Gıda kolisi mi, gıda hakkı mı?

Gıda kolisi mi, gıda hakkı mı?
  • Yayınlanma: 6 Kasım 2025 12:17

Mamdani, kimliğini aşan bir siyasetle, kentin kalbinde eşitlik, konut ve gıda hakkı üzerine kurulu bir programla zafer kazandı. Bu sonuç, başka bir siyasetin mümkün olduğunun işareti.

Mamdani’nin kampanyasının merkezindeki “vaatlerden bir tanesi de “gıda hakkı” idi. Bronx ve Queens’in “gıda çöllerinde” yaşayan yüz binlerce insan için kamusal süpermarketler, üretici ağları ve topluluk destekli tarım sistemleri kurmayı vaat etti. Gıdayı bir lütuf değil, bir yurttaşlık hakkı olarak ele aldı. Bu anlayış, bizdeki koliler, aşevleri ve sadaka kültürüne dayalı politikaların tam karşısında duruyor.

Oysa gıda, sosyal yardım değil, bir haktır. Devletin görevi, insanlara “yardım etmek” değil, gıdaya erişimi güvence altına almaktır.

Türkiye’de tarımın tasfiyesi, üreticinin borç sarmalı ve zincir market tekelleri, gıdayı hem pahalı hem ulaşılamaz hale getirdi. Bir yanda üretici ürününü yok pahasına satarken, diğer yanda tüketici aynı ürüne üç kat fiyat ödüyor. Bu koşullarda dağıtılan koliler geçici bir nefes, ama yoksulluğun kökenine dokunmuyor. Bu çelişkiyi çözmenin yolu, gıdayı piyasanın değil kamusal planlamanın konusu haline getirmekten geçiyor.

Gıda hakkı yalnızca sofraya gelen ekmekle sınırlı değildir; topraktan sofraya uzanan tüm sürecin demokratikleşmesiyle mümkündür. Gıdanın üretiminden dağıtımına, pazarlanmasından tüketimine kadar her aşamada halkın söz ve karar sahibi olması gerekir. Bu da toprak, tohum, su, üretim biçimleri ve fiyat politikaları üzerinde kamusal egemenliğin yeniden kurulması anlamına gelir. Gıdayı yalnızca piyasa dinamiklerine bıraktığımızda, hem üretici hem tüketici aynı zincirlerin esiri olur; bir yanda borçlu çiftçi, diğer yanda sağlıksız ve pahalı gıdaya mahkûm edilen kent yoksulu kalır.

Kentle kır arasındaki kopuş onarılmadan, üretim ve tüketim arasındaki zincir kısaltılmadan, gıda hakkı yalnızca bir slogan olarak kalır. Oysa üreticinin emeğiyle tüketicinin yaşam hakkı arasındaki bu köprüyü yeniden kurmak, hem ekonomik bağımsızlığın hem de ekolojik sürdürülebilirliğin temelidir.

Demek ki Türkiye’de hem yerel hem merkezi yönetimler için açık bir görev var:

Sağlıklı, besleyici ve ulaşılabilir gıdaya erişimi herkes için güvence altına alacak bir politika çerçevesi oluşturmak. Bunun anlamı şudur: Okul, hastane ve yurt yemekhanelerinde yerel üretim kullanılmalı; kent bostanları ve kırsal kooperatifler desteklenmeli; küçük üreticiye doğrudan satış kanalları açılmalı; kadın üreticiler ve göçmen emekçiler için özel fonlar ayrılmalıdır. Gıda politikası, sosyal yardım dairelerinin değil, tarım, sağlık, eğitim ve planlama kurumlarının ortak sorumluluğu olmalıdır.

Mamdani’nin zaferi, kentte gıdayı yeniden kamusallaştırmanın ve dayanışma ekonomilerini büyütmenin mümkün olduğunu gösterdi. Türkiye’de de aynı soruyu sormanın zamanı geldi:

Gıda kolisi mi, gıda hakkı mı?

Bizim yanıtımız belli olmalı.