, tekrar tarihe dönüp baktığımızda göreceğiz ki, Filistin, Türkiyeli Türk ve Kürt örgütlerinin ilk silahlı eğitim aldıkları ve ilk uluslararası dayanışma şehitlerini toprağa verdikleri mübarek direniş coğrafyasının adıdır. Filistin, bir taraftan da, büyük usta Yahya Sinvar’ı ve onbinlerce yoldaşını vererek İmralı’nın kapılarını açan, Qamışlo’nun ve Amed’in yüzünü aydınlatan, böylelikle Selahaddin’e şükran borcunu ödeyen mübarek coğrafyanın adıdır. Kürd’ün kurtuluşunu, işgalci, soykırımcı, hukuk tanımaz, insanlık bilmez Siyonist rejimde arayanlara inat, Selahaddin’den 1970lere, ezilenlerin bereketli dayanışmasını geleceğe bir umut ışığı olarak tutmuş aziz toprakların adıdır Filistin.
Büyük dönüşümler büyük adamların işidir. Tarihin havını tersine tararsak, göreceğiz ki, tıpkı yaklaşık 800 yıl önce olduğu gibi, Ortadoğuyu bu iki halk, bu iki büyük mücadele azmi ve bu iki büyük ekol şekillendirecek.