Gizli saklı birkaç notun içinde Kirpinin Zarafeti
Başak Canda 10 Ağustos 2025

Gizli saklı birkaç notun içinde Kirpinin Zarafeti

Kirpi ve zarafet sözcüklerinin nasıl bir araya gelebileceğini düşünürken kitabı elime aldığımda buldum yanıtını. Muriel Barbery’in Kirpinin Zarafeti romanını okuyunca içeriğinin derinliğiyle adının bütünleştiğini gördüm. Çünkü resim, tarih, felsefe, siyaset, sosyoloji, psikoloji, müzik gibi sanat ve edebiyatın, yine gastronomi gibi hayatı bütünleyen her bir disipline dair sorgulamalar, insanda keşif duygusu yarattığı gibi, anlam ve anlamlandırmaya da neden oluyor. Bu da onun çizgisinin keskinliğini gösteriyor. Ancak bu keskinlik onu bazen yıkıcı bir dile götürürken, tersi durumda da oldukça mütevazı kılabiliyor.

Barbery, hayatın en büyük ayrıntısından en küçüğüne dair olabilecekleri önümüze serer. Sevdiği insanların bile küçük tuhaflıkları gözünden kaçmaz ama bunları gösterirken onların yaşam koşullarına da değinir. Kederci değil, ama kaderlerinin dokusunu ören tüm olayların bir sebebi olduğunu bilir. Bu yüzden yaşananların mantıklı bir açıklaması olduğunu düşünür ve sebep sonuç ilişkisine bakar. Bir tür denge gibi. Üzücü olduğu kadar düşündürten ama bir o kadar da eğlenceli yanlarının olduğu dokunaklı tek bir hikâyenin merkezindeyizdir aslında. Kişilerin hikâyeleridir asıl olan.

Tüm anlatım tek bir mekânda, sekiz zengin daire ve bir kapıcı kulübesinin olduğu Grenelle Sokağı’ndaki 7 numaradaki apartmanda geçiyor. 27 yıldır kapıcılık yapan Renée, 54 yaşında ve çekici olmayan bir görünüme sahip. 17 yaşındayken evlendiği eşi ile de pek mutlu olduğu yansımaz yazdıklarında. Yazdıklarında diyorum çünkü roman günlükler şeklinde ilerler. Günlüğünde kendi hayatı kadar toplumun durumu hakkında görüşlerine de eşlik ederiz. İnsan ilişkilerinin kırılganlığında kendi tarafının keskinliği biraz ince yanlarımıza dokunur hatta. Ancak bunun doğruluğu yerini korur.

Edebiyat ise onda daha bir özeldir. Yazar çoğumuzun bildiği dünya edebiyatında yer tutmuş isimlerden portreler sunarak unutulmamanın galerisini oluşturmuş. Daha çok: “Biz dünyayı bilincimizin onun hakkında söyleyebileceği kadarıyla biliriz,…” diyen Kant’tan etkilenmiştir. Onun düşüncelerine hayranlık duyduğuna dair ifadelerinden anlıyoruz bunu. Annesinin bütün Balzac’ları okumuş olduğunu ve her yemekte Flaubert’ten alıntılar yaptığına bakılırsa, Renée’nin ilgisinin nedeni anlaşılır. Edmund Husserl idealizmi için; “Onun adı, bana, Vaftizci kilisedeki karanlık bir bölünmenin ayarttığı rahiplerin giydiği bir abanın markasını hatırlatıyor.” diyecek kadar da eleştirel bakar.

Edebi tercihlerinde Rus edebiyatına, özellikle Tolstoy’a karşı zaafının olduğunu kedisinin adının Lev olmasından anlıyoruz. Lev’den önceki kedisinin ismi Dongo ve bu isim Fabrice del Dongo’dan geliyor. Hep kedileri olmuş bir kahraman Renée. İlk kedisinin adı da Anna Karanina’nın Karenina’sı. Polisiye romanlarına utanılacak bir ilgisinin olduğunu, dünya edebiyatının çoğunu okuduğu bilgisini buluruz. Hollandalı sanatçılara hayranlığını söyler. Güzelliğin ifadelerine duyarlıdır. Renée bir sinema tutkunu aynı zamanda. Klasik sinemayı, özellikle Japon sinemasını seviyor.

