Güney Amerika’da büyüyen gölge
Yıldız Önen 8 Aralık 2025

Güney Amerika’da büyüyen gölge

Amerika kıtasının güneyinde yaşanan ABD-Venezuela gerilimi, yıllardır devam eden bir siyasi ve ekonomik çatışmanın ötesine geçmiş durumda. Bugün Güney Amerika’daki tablo, iki ülke arasındaki klasik bir diplomatik sürtüşme olmaktan çıkarak çok kutuplu dünyanın güç mücadelelerinden birine dönüşmüş bulunuyor. ABD’nin 2019’da Juan Guaidó’yu meşru lider olarak tanımasıyla tırmanan kriz, o tarihten bu yana hem siyasi hem askeri hem de ekonomik adımlarla beslenerek ilerledi. Washington yönetimi Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu diktatör olarak tanımlarken, Maduro hükümeti de ABD’yi kendi egemenliğine yönelik doğrudan bir tehdit olarak görüyor.

Bu atmosferin en görünür sonucu, son aylarda bölgede artan askeri hareketlilik oldu. Kasım ayında ABD donanması Karayipler’de yaklaşık on savaş gemisi ile birlikte konuşlandırıldı. Aynı dönem içinde bu gemilere eşlik eden birliklerle yaklaşık on iki bin asker ve denizci bölgeye sevk edildi. Bu konuşlanmanın ardından ABD donanmasının Karayip sularında uyuşturucu kaçakçılığı iddiasıyla yaptığı saldırılarda yirmiye yakın tekne hedef alındı ve seksene yakın kişi hayatını kaybetti. Üstelik teknelerde ölenlerin narko-terörizm ile ilişkili olduğuna dair hiçbir kanıt sunulmadı. Bir yandan narko-terörizm gerekçesiyle Venezuela’ya savaş açan Trump’ın, diğer yandan Aralık ayı başında kokain kaçakçılığı suçundan hüküm giymiş Juan Orlando Hernandez’i affetmesi büyük tepki çekti. Trump’ın partisinden Cumhuriyetçi Senatör Bill Cassidy, X hesabından “Neden Hernandez’i affedip sonra da ABD’ye uyuşturucu soktuğu için Maduro’nun peşine düşüyoruz ki, anlamıyorum” diyerek bu çelişkiye dikkat çekti.

Washington Karayiplerde askeri varlığını uyuşturucuyla mücadele söylemi üzerinden genişletirken, Karakas bunu açık bir kuşatma hamlesi olarak okuyor. Bu saldırılar çevre ülkeler tarafından da endişeyle takip ediliyor. Uluslararası Kriz Grubu analisti Elizabeth Dickinson “Bu, ABD’nin Güney Amerika’da yeniden askeri güce sahip olmasının ne anlama geldiğini gösteriyor” diyerek saldırıların bölge ülkelerinde yarattığı tedirginliği özetliyor.

Çin ve Rusya’nın uzayan gölgesi

Bugün yaşanan jeopolitik gerilimin arka planında, Venezuela’nın Çin ile kurduğu ilişkiler belirleyici bir yer tutuyor. Son yirmi yılda Pekin yönetimi Karakas’a yaklaşık altmış milyar dolar kredi ve finansman sağladı; bu rakam Çin’in Güney Amerika ’da tek bir ülkeye verdiği en yüksek destek olarak biliniyor. Kredilerin büyük bölümü petrol karşılığı yapılandırıldığı için Venezuela ekonomisi giderek daha görünür biçimde Çin’e bağımlı hale geldi. Bu ekonomik bağın devamı niteliğinde 2025’te gümrüksüz ticarete kapı açan yeni bir anlaşma imzalandı; yüzlerce ürün kalemi Çin menşeli mallara açıldı, ekonomik ilişkiler daha da derinleşti. Enerji alanında da benzer bir durum söz konusu. Çin destekli yeni yüzer petrol üretim tesisine yapılan yaklaşık bir milyar dolarlık yatırım, üretim kapasitesini katlayacak ve Pekin’in ülkenin enerji mimarisindeki yerini kalıcılaştıracak nitelikte.

Rusya’nın Venezuela ile kurduğu ilişki ise daha sınırlı fakat sembolik açıdan önemli. Moskova uzun yıllar boyunca Karakas’ın en büyük silah tedarikçilerinden biri oldu; savaş uçakları, helikopterler ve hava savunma sistemleri gibi kritik ekipmanların büyük bölümü hâlâ Rus yapımı. Hacmi azalmış olsa da bu miras, Venezuela ordusunun modernizasyonunda Rusya’yı görünür kılmaya devam ediyor. Ayrıca Moskova uluslararası platformlarda Maduro yönetimini düzenli olarak savunuyor.

