“En çok hikâyelerini bilmediklerimize düşman oluruz” diyor Slavoj Žižek. Ezberlerimizin çoğu, gerçeği araştırmadan, kulaktan dolma, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma ya da medyanın dezenformasyonuna uğramış bilgilendirmelere dayalıdır. Bu sonuncusu çok daha etkilidir. Çünkü medya artık öyle bir güç haline gelmiştir ki insanların düşünce ve davranışlarını denetleme, toplumun yapısını, kurulu düzenini ve bireyler arasında cereyan eden toplumsal ilişkileri yeniden yaratma, yeniden şekillendirme, yeniden üretme ve yorumlama gücüne ve yeteneğine sahiptir.
Alfred Adler, savaş karşıtı bir yazısında, halkın savaşçı bir eğilimle beslendiğinde, propagandalar ile birlikte, özellikle kişilikleri ve yaşantıları ile ilgili sorunlar da yaşıyorlarsa, savaş fanatiği hâline gelebildiğini belirtir. Adler’e göre: “Halkın çoğunluğu, durumu yeterince netlikte bilemedikleri ve değerlendiremedikleri için, baştaki yöneticilerin isteği ile savaşa destek verir.”
Yapılan araştırmalar, en büyük etkilenmenin ve erozyonun yeterli bilinç ve seçicilik düzeyine erişememiş insanlar üzerinde görüldüğünü söylese de, aslında sadece bu gruplar değil, hepimiz bir şekilde bu değişimin içinde yer alıyoruz.
***
“Bilişsel Çelişki Kuramı”na göre, insanlar davranışlarını ve düşüncelerini önceki değerlerine göre belirler. Bu değerler: inançlar, tutumlar ve gereksinimleri olabilir. Zamanla veya çevresel faktörlerle edindiğimiz tüm bu değerler kişiliğimize yön verir. İnsan, birçok değere sahip olabilir. Zaman içinde bu değerlerine tezat oluşturabilecek birtakım verilerle karşılaşabilir. Bu veriler, kendi varsayımlarıyla çelişirse, bilişsel çatışma yani bilişsel çelişki oluşur. Bu ve buna benzer davranışlar, gerçeklere olan karşı duruşu tanımlar. Kişiler, kendi inançları için sonradan ortaya çıkan uyumsuzlukları kabul etmeme iradesini gösterebilirler. Eğer bir konuya tamamen inanıyorsak, onun yanlış olmasını istemeyiz. İşte tam bu noktada gerçeklerle yüzleşmekten ya kaçarız ya da ona karşı koyarız.
Yine bu kurama göre, insanlar veya toplumlar inandıkları şeylere karşı gelen konulara saldırma eğilimindedir. Bunu yaparken farklı metotlar denerler. Örneğin, karşı görüş hiç var olmamış gibi davranırlar. Yani onu görmezden ve duymazdan gelirler. Böylece uyumsuzlukla yüzleşmezler ve bir nebze olsun kendilerini kandırmaya devam ederler. Ancak bunu yaparken o kadar başarılıdırlar ki, bunun bir kandırma olduğunu fark etmezler. Diğer bir yöntem ise, ne olursa olsun görüşlerini ortodoksça savunmalarıdır. Bunun için saldırgan bir tavır alırlar, karşıt görüşü sadece çürütmek istemezler, onu yok etme arzusu da duyarlar. Çünkü bu onlara göre kendilerine yapılmış bir saldırıdır.
İnsanın insana karşı başlattığı taarruzun haklılığını ya da haksızlığını tartışmaya yanaşmıyoruz. Oysa hakkaniyet dediğimiz şey biraz da hayatın sağlamasını yapma cesareti ve erdemidir. Yüzleştirebilmektir, araştırıp hakikatleri ortaya dökebilmektir. Yüzleştirip doğruyu bilebilmektir. Yüzleşmeyen hayatın kibri, pervasızlığı, acımasızlığı ve bencilliği ortadadır. Yüzleşmek hayatın kendi doğal akışını bulmasının bir yoludur. Bu yüzden adaletin terazisinde yüzleştirmeli hayatları.