Peki bir kapıcı için tüm bunlar çok değil mi? Alışageldik bir yaklaşımla düşünürsek; fazla bile. Bu sorunun tek cevabı var: Çok okuması ve dünya klasiklerinin yanına farklı edebi metinler, farklı disiplinleri de eklemesi… Buna bir de merakını ekliyor. Psikoloji, sosyoloji, felsefe okuması onu zekâsının zayıflıklarından ziyade, kendi düşüncelerinin çarpık kıvrımlarına dair sorular oluşturmasıdır. Bunu söylemekten de çekinmez. Ama yine saklandığı şey de budur. Kendi gerçeğinin farkındadır ve bunun arkasına saklanma gereği duyar hep. “…kapıcı ve kendi kendini yetiştirmiş biri olan ben, Renée, rahat bir kapıcı dairesine kapanıp kalmış olmama rağmen, kitlenin kusurlarından beni koruması gereken tecrite rağmen, dahası, içine çekildiğim engin dünyanın evrimlerini bilmeyen bu utanç verici karantinaya rağmen, ben, Renée, – Marx okuyan ve Terminatör’ü görmeye sürü halinde giden yüksek okullu küçük Pallièreslerden ya da Assas’ta hukuk öğrenimi gören ve Aşk Engel Tanımaz’ın karşısında hıçkıran küçük Badoiselardan oluşan -günümüz seçkinlerini hareketlendiren aynı dönüşümlerin tanığı olmam, kendime gelmemi zorlaştıran bir şoktur.”

On iki yaşındaki Paloma Josse, üniversite düzeyinde olağanüstü zekâsı ve algısıyla Renée’nin gizlediği hayatının küçük işaretlerinden anlar ve yavaş yavaş o hayata dâhil olur. Kitaba ismini veren tanımı; “kirpinin zarafeti”ni onda görür. Giderek ona olan sevgisinin ayrıntılarında yaşamın varoluşsal sebeplerini sorgulamaya başlar. Çünkü Paloma, yaşamanın bir anlamı olmadığını düşündüğü için ölüm tarihini belirlemiştir ve intihar etmeyi planlıyordur. O da günlük tutar, intiharına bir tür hazırlıktır bu günlükler. Ölüm ve yaşama ilişkin varoluşsal sancıları sorgulayan, sorular soran, kolaycılığa kaçmadan, kendince bulduğu cevapları da hemen yanıtlayan bir etkileme gücünün satırlara dökülüşünü okuruz. Ölümle yaşam iyi ya da kötü inşa edilmiş bir yapının sonuçlarıdır. Önemli olan iyi inşa etmektir. Paloma’nın peşinde olduğu da tam da bu felsefe anlayışıdır.

“Gelecek zaman, yaşayanların gerçek projeleriyle şimdiki zamanı inşa etmeye yarar.” Bu yolda Paloma yalnız değildir. Bir gün aynı apartman dairelerinden birine taşınan Japon Kakuro Ozu da Renée’nin cahil bir kapıcı olmadığını aslında engin bir kültüre sahip olduğunu fark etmesiyle yaşamının günlük rutini de değişir. Renée’nin idollerinden biri olan aynı adı taşıyan Japon film yapımcısına olan hayranlığı nedeniyle Ozu’ya yakınlığı başlar. Ancak bu sadece isim benzerliğidir. Bu yakınlık bir çok şeyin sorgulanması anlamına geliyor. Her bireyin sosyal statüsü, insan ilişkileri, hayal kırıklıkları, kırılganlıkları, yalnızlığı, bayağılıkları, umursamamazlıkları, yadırgamaları en çok da ait olmama hissi ve ölüm. Ama en çok da Renée’nin binadaki, onun insan olduğunu fark etmeyen zengin insanların çoğundan daha kültürlü olduğu paradoksu.

