• Ana Sayfa
  • Manşet
  • Gültan Kışanak: Türkiye’yi kurtaracak şey yerel demokrasidir

Gültan Kışanak: Türkiye’yi kurtaracak şey yerel demokrasidir

Gültan Kışanak, İlke TV’de katıldığı programda hem İsrail-İran savaşı hem de Kürt sorunu bağlamında barış süreci ve demokratikleşme konusunda önemli açıklamalarda bulundu. Kışanak, Kürt siyasal hareketinin demokratik siyasete hazır olduğunu, çözüm sürecinin ise hızla ilerlemesi gerektiğini vurguladı.

Gültan Kışanak: Türkiye’yi kurtaracak şey yerel demokrasidir
İlke TV
  • Yayınlanma: 27 Haziran 2025 11:31
  • Güncellenme: 27 Haziran 2025 14:04

Program: Dilek Odabaş – Editör: Damla Yılmaz


Kürt siyasetinin önemli isimlerinden Gültan Kışanak, İlke TV’de yayımlanan Konuşma Zamanı programında Ortadoğu’daki çatışma dinamiklerinden Türkiye’deki çözüm sürecine, Kürtlerin bölgesel konumundan PKK’nin fesih kararına, yerel demokrasiden kadınların barıştaki rolüne kadar pek çok başlıkta kapsamlı değerlendirmelerde bulundu.

Kışanak’a göre İsrail-İran gerilimi, Ortadoğu’da derinleşen mezhep temelli kamplaşmanın ve küresel güçlerin müdahale alanı yaratma çabasının yeni bir evresi. Bu çatışmalı ortamda Kürtlerin sınır değişikliği hedeflemeksizin sunduğu demokratik çözüm modeli ise sadece kendi halkları için değil, tüm bölge halkları için barışçıl bir alternatif sunuyor. Kışanak, Türkiye’de atılacak adımların yalnızca iç politikayı değil, Suriye başta olmak üzere tüm bölgeyi etkileyeceğini söylüyor.

PKK’nin silah bırakma ve fesih kararını değerlendiren Kışanak, hükümetin bu adımı yasal zemine taşıyacak düzenlemeleri ivedilikle hayata geçirmesi gerektiğini vurguluyor. Ayrıca meclisin demokratikleşme yönünde yasa yapma sorumluluğuna dikkat çekerken, yerel yönetimlere yönelik baskıların çözüm sürecini zayıflattığını ifade ediyor.

Kadınların barış süreçlerindeki rolünü de hatırlatan Kışanak, aktif ve eşit yurttaşlık temelinde yürütülecek ortak bir mücadeleyle hem Kürtlerin hem Alevilerin taleplerinin görünür kılınabileceğini belirtiyor. Türkiye’nin demokratik geleceği için hem iç barışın hem de toplumsal müzakere zeminlerinin acilen güçlendirilmesi gerektiğini söylüyor.

İşte sorular ve cevaplar:

Yeni süreçte İran eksenli gerilimin zaman zaman tırmanacağını ve ihtiyaç duyuldukça büyütülebilecek bir sorun alanı olarak karşımızda kalmaya devam edeceğini düşünüyorum.

İsrail – İran Savaşı’nı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bölgedeki gelişmeler, orada yaşayan Kürtlerin durumuna dair genel değerlendirmeniz ne olur?

Ortadoğu, elli yılı aşkın süredir sürekli bir çatışma hali içinde. Kürtler ve Filistinliler gibi kadim halklar bu siyasal sistemler içerisinde nefes alacak alan bulamadıkları gibi, sürekli yeni baskı dalgalarıyla da karşı karşıya kalıyorlar. Bugün İsrail-İran çatışmasıyla geldiğimiz nokta, aslında 7 Ekim saldırılarıyla başlayan ve ardından Gazze’nin yerle bir edilmesine dünya kamuoyunun seyirci kalmasıyla ilerleyen sürecin bir devamı. Bu yaşananları bir son değil, yeni bir dönemin başlangıcı olarak görüyorum.

