Habeas Corpus ve doğanın dokunulmazlığı
Mehmet Horuş 3 Kasım 2025

Habeas Corpus ve doğanın dokunulmazlığı

Milli Parkları ranta açan yasa teklifi ile ilgili analizde kullanılan “doğanın dokunulmazlığı” kavramı, doğanın el değmemiş halinin korunması anlamına gelmiyor. Böyle bir şey zaten mümkün değil. Okyanuslar dahil dünyanın hiçbir yerinde saf bir doğa parçası yok. Kişi dokunulmazlığı anlamında Habeas Corpus ile ekolojik varoluşumuzu giderek daha çok iç içe ve birbirine referansla ele almaya ve bu çerçevede doğanın dokunulmazlığını tartışmaya çalışıyoruz.

Habeas Corpus, 9 Ekim’deki basın toplantısında Trump’ın gafıyla bir anda dünyada popüler bir tartışma konusu oldu. Siyasi ve hukuksal bir kavram olarak gözaltına alınma veya tutuklanma halinde mahkeme önüne çıkarılma hakkını ifade ediyor. İnsanın biyolojik varlığı veya vücut bütünlüğü üzerindeki hakkının kısıtlanmasının önündeki hukuksal güvenceyi ifade ediyor. Bu evrensel niteliğinden dolayı modern anayasal sistemlerin gelişimi ile birlikte anılıyor. Trump’a göçmenleri sınır dışı etmek ve gençlik eylemlerini bastırmak için “Habeas Corpus’u askıya almayı düşündünüz mü?” diye soruldu. Trump ise bu soruya şaşkınlık içinde “Kimi?” diye yanıt verdi. Daha da garip bir şekilde Trump’ın bozuntuya vermemek için soruyu yönlendirdiği İç Güvenlik Bakanı da terimin anlamını bilmediğini söyledi. Bu ikili, kameralar önünde cahilliklerini sergilerken niyetlerini açıkça ortaya koydu. Yerinden yurdundan edilmiş insanlara hiçbir yaşam hakkı tanımamayı ve kişi dokunulmazlığını ortadan kaldırmayı hedefliyorlar. Sanki yaşanan göçlere neden olan politikaların birinci dereceden sorumlusu kendileri değilmiş gibi dünyanın gözü önünde bunu açıklamaktan çekinmiyorlar.

Kişi dokunulmazlığı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Temel Hak ve Ödevler” başlıklı 2.Kısım’daki “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlıklı İkinci Bölüm’deki 17.maddesinde “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlenmiştir. Üçüncü Bölüm’deki “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlığı altında Anayasa’nın 56.maddesinde; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.” denilerek çevre hakkına yer verilmiştir. Böylece çevre hakkı temel haklar içinde değil, sosyal ve ekonomik haklar seti içinde konumlandırılmıştır. Anayasa Mahkemesi ise 56.maddedeki çevre hakkı ile ilgili bireysel başvuruları, 17.maddedeki kişi dokunulmazlığı ve yaşam hakkı ile olan bağlantısı üzerinden incelemektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde “özel hayata ve aile hayatına saygı” başlıklı 8.maddede çevre hakkı tanınıyor. Anayasa ve AİHS’de yaşam hakkı ile bağlantılı bir çevre hakkı yaklaşımı var. Bu yaklaşım önemli ama yaşam hakkını korumak için doğayı da gözeten düzenlemelere ihtiyaç olduğu göz ardı ediliyor. Modern hukuk sistemleri insan ve doğa ilişkisine bu bütünlük içinde bakmaktan henüz çok uzak.

Doğanın dokunulmazlığı veya doğal varlıklarımızın korunması hakkında Anayasa’da hiçbir hüküm yer almamaktadır. Anayasa’nın 168.maddesinde “Mali ve Ekonomik Hükümler” başlıklı Dördüncü Kısım’da “Ekonomik Hükümler” başlıklı İkinci Bölüm başlığı altında “Tabii servetlerin ve kaynakların aranması ve işletilmesi” şeklinde bir düzenleme var. Ekonomik ve mali konular içerisinde doğal varlıklar birer ekonomik varlık kapsamında ele alınıyor. Anayasa’nın 169.maddesinde de “Ormanların korunması ve geliştirilmesi” şeklinde orman varlıklarını ekonomik kaynak düzeyinde gören düzenlemeler var. Ekolojik kriz koşullarında doğanın haklarını korumayan bir anayasal sistemimiz var. Bu yüzden Türkiye’nin en güzel doğal varlıklarını talana açan yasa teklifleri bu kadar kolay TBMM’de görüşülebiliyor. Yaşama, yaşam hakkına, tarihimize ve kültürel değerlerimize veya başkaca herhangi bir toplumsal konuya dair konuşurken ekolojik konular bambaşka ve dışsal meseleler gibi konuşulmaya devam ediliyor.
“Yurttaş” olarak edindiğimiz hukuksal statü ve haklar ile “yurt” olarak coğrafyamızın korunmasını birlikte düşünmek zorundayız. Kadir Cangızbay’ın bugünleri çok önceden gören formülüyle ‘Habeas Corpus’tan ‘Habeas Oikos’a ilerleyen bir ekolojik bakış açısına ihtiyacımız var. Kadir Hoca’dan devam edersek; içinde beşeri varlığımızı ürettiğimiz doğal ortam, kendi vücudumuzdan başlar: “İnsanın en öz, en yakın, en önemli, en hayati ev’i, yani oikos’u vücududur.” Ekolojinin ‘oikos’u vücudumuzdan ormana, göle, denize ve oradaki canlılara kadar bir bütünlük içinde var olur. Yurdundan yani kendi ‘oikos’undan koparılmış göçmenlerin bireysel varlıklarını idame ettirmelerine dahi izin verilmiyor. Açlık, yoksulluk, iklim krizi ve savaşlar gibi nedenlerle göç ettirilmiş ve gezegende kendileri için yaşayacak yer arayan insanlar.

Doğayı dışımızdaki bir manzara olarak değil, Marx’ın tabiriyle “inorganik bedenimiz” olarak görmeliyiz. Milli parkların artık sadece bir yer ismi haline getirilmesinin sadece o yörede yaşayanlar için değil, bu ülkede yaşayan her insan, coğrafyamızdaki bütün haklar açısından ne büyük kayıp olduğunu böyle bakarak daha iyi anlayabiliriz. Ranta açılacak alanın yüzölçümünün büyüklüğünün veya hangi bölgelerde yer aldığının bir önemi yok. Ya da çıkarılacak madenin veya petrolün kapasitesiyle ölçüp karşılaştırmanın ekolojik açıdan hiçbir karşılığı yok. Ekolojik var oluşumuzun içinde anlam kazandığı doğanın bir bölümü bizden koparılarak petrol, doğalgaz veya madene dönüştürülüyor. Kentlerimizi ve doğal varlıklarımızı yok eden her proje ile kendi yurdumuzda birer göçmen haline geliyoruz. Kazdağları Milli Parkı, Munzur Vadisi Milli Parkı veya herhangi bir doğal ortama yönelik her saldırı evimizin içini hedefliyor.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.