Maduro’nun Nisan ayında Moskova’ya yaptığı ziyaret, Rusya, Çin, Kazakistan, Küba ve Burkina Faso liderleriyle gerçekleştirdiği görüşmelerle birlikte Güney Amerika’nın küresel jeopolitikte yeni bir konum arayışını görünür kılmıştı. Ekim sonunda Washington Post’un ortaya çıkardığı ABD hükümeti iç belgeleri de bu tabloyu güçlendirdi. Söz konusu belgelere göre Maduro yönetimi, askeri kapasitesini güçlendirmek için Rusya, Çin ve İran’dan savunma radarları, uçak onarımları ve muhtemel füze sistemleri talep etti.

Bu nedenle Washington açısından Venezuela, yalnızca bir demokrasi meselesi değil; Çin ve Rusya’nın Güney Amerika’daki nüfuzunun somutlaştığı bir alan. The Economist’in 2026’da dikkat edilmesi gereken çatışma bölgeleri arasında ABD– Venezuela gerilimine yer vermesinin nedeni de bu iki kutuplu güç dengesinde Venezuela’nın ABD’nin çıkarları açısından kritik hale gelmesi.

Gerilimden pazarlığa doğru

Bütün bu sert tabloya rağmen son dönemde yaşanan Trump–Maduro temasları, diplomatik bir yumuşamanın kapısını aralayabilir. Trump’ın yalnızca askeri tehditlerle değil, kişisel pazarlık kanallarıyla da süreci yürütmeye çalıştığı anlaşılıyor. Analistler, Trump’ın Rusya’yı Çin’den uzaklaştırmayı hedefleyen genel stratejisi doğrultusunda Maduro’yu kendi tarafına çekmeye çalışabileceğini dile getiriyor.

Maduro’nun önceki sert söylemlerini geri plana iterek barış çağrılarını öne çıkarması, Karakas’ın da bu pazarlığa açık olduğunu gösteriyor. Olası bir anlaşmanın çerçevesi şimdiden tartışılıyor. Çin ve Rusya ile yürütülen askeri ve ticari ilişkilerin sınırlandırılması, ABD şirketlerine petrol sektöründe yeni bir alan açılması ve Venezuela’nın uluslararası yalnızlığının kısmen hafifletilmesi bu çerçevenin muhtemel unsurları arasında değerlendiriliyor.

Venezuela ile ABD arasında varılacak bir anlaşma yalnızca siyasi krizi aşmakla kalmayacak; dünyanın en büyük petrol rezervlerinden birine sahip ülkenin geleceği küresel enerji piyasaları açısından da kritik önem taşıyor. ABD, Venezuela petrolünün yeniden küresel pazara dönmesini, enerji şirketlerinin ülkeye girişini ve Güney Amerika’daki güç dengesinin ABD lehine yeniden kurulması hedefliyor. Bu nedenle olası bir anlaşma yalnızca Venezuela’nın iç siyasetini değil, dünyanın enerji haritasını da etkileyebilir.

Belirsizlik içinde üç olası yol

Bugünün tablosu Güney Amerika’nın geleceğini şekillendirebilecek üç olası senaryoyu işaret ediyor.

Birincisi, arka kapı diplomasisi yoluyla bir anlaşmaya varılmasıdır. Bu durumda Venezuela’nın Çin ve Rusya ile yürüttüğü ilişkiler zayıflarken, ABD şirketlerinin enerji alanına yeniden girişi kolaylaşabilir ve Maduro yönetiminin uluslararası izolasyonu hafifleyebilir.

İkinci ihtimal, çatışmanın donmuş bir kriz olarak uzun yıllar sürmesidir. Bu durumda askeri bir müdahale gerçekleşmez, yaptırımlar kalkmaz ve Venezuela Çin ve Rusya desteğiyle ayakta kalmaya devam eder. Bu senaryo gerilimin düşük yoğunluklu fakat kesintisiz bir biçimde sürmesi anlamına gelir.

Üçüncü ihtimalse ABD’nin doğrudan ya da dolaylı bir askeri hamlesinin krizi kontrolden çıkarmasıdır. Bu yol hem bölgeyi hem de küresel güç dengelerini sarsacak sonuçlar doğurabilir.

ABD’de ise Güney Amerika’daki gerilime karşı geniş bir toplumsal muhalefet yükseliyor. Barış aktivistleri, göçmen hakları savunucuları, sol ve sosyalist örgütler, ANTİFA kolektifleri ve ABD–Güney Amerika dayanışma ağları “No War on Venezuela- Venezuela’ya Savaşa Hayır” sloganıyla ülke çapında protestolar düzenledi. Ulusal çağrının ardından elliden fazla şehirde eylemler yapıldı. Göstericiler Washington’un askeri yığınağının bölgeyi yeni bir çatışmaya sürükleyeceğini savunarak ABD’nin Venezuela’ya saldırı politikasının sonlandırılmasını talep ediyor.

Trump’ın desteğinin yüzde otuz sekizlere düştüğü bir dönemde sokakta yükselen bu itirazlara kulak vererek Venezuela ile bir anlaşmaya varması ve böylece The Economist’in çatışma beklentisini boşa çıkarması umuduyla…

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.