Yeni süreçte İran eksenli gerilimin zaman zaman tırmanacağını ve ihtiyaç duyuldukça büyütülebilecek bir sorun alanı olarak karşımızda kalmaya devam edeceğini düşünüyorum. Şu anki ateşkes, bildiğimiz üzere ABD Başkanı Trump’ın öncelikleri doğrultusunda geçici olarak sağlanmış durumda. Bu ateşkesin nereye evrileceği, nasıl bir seyir izleyeceği konusunda ise henüz gerçekçi ve somut bir öngörü yok.

Gerilimin tırmanma ihtimali yüksek çünkü saldırıların gerekçesi nükleer enerji konusu. İran, artık nükleer çalışmalarını uluslararası denetime kapattı. Bu da ABD ile başlaması muhtemel görüşmelerin ön şartı haline geldi. İran her ne kadar nükleer silah üretmeyeceğini söylese de, uranyum zenginleştirme ve nükleer enerji kullanımı konusunda ısrarcı.

Bir diğer boyut ise İran’ın Şii ekseninde, son iki yılda çok büyük darbeler almış olması. Mezhepsel ve ideolojik gerilim hem Yemen, hem Lübnan, hem Suriye, hem de kısmen Irak’ta halen sürüyor. Mezhep temelli kamplaşma hâlâ bölgenin önemli sorunlarından biri olarak önümüzde duruyor.

Daha da çarpıcısı, Amerika’nın Türkiye büyükelçisi ve Suriye özel temsilcisi “Sykes-Picot bitti” dedi. Bu, yüz yıl önce varılan uzlaşmadan artık vazgeçildiği ve yeni bir uzlaşmanın yolunun güç kullanılarak aranacağı anlamına geliyor.

Yani bölgede şimdilik bir durgunluk olsa da Filistin meselesi, Suriye’deki belirsiz Şam yönetimi ve İran’la ilgili tartışmalar nedeniyle Ortadoğu diken üstünde. Gerilim alanlarımız hâlâ duruyor.

Türkiye’de demokratik bir dönüşüm yaşanırsa, bu diğer ülkeleri de olumlu etkileyebilir.

Tüm bu gelişmeler içerisinde Kürtlerin bölgedeki durumunu ve konumunu nasıl görüyorsunuz?

Kürtler, bulundukları her ülkede sınırları değiştirme amacı taşımadan, demokratik çözüme açık olduklarını söylüyor. “Haklarımızdan vazgeçmeyiz ama sınırlarla da bir sorunumuz yok” diyorlar. Bu tutum, teorik ve politik olarak çözüm sunan bir perspektif. Birlikte yaşadıkları devletlerden kimliklerinin tanınmasını, ortak bir demokratik gelecek kurulmasını talep ediyorlar. Bu da çok değerli bir çözüm imkanı sunuyor.

Abdullah Öcalan bu yaklaşımı yalnızca Kürtler için değil, tüm Ortadoğu halkları için bir model olarak öneriyor. Yeni devletler kurma arayışlarının, hegomon güçlerce araçsallaştırılıp halkların çatışma zeminine sürüklenmesini büyük bir tehlike olarak görüyor ve bunun yerine demokratik çözüm perspektifini savunuyor. Bu da bölge için önemli bir fırsat oluşturuyor.

Fakat ülkelerin bu çözüme ne ölçüde karşılık vereceği hâlâ bir sorun alanı. Türkiye’de bir süreç var ve bu çok kritik çünkü hem Kürt nüfusun büyük kısmı burada yaşıyor hem de Türkiye, bölgeyi etkileyebilecek güçte bir ülke. Türkiye’de demokratik bir dönüşüm yaşanırsa, bu diğer ülkeleri de olumlu etkileyebilir. Bu yüzden Türkiye’deki sürece özel önem veriyoruz.

Öte yandan, Suriye’de SDG ile Şam yönetimi arasında yapılan 10 maddelik bir anlaşma ve buna bağlı oluşturulan komiteler var. Ancak ilerleme yavaş. Asıl mesele olan, Kürtlerin ve diğer halkların yeni siyasal sistemdeki konumu, yönetime katılım biçimi gibi konular henüz gündeme alınmış değil. Eğitim ve göçle ilgili bazı çalışmalar yürütülüyor ama siyasal çözüme dair net bir ilerleme şimdilik yok.

Zayıf, dışlayıcı ve çatışmacı bir yönetimin, Suriye’de istikrarı sağlama ihtimali yok.

