Efsaneye göre, kaos içindeki Frigya’nın Gordion şehrinde, Kuzey’den gelen Kimmerlerin çıkardığı yangınla şehir iyice zor duruma düşmüştür. Duruma çare bulmak için kahine giden halka, arabasıyla şehre giren ilk kişinin şehrin kralı olacağı söylenir. Şehre arabasıyla giren ilk kişi, ailesiyle birlikte gelen Gordios ya da başka bir anlatıya göre oğlu Midas’tır. Böylece Gordios/Midas şehrin yeni kralı seçilir ve arabasını, başı sonu belli olmayan karmaşık bir düğümle bir direğe bağlar. Kahine göre, düğümü çözen Asya’nın da sahibi olacaktır.
Bu arada Büyük İskender, ordu komutanlarına tüm ordularını Gordion’da toplama emri vermiş ve şehri fethetmişti. Şehir halkı İskender’e, Asya fatihi olmak için direğe bağlı arabanın düğümünün çözülmesiyle ilgili kehanetten bahseder. Burada, efsanenin sonu ile ilgili iki farklı anlatı vardır. Biri, İskender’in düğümü çözmek için çok uğraştığı ve çözemeyeceğini anlaması üzerine kılıcıyla düğümünü parçaladığı, diğeri ise, ipin “estor” denilen ucundan tutup çekerek düğümü kolayca çözdüğü şeklindedir.
Efsaneler çağından günümüze gelecek olursak, 1. Dünya Savaşı sonrası Türk’ün, Arap’ın, Ermeni’nin etnik ve siyasal taleplerine uyan çözümler üreten statüko, Ortadoğu’da Kürtler üzerine bir Gordion düğümü attı. Bölge devletleriyle kıyaslandığında, görece en büyük Kürt nüfus barındıran Türkiye, bu düğümün en çözülmezini bu topraklarda attı. Kısacası, Gordion Düğümü 1918-24 arasında atıldı.
Etnik olmadığını iddia ettiği ama apaçık etnik köken referanslı vatandaşlık tanımıyla, özellikle otoktan Kürt halkını inkar eden, “Türkiye ahalisi, din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur”; ya da “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir”; ya da “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” tanımları ile ve buna itirazları bastırmak için hem askeri hem de “Şark İslahat planı”yla sosyal, siyasal mühendislik tedbirleriyle, bu düğüm iyice sağlamlaştırıldı.
Kısmen de olsa Irak’ta ve İran’da Kürtlerin siyasi olmasa da etnik kimlikleri tanınıyordu; o yüzden düğümün oralara düşen kısmının çözümü Suriye’ye ve Türkiye’ye düşen kısmına göre nispeten daha az zor görünüyordu. Nitekim, Körfez savaşıyla, 1991’de Irak’ta kısmi bir çözüm gerçekleşti. Suriye’deki durum ise, Türkiye’dekine benzer olmakla birlikte, oransal olarak Suriye Kürt nüfusu diğer bölge ülkeleriyle kıyaslandığında hem daha az hem de hatırı sayılır kısmı Kuzey’den göç et(tiril)mişti ve vatandaşlıkları dahi yoktu.
Düğümün Suriye’ye ve Türkiye’ye düşen kısmı, 2011 Arap Baharı etkisiyle dağılmaya başlayan, 8 Aralık 2024’te ise tamamen çöken Suriye’de çözülecek gibi duruyor.
Nitekim, bundan 4 ay önce iktidar tarafından başlatılan “Ekim Süreci”nden ve sürecin muhatabı olarak ilan edilen Öcalan’ın İmralı ziyaretleri sonrası kamuoyuna açıklanan görüşlerinden de, durumun bu şekilde değerlendirildiği anlaşılıyor. Hatta, sadece Suriye bağlamıyla Türkiye’deki Kürt sorunu değil, daha kapsamlı bir çözümlemeyle, Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ı da ilgilendiren bir perspektifle Kürt sorununun ele alındığı ve “ya bizim çözümümüz ya ABD’nin çözümü” denilerek iki çözüm arasındaki perspektif farkına vurgu yapıldığı anlaşılıyor.
Bu farklılık, sadece Kürtlerin sorununa odaklanan etnik temelli ulus yaklaşımı ile SDG merkezli Kuzeydoğu Suriye’de uygulanan ve etnik temelli olmayan, daha çok demokratik paydada buluşmayı esas alan ama farklılıkları da tanıyan “demokratik ulus” anlayışı arasındaki farktan oluşuyor. Yani sadece Suriye Kürt’ünün sorununa odaklanan, “etnik temelli” ABD’nin ulus tanımı ile Kuzeydoğu Suriye’de uygulama imkanı bulan, tüm kimlikleri tanıyan “demokratik ulus” tanımı arasındaki tercihle çözülecek bu sorun. Buna bağlı olarak da çözümün seyri, ya daha eşitlikçi ve sürdürülebilir olarak devam edecek ya da, diğer etnik gruplarla kalıcı husumeti tetikleyen ve sonuç itibarıyla yaşaması için kalıcı bir şekilde ABD ve işgalci soykırımcı İsrail’in sürekli himmetine muhtaç olarak devam edecek.
Türkiye’nin yeni Suriye yönetimine telkini ise, 1923’ten bu yana kendisinin de yapageldiği gibi, başat etnik ve inanç kimliği üzerine oturan vatandaşlık ve devlet tanımı perspektifine dayalı. Nitekim 8 Aralık sonrası Şam’ın yeni sahibi Colani, geçtiğimiz günlerde, Kürdü, Alevisi, Dürzisi, Ermenisi, Yezidisi, Çerkesi olmayan, sadece Selefi yandaşlarından oluşan bir heyetle toplanarak, kendisini Suriye’nin geçici devlet başkanı ilan ettirdi ve yeni Suriye’nin adını, tıpkı Baas Suriye’sinde olduğu gibi, Suriye Arap Cumhuriyeti olarak ilan etti. Devletin isminin Arap Cumhuriyeti olması konusu Türk Dışişleri Bakanı tarafından da daha önceleri defalarca vurgulanmıştı.
Özetleyecek olursak, yeni Suriye’nin Kürt sorununa dair çözümü üç perspektiften birine dayalı olarak ele alınacak:
Ya Türkiye’nin telkin ettiği ve Suriye Arap Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olmayı esas alıp etnik ve dini kimlikleri görünmez kılan perspektif, ya Kürt sorununu etnik temelli ulus tanımı esasıyla ele alan ABD/İsrail perspektifi ya da SDG eliyle pratize edilen ve tüm farklılıkları kabul eden demokratik ulus temelli çözüm. Her bir çözümün sonuçları ve komplikasyonları yukarıda özetle ifade edildi.
Sonuç olarak, tarihin bizi getirdiği bu noktada, ya Gordion’un düğümü çözülecek ya da düğümün üzerine düğümler atılacak.
Fakat bu sefer, düğümü çözecek olan, ya da bir başka deyişle arabayı özgürleştirecek olan, sadece Asya’nın değil Afrikanın ve yakın Avrupa’nın da fatihi olacak ve İslam’ın rönesansının patentine de sahip alacak.
Hodri meydan. Yeni Ortadoğu ve İslam Dünyası, ya Türkiye’nin de desteklediği Neo Suudçu ulus tanımıyla ya da tüm farklılıkları kabul eden demokratik ulus tanımıyla şekil alacak. Hep beraber göreceğiz.