“Güzellik nerededir? Diğerleri gibi ölmeye mahkûm büyük şeylerin içinde mi, yoksa hiçbir iddiada bulunmadan, anın içine bir sonsuzluk tomurcuğu yerleştirmeyi bilen küçük şeylerde mi?” Konuların, malzemenin ve tekniğin çeşitliliğine rağmen; aynı zamanın gereklerini yaşama, o zamanın kültürünü aşamama karşıtlığını Paloma’nın sorularından anlarız. Böyle bir varoluşun anlamsızlığına ve geçiciliğine rağmen; yapısının imkan tanıdığından başka bir şeyi asla görmeyen, bencil her bakışın biricikliğine alternatif çizmiş yazar. Bunu da Kakuro karakteriyle büyük ressamların dehasının gizemini kalbe nüfuz etmişliğine götürüp bir film karesine dönüştürür gibi izlettirir. Çoğumuzun bakış açısını esir alan uygunluk biçimine büyük bir atıf vardır aslında. Nesnelerin ve etkileşimlerinin gücünü hissetmeyi, onların dayanışmasını, onları çeken ya da iten manyetik alanları görmemizi sağlar Renée, Kakuro ve Paloma ilişkisinde. “Uygun biçimin zamandışılığı.” olarak tanımlanır kitapta bu ilişki. Böylece “Sanat neye yarar?” sorusunun, “Duygularımızı şekillendirir ve görünür kılar.” cevabının haklılığını bir kez daha kabulleniriz yazarın kaleminden.

Kitaptan uyarlanmış Yaşamaya Değer adlı filmi de izledim. Yaşamımızda sıradan gibi duran nesneler ile duyumsamalarımızın yönünü değiştirmeyi başarmış yönetmen Mona Achache. Bu güzelliklerin tasvirleri yeniden yapılmış farklı alanlardan çekimlerle. Anlatım içine anlatım sığdırılmış Paloma’nın kamerasından gördüklerimizde. Bunun için çok büyük çabalar harcamaya da gerek yok. Sadece duruşumuzu, gözümüzü kaydırmamız, çevremizi gözlemleyerek nesnelerin yerlerini değiştirmemiz yeterli. Ya kavanozdaki balık olup koronun devamı olacağız ya istisna olup gidişata iz bırakacağız. Paloma’nın zekâsı bu yol açışta öncü. Onunla birlikte sıradanlıklarımızın aslında fark etmeyle nasıl değiştiğinin peşine düşüyoruz. Günlük hayatlarımızın sıkıcılığının aslında kendi ideallerimizle bağ kurup renklenebileceğini izleriz. Çok farklı dediğimiz hayatların kesişmesidir bu. Çok farklı dediğimiz karakterlerin buluşmasıdır bu. Hikâye basit olabilir ama edebiyat ve zekâ; filmi de zenginleştiriyor ve değiştirme gücünü gözler önüne seriyor. Muriel Barbery’nin sosyal sınıf yüzeyselliğini eleştirel zekâyı kullanarak alt etmesini filmde de görmek sevindirici. İnsan yüzeyselliğini, karakterlerin gerçek psikolojilerini de aşkın zaferi ile yenilebileceğini görmek de ayrı bir hissiyat.

Film ile kitabın ortaklaştırdığı duyguyla bitireyim yazıyı. Hayatın en temel iki kavramı olan ölüm ve yaşamı olabildiğince anlayabileceğimiz yalınlıkta buluruz. Filmin sonunda aynen şöyledir bu anlatım: “Önemli olan ölmek değil ki, öldüğün sırada ne yaptığın.” Çünkü Renee talihsiz bir şekilde ölür ve öldüğü sırada hayatında hiç yaşamadığı bir aşka, sevmeye hazırdır. Paloma da yaşamaya.


 Kirpinin Zarafeti, Muriel Barbery, Çeviren: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yayınevi, Beşinci Basım 2018

 

 

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.