Abdullah Öcalan’ın da buraya dair bir eleştirisi vardı. Ömer Öcalan, bayram ziyaretinden sonra yaptığı bir açıklama da söylemişti. Oradaki işleyişin ağır gittiğine dair 10 Mart’ta yapılan o 8 maddelik anlaşmanın hayata geçmesi gerektiğinin altını çiziyor. Bu ağır ilerleyişteki etkenin sebebi ne olabilir?

Şam’daki yönetimi bölgenin büyük devletleri domine ediyorlar, etkilemek istiyorlar. Buna Türkiye de dahil buna Suudi Arabistan da dahil. Başta Amerika olmak üzere, başka küresel güçler de dahil. Yani biraz Suriye halkının bileşenleri sakin bir şekilde kendi siyasal geleceklerini konuşamıyorlar. Bu önemli bir problem alanı ki SDG yöneticilerinden zaman zaman bunu duyuyoruz.

Hani Şam’la daha kolay anlaşırız ama bazı önerilerimizin reddedilmesi yönünde onlara da baskı yapılıyor diye.  Bu bir problem alanı,  bunun çözülmesinin ne kadar elzem olduğunu birkaç gün önce Şam’daki bir kiliseye yapılan baskında 20 kişinin yaşamını yitirmesi ve çok sayıda insanın yaralanmasıyla bir kez daha gördük. Zayıf, dışlayıcı ve çatışmacı bir yönetimin, Suriye’de istikrarı sağlama ihtimali yok.

Orada hala gerçek anlamda terör grupları son derece lojistik desteği de insan kaynağına da, ilişki ağlarına da sahipler ve bunları yapabiliyorlar. Ve Şam’daki bu zayıf yönetimin bunları durdurma ihtimali yok.  Oysa biz biliyoruz ki 12 yıldır SDG’nin kontrol ettiği bir şekilde daha demokratik bir yönetim kurmaya çalıştığı bölgede uzunca bir zamandır ender saldırılar oluyor. Çünkü bir demokratik nizam az çok oturmuş, güvenlik bir toplum için en önemli şeydir. Güvenliği sağlayabilecek imkanlara sahip. Bunun model alınması, bunun geliştirilmesi lazım. Maalesef biraz yavaş gidiyor.

Sizce bu yavaş ilerleyiş noktasında Türkiye’nin nasıl bir etkisi var sizce?

Türkiye’deki süreç biraz hızlanırsa oraya da olumlu etkisi olabileceğini düşünüyorum. Türkiye’nin şimdiye kadar bazı yanlış tartışmalarla zaman kaybettiğini düşünüyorum. O yanlış tartışmalardan birisi son saldırıda da gördüğümüz gibi güvenlik sorunu. Güvenlik en önemli sorun alanlarından birisi ve halkın en temeli ihtiyacı. Nusayrilere yönelik saldırıları da gördük, Alevilerin katledildiğini gördük. Dürzilerle gerilim var.

Yani Suriye’de istikrarlı bir yönetimin Kuzeydoğu Suriye bölgesindeki güvenlik perspektifinden ve imkanlarından aslında yararlanması gerekiyor.  Yani bunu dışlayan, bunu tasfiye etmeye çalışan değil bunu tüm Suriye genelinde, toplumun halkların, insanların, farklı kimliklerin daha güven içerisinde yaşayabileceği bir gelecek için değerlendirmek ve bu model üzerinden güvenliği daha güçlü bir şekilde tesis etmek gerekir. Oysa biz Türkiye’de çok yanlış bir şekilde onlar ne zaman silah bırakacak, nasıl tasvir edilecek konuştuk.

Şimdi umarım buradaki süreç biraz daha hızlı ilerleyince bunun Suriye’ye de olumlu katkıları olacaktır diye düşünüyorum.

‘Yeni süreçte iç etkenler de bölgedeki gelişmeler önemli’

Devlet Bahçeli, “Ortadoğu’da barış istiyorsak önce Türkiye’de sağlamalıyız” demişti. 12 Mayıs’ta PKK’nin fesih ve silah bırakma kararı açıklandı ancak hükümetten somut bir adım gelmedi. Sizce süreç neden yavaş ilerliyor? Bu yavaşlık normal mi, yoksa bir gecikme mi söz konusu?
Ekim ayından bu yana sekiz ay geçti ve sekiz ay az bir zaman değil, uzun bir zaman. Ortadoğu gibi bu kadar yirmi dört saatte nelerin olacağı bilinmeyen bir coğrafyada yeni süreçte iç etkenler de çok önemli ama bölgedeki gelişmeler de önemli bir etken. O nedenle bu 8 ay iyi değerlendirilmedi.

Bir kere tüm tarafların bu konuda biraz zamanı nasıl kullandık diye bir muhasebe yapması gereken süreç geride kaldı. Bunun altını çizmek gerekiyor. Bölgedeki kritik durum ve küresel güçlerin bölgeye yönelik planları da düşünüldüğünde biraz daha hızlı hareket edilmesi gerekiyordu.

Daha da önemlisi bizim toplum olarak acelemiz var. 50 yılımızı yoğun bir çatışma süreciyle geçirdik. Çok büyük değerlerimizi kaybettik, insanlarımızı kaybettik. Binlerce insan hayallerini gerçekleştirmeden maalesef genç yaşlarında yaşamlarını yitirdiler.  Ve bizim artık bir canı daha yitmeye tahammülümüz yok.

Meclis’e düşen görevler

Meclis yasama organıdır, yasa yapması lazım; yapacağı yasa da çok açık ve net:  Silahını bırakan insanlar ne olacak? Silahını bırakan insanların gelip legal, demokratik hayata dahil olabilmesinin imkanlarını yaratmak gerekiyor. Çünkü iradi olarak,  tek taraflı olarak bu kararı vermiş ve “biz artık silahları bırakmak istiyoruz, bunu doğru bir araç olarak görmüyoruz ve demokratik siyaseti tercih ediyoruz, mücadelemizi demokratik siyaset yoluyla yürüteceğiz” diyorsa bir devletin yapması gereken, bir parlamentonun yapması gereken hiç geciktirmeden bir an önce bir yasal düzenleme yapıp bu insanların demokratik hayata,  sivil hayata katılmasının imkanlarını yaratmaktır.

Meclisin iki tane görevi var. Bir iktidarı denetlemek ve asli görevi de yasa yapmak. Kürt sorununun çözümü konusunda da rol oynayacaksa iki şey yapacak. Birincisi denetleme yapacak; süreç doğru gidiyor mu, gitmiyor mu, sorun nedir, neleri çözmek lazım diye bu konuda çalışmalar yürütecek. İkincisi; yasa çıkartacak. Ama bugüne kadar bu konuda ayak direnmiş olması,  gerçekten süreci biraz geciktirdi. Önümüzdeki süreci de böyle rahat rahat kullanırsak,  işlerimizi o kadar zamana yayarsak başka sorun alanları çıkabilir, başka sıkıntılar çıkabilir.  Hem iç hem dış nedenlerle, hem vicdani nedenlerle,  hem gerçekte demokrasinin gereği olarak bir an önce demokratikleşme konusunda bir ısrar varsa, bir çaba varsa biz demokratik siyaseti daha güçlü bir şekilde yürütmek ve demokratik siyaset araçlarına dönmek deniliyorsa bunun imkanlarının hızlı bir şekilde yaratılması gerekiyor.

PKK’nin fesih kararı Kürtler tarafından nasıl karşılandı? Bundan sonraki süreçte nasıl bir mücadele hattına girecek Kürt hareketi? Hem Abdullah Öcalan’ın hem PKK’nin fesih metninde de perspektif niteliğinde bazı açıklamalar vardı. Barış ve demokratik toplum,  demokratik sosyalizm meselesi gibi, yerel demokrasi… Bu kavramların anlamı yeni süreçte ne ifade ettiğine dair değerlendirmelerini neler?

Bazen meseleleri büyüterek anlaşılmaz kılıyoruz. Biraz sadeleştirmek iyi bir şey. Şöyle çok somut net olarak bu işi sadeleştirebiliriz. PKK diye bir örgüt vardı, kuruldu, amacı belliydi, stratejisi belliydi, kullandığı araçlar belliydi, yol yöntemleri belliydi ve bu konuda Abdullah Öcalan, bu örgütün kurucusu sıfatıyla kendisi dedi ki ben o dönemin siyasal koşulları içerisinde, dünya konjonktürü içerisinde,  reel sosyalizmin de etkisiyle böyle bir ulusal kurtuluş ve devlet kurma hedefiyle yola çıktım. Fakat bugün gelinen aşamada görüyorum ki bu hem mümkün değil hem de gerekli değil. Ben bundan vazgeçiyorum. Burayı sadeleştirdik. PKK de kendi kongresini topladı.  Bu konuda kararını aldı. Abdullah Öcalan eğer bu sürece öncülük ederse bu kararları biz hayata geçirmek için hazırız, dediler.  Hem silahları devre dışı bırakma konusunda hem de PKK’yi fes etme konusunda net kararlarını aldılar. O nedenle o konuyu o bağlamda sadeleştirip orayı hızlı bir şekilde yürüyebileceği, sorunsuz yürüyebileceği yasal imkanları yaratmak lazım.

3 kademede demokratikleşme için Meclis çalışmaları yapılmalı:

1)         Fesih kararı sonrası yasal imkanların yaratılması

2)         Güven artırıcı adımlar için cezaevindeki siyasi ve hasta tutsakların serbest bırakılması

3)         Ülke dışına gitmek zorunda kalmış siyasetçilerin, siyasi parti çalışanlarının dönüş imkanlarının yaratılması

En aykırı görüşlerin bile savunulabilmesi, konuşulabilmesi,  imkanlarının yaratılması lazım. Parlamentonun öncelikli görevlerinden biri de bu.

Şimdi burada şöyle bir durum var sanki iktidar tarafından “önce silahı bıraktıklarını bir görelim, fotoğrafını bir görelim” gibi sembolik bir durum mümkün mü?

Bunlar taktiklerdir. Eğer sembolik böyle bir şey görmek istiyorsa bunları görüşürler, konuşurlar ki şu anda herkes herkesle konuşuyor, görüşüyor.  Böyle bir sembolik adıma ihtiyaçlar varsa belki böyle bir seremoni de yapılabilir. Mesele buysa, biraz psikolojiyi yönetmekse,  bir sembolik adım görmek istiyorlarsa belki buna dair gelişmeler de görebiliriz önümüzdeki günlerde.  Ama önemli olan,  gerçek anlamda silahı bir sorun olmaktan çıkartmak isteniyorsa,  bu konuda bir taraf kararlılığını beyan etmiş, dünyaya ilan etmiş; bütün dünya bunu birinci haber olarak vermiş. Artık buradan yok ben vazgeçtim yapmıyorum, diyecek bir durum yok yani. Bunun yasal imkanlarını yaratmak gerekiyor.

PKK buradan geriye dönüp yeniden silahlanıyorum demez mi diyorsunuz?

Yok, öyle bir şey yok çünkü bu bir müzakere konusu da değildi. Yani bu bir pazarlık sonucu verilmiş bir karar değil, onun için yarın da vazgeçerim gibi bir durum söz konusu değil. Bir pazarlık falan yok ortada. İradi olarak, politik olarak, ideolojik olarak,  paradigmasal olarak gelinen aşamada “biz artık böyle bir yöntemi ve böyle bir aracı Türkiye’de kullanmayacağız, bunu doğru bulmuyoruz,  bunu değiştirmek istiyoruz” diyorlar.

İki taban arasında ortaklaşma nasıl sağlanacak?

27 Şubat’taki Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı yapılırken de bu vesileyle, saygıyla, rahmetle analım Sayın Sırrı Süreyya Önder, yazılı metin okunduktan sonra sözlü olarak bir cümle daha eklemişti; hukuki ve siyasal gerekliliklerin yerine getirilmesi, diye.  Daha o günden biz hepimiz kamuoyunda gördük ki aslında uzlaşmaya varılamadığı için o cümle, o maddeye konulmamış. Çünkü o metnin tamamı iktidarla, devletle Abdullah Öcalan üzerine çalıştıkları, mutabık kaldıkları bir metindi. Fakat hukuki ve siyasi gereklilik konusunu o metne yazılmasına itiraz da etmemişler ama yazmamışlar da tamam, sözlü beyan edin diye böyle bir ortada bırakılmış bir konuydu.

Şimdi artık bizim bunu bir ortada kalmışlıktan kurtarmamız gerekiyor. Bütün diğer çatışma çözüm süreçlerinde de benzer şeyler yaşanıyor. Taraflar sürece farklı isimler verebilirler. Belki politik psikoloji açısından kendi toplumsal tabanlarını daha konsolide edebilmek ve doğru yönetebilmek açısından buna ihtiyaç duyabilirler.  Ama pratik adımlar konusunda artık hukuki ve siyasi gerekliliğin de ne kadar elzem olduğu,  işte bu hukuki ve siyasi gereklilikler yapılmazsa 8 ay geçer. Ortada sadece Abdullah Öcalan’ın çağrısı ve PKK’nin aldığı kararla kalırız.  Onun için bu bir süreç ve bu sürecin muhatabı devlet, parlamento, yasal düzenlemeler,  muhatabı demokratik siyasetin öndeki engelleri kaldıracak yasaların çıkması.

‘Muhalefet sorunun esasını konuşmaktan kendisini geri tutuyor’

Türkiye’de DEM Parti belediyelerine, CHP belediyelerine atanmış kayyımlar var. CHP’ye devam eden operasyonlar var.  İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve beraberindeki belediye başkanları, bürokratlar, tutuklular, kayyım davası var. Tüm bunların olması sürece bir zarar vermiyor mu? İktidar niye burada bir ısrarcı tavır içerisinde?

İşte şimdi burada gerçekten muhalefet kendisine nasıl bir rol biçiyor, bu önemli bir konu. Muhalefet ben talep ederim iktidar da yapsın diyorsa bir siyaset tarzı yok. Bizde muhalefet itiraz etmek ve talep etmek üzere kendini konumlandırıyor. Bu doğru bir yöntem değil. Çözüm iddiasını ortaya koyması lazım. İtiraz eden, eleştiren sadece beğenmeyen, şikayet eden olunca da kendini iktidar alternatif haline getiremiyor.

‘Yerel seçilmişlerin güvencesi yok, seçilmişlik güvencesi gerekir’

Türkiye’nin altına imza attığı Avrupa Yerel Yönetimler özellik şartında yerel yöneticilerin de seçilmişlik güvencesinden yararlanması gereken madde var.  Türkiye siyaseti muhalefeti bunu bile konuşmuyor.  Yani seçilmişlik güvencesi sadece yasama dokunulmazlığından ibaret değildir. Yani sen halkın oylarıyla seçilmiş bir insana atanmış bir bakanı,  görevden alma yetkisi vermişsen orada bir kriz var. Ama biz bunları kökeninden, temelinden konuşacak, bunları gerçekten dert edecek ve çözüm önerecek,  kendini çözüm alternatif haline getirecek ciddi ve güçlü bir muhalefet yapma konusunda lütfen kendimize öz eleştirsel yaklaşalım.

‘Türkiye’yi kurtarcak şey yerel demokrasidir’

Merkezi iktidarla yerel idare arasında sürekli bir kavga halinden kurtulmanın önemli bir yöntemi olabilir. Valilerin seçimle iş başına gelmesi üzerine çalışmak gerekiyor.

Muhalefetin bir bütün olarak toplumun demokrasi ve barış talebini ortaklaştırma noktasında adımlar atabildiğini düşünüyor musunuz?

CHP yönelik yoğun bir baskı dönemi var.  Belediye başkanları tutuklanıyor, yolsuzluk adı altında soruşturmalar yürütülüyor.  Bürokratlar tutuklanıyor.  Her gün yeni bir operasyona güne başlıyoruz.  O da yetmedi CHP’ye kayyım atanacak diye kurultay mahkemelik oldu. CHP’nin içi kaynıyor.  CHP kendi iç sorunları büyüdü. Maalesef o anlamda biraz önce dediğim Bu büyük ciddi muhalefet sorumluluğunu yapabilmek için de birazcık kafasını kaldırabilecek halde olması lazım.  CHP’de böyle bir zor bir dönem var.  Oldukça zor bir dönem.  Bunu kabul etmek lazım ve bu baskıların hiçbirinin gerekçesi ne olursa olsun kabul edilemez olduğunun net bir şekilde buradan altını çizmek istiyorum.

‘Önemli kriz alanlarını önceleyen bir demokratik muhalefet programı açığa çıkarılmalı’

Bu önemli kriz alanlarını şu şekilde sıralayabiliriz,

1)         Yerel demokrasinin güçlendirilmesi

2)         Anadili konusu: Kamusal alanda anadili kullanımı çalışmaları yapılabilir

3)         İfade özgürlüğü

4)         Kadına yönelik şiddetin durdurulması

5)         Cezaevlerinin boşaltılması, siyasi tutuklamalara son verilmesi

Şöyle demiştiniz, Türk’ün bölünme, Kürdün kandırılma korkusunu aşabilmesi için sosyal diyalog kanallarının açılması lazım…

Kürtlerin kaygılarına dair tarihsel yaşanmışlıklar var,  yakın dönemde yaşadığımız çözüm süreçlerinin akamete uğraması deneyimi var.  Yani bu nedenle kaygılar var. Diğer tarafta da bölünme korkusu var. Hala zaman zaman bunlar tetikleniyor ama yan yana gelindiğinde bunları gidermek daha mümkün.

‘İktidarı dönüştürecek olan da onun kendi toplumsal tabanıdır’

Kendi toplumsal tabanından refleks almadan iktidar değişmez. Onun için politik karar vericilere yönelik eleştirilerimiz var, tepkilerimiz var, canımızı yakan uygulamaları var.  Ama iktidarın hitap ettiği toplumsal tabanla diyalog kurmak, onlarla birlikte tartışmak orada bir değişimi tetiklemek karşılıklı birbirinden etkilenmek,  süreci ileri götürecek önemli bir çalışma olur.

‘Kadınlar etik ve ilkesel olarak barışın yanında dururlar’

Ben özellikle kadınları da sormak istiyorum size.  Her dönem aslında kadınların pek çok toplumsal kesimden daha önce refleks gösterdiğini şahit oluyoruz ülkemizde barış süreçlerinde. Geçmiş dönemde de Barış İçin Kadın Girişimi vardı. Bu dönem Barışa İhtiyacım Var diye bir platform kuruldu kadınlar tarafından. Kadınların barış süreçlerinde aktif olması, müzakere masalarında yer almasının süreci ne gibi bir katkısı olur?

Bu birkaç nedenle bu çalışma hem önemli hem de mümkün oluyor.  Birincisi şu gerçekten çalışma süreçlerinden dünyanın her yerinde ve her zaman en çok etkilenen kadınlar ve çocuklardır. O nedenle etik olarak, politik olarak kadınlar barışın yanında dururlar. İlkesel bir konudur.  Bu kolaylaştıran bir durum. İkincisi şu;  kadınlar arasında kadınlık ortak paydasıyla politik ideolojik farklılıklarını bir kenara bırakarak bir araya gelmek daha mümkün çünkü kadın olmaktan kaynaklanan yaşadığımız ortak sorun alanlarımız var.  Bunu çözmek için bir araya geliyoruz. İşte savaş da bu sorun alanlarından birisi. O zaman orada kadın ortak paydasında farklı politik görüşler, farklı sosyal katmanlar, farklı kimliklerden kadınların bir araya gelmesi daha kolay oluyor. Bu nedenle dediğim gibi hem mümkün hem daha kolay.

“Türkiye’nin sorunlarını seçimden seçime erteleme halinden kurtulmalıyız”

Bu süreçte sizin anayasa meselesine yaklaşımınız nedir?

12 Eylül’den bu yana yamalana yamalana anayasa olmaktan da neredeyse çıkartılmış, bu anlamda da uygulanmasa da artık çok da dert olmayan bir anayasa haline gelmiş, döne döne çeşitli maddeleri değiştirmiş, kendi iç bütünlüğü de bozulmuş bir metin var orada. O nedenle bunun bir ihtiyaç olduğu kesin. Fakat bunu hangi koşullarda nasıl yapabiliriz, bunun uzlaşsın nasıl sağlarız buna da ciddi bir şekilde kafa yormak lazım.

Demokrasiyi iki sandık arasındaki koşturmacadan çıkarmak lazım. Yani bu seçimi yaptık.  Kazanan artık ben yoluma devam ederim, kimseyi takmam. Öbürü de bir sonraki seçime kadar yeniden muhalefet eden, bu halden çıkartmalıyız.  Demokrasinin işletilmesi gereken yol ve yöntemleri var; bunları kullanmalıyız.

Türkiye’de 100 Yıllık Cumhuriyet tarihinde Kürtler kimlik mücadelesi verirken Aleviler de inanç noktasında eşitlik mücadelesi veriyor ve Cumhuriyet’in antidemokratik uygulamalarında çözülemeyen iki köklü temel sorun aslında. Bu barış sürecinin de hem Kürtler hem Aleviler açısından bir kazanıma dönüşebilmesi için Kürtler ve Aleviler yan yandan nasıl bir mücadele yürütebilir? 

 Konuların aslında temelinde iki şey yatıyor. Aktif yurttaşlık ve eşit yurttaşlık. Bu ikisi birbirini çok gerektiren şeyler.  Aktif yurttaşlık olmazsa eşit yurttaşlık da olmuyor.  Aktif yurttaşlık şu demek, haklarının bilincinde olan,  farkında olan, bunun mücadelesini verebilecek araçları, örgütlenmeleri yaratan ve bunun mücadelesini güçlü bir şekilde veren yurttaş demek.  Bu yurttaş kolay kolay bastırılamaz iktidarlar tarafından.  Eğer kendi haklarının farkındaysa,  kendi politik bir özne haline getirmişse, bunun mücadelesini verebiliyorsa, bunun araçlarını, yol yöntemlerini yaratabilmişse, örgütlüyse öyle kolay kolay o aktif yurttaşın talepleri görmezlikten gelinemiyor. O zaman da eşit yurttaş olmanın yolu açılıyor.  Aslında eşit yurttaşlık talebiyle Türkiye’de güçlü bir alevi toplumsal hareketi filizlendi bir dönem ve Alevilerle ilgili daha toplumsal duyarlılık arttıysa daha rahat bir şekilde bugün Alevilerin sorunlarını,  taleplerini, beklentilerini ve aktif eşit yurttaşlık mücadelesinde konuşuyorsa,  bu yürütülen, o toplumsal eşit yurttaşlık muhalefetinin çok rolü var. Yani o anlamda Alevi toplum da kendisini siyaset sahnesine, tarih sahnesine taşıdı.  Bunun güçlendirilmesi lazım.  Bir dönem sönümlendi.  Biraz daha bunun güçlendirilmesi lazım.  Aktif yurttaşlık olarak canların da kendilerini konumlandırması inanç kimlikleri ve temel demokratik hakları konusunda mücadelelerini ortaklaştıracak örgütlü bir güce dönüşmesi önemli.  Kürt sorunuyla ilgili çözümde de biraz önce konuştuklarımızın hepsi aslında eşit yurttaşlık kapısına gelip çıkıyordu.  Alevlerinde temel sorunları eşit yurttaşlık kimliği ile ilgili bir çözüm yaratabilirsek büyük ölçüde ortadan kalkacaktır.

Kürt siyasal hareketi aynı zamanda ötekilerle buluşan, en başta da Alevilerle buluşan ve onlarla birlikte bu demokrasi mücadelesini yürüten bir gelenekten geliyor.  Yani Aleviler bu mücadelenin temel dayanaklarından birisi. Bu mücadeleyi en güçlü şekilde yürüten hem demokrasi mücadelesini hem barış mücadelesini en güçlü şekilde yürüten toplumsal kesimi oluşturuyor. O nedenle kendi mücadelesinin içerisinden böyle bir, ne deneyebilir,  hani görünmezlik halinin yaşanma ihtimali yoktur. Çünkü bu Alevi canların,  yürüttüğümüz bir mücadeledir. Aleviler bu mücadelenin temel dayanaklarından birisidir. Tam ortasındadır. Mücadelenin yeri gelinde en önündedir. Demokrasi mücadelesiyle barış mücadelesinin birbirinden ayrılamayacağını en net bir şekilde ifade eden ve bunun mücadelesini yürüten bir toplumsal kesimdir.  Bundan sonra da bu yol böyle yürünecek.  Yani bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.