• Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hatice Ödemiş yazdı | Porçakal: Mizahın, geri çekilmenin ve gündelik hayatın politikası
Hatice Ödemiş yazdı | Porçakal: Mizahın, geri çekilmenin ve gündelik hayatın politikası
Konuk Yazar 30 Aralık 2025

Hatice Ödemiş yazdı | Porçakal: Mizahın, geri çekilmenin ve gündelik hayatın politikası

Porçakal, Bircan Değirmenci’nin Eren Keskin’in yaşamını anlattığı Keskin Bir Hayat’ın ardından, bu kez kendi hayatına baktığı bir kitap. Gazetecilik refleksiyle başkasının hikayesini yazarken edinilen mesafenin, burada da kişisel olana temkinle yaklaşan bir dil yarattığını sezmek mümkün.

Porçakal’a bakarken benim için asıl belirleyici olan şey, metnin ne anlattığıyla birlikte nasıl bir yazarlık pozisyonu kurduğu. Çünkü bu kitap yalnızca bireysel bir yaşam deneyimini değil, Diyarbakır’dan İstanbul’a uzanan bir hatta, bir kadın yazarın hangi imkanlarla, hangi sınırlar içinden yazarak var olabildiğini de gösteriyor. Anlatı, coğrafyayı arka plan olarak kullanmıyor, hayatın ayarlandığı yerleri sahici bir biçimde görünür kılıyor.

Bircan’ın metni doğrudan konuşan, iddia eden, tez kuran bir hatta yaslanmıyor ki bu bilinçli bir tercih. Stratejik bir geri çekilme hali bu. Sesini yükseltmeden alan açan bir yazı. Yazar için geri çekilme burada susturulmanın içselleştirilmiş bir sonucu değil, çatışmayı yönetme biçimi. Çünkü bu coğrafyada kadınlar için her söz aynı anda hem ifşa hem de risk taşır. Ne zaman durulacağını, neyin dolaylı söyleneceğini, nerede mizaha yaslanılacağını bilen bir yazarlık sezgisi, metnin politikliğini iddiadan değil, kurgu biçiminden üretmesini sağlıyor.

Göç, yoksulluk, sınıf, kent, aile, beden ve kadınlık deneyimi Porçakal’da büyük kavramlar olarak ele alınmıyor. Aksine, gündelik hayatın küçük sahneleri içinde dolaşıma sokuluyor. Tren garları, okul kantinleri, mutfaklar, yandan çarklı vapurlar, sinema salonları, öğrenci eylemleri… Bu mekanlar rastgele seçilmiş değil. Politikanın ilan edildiği yerler değil, hayatın sessizce düzenlendiği alanlar bunlar. Bu yüzden Porçakal’da politika, gündelik hayatın tekrar eden küçük ayarlamalarında kuruluyor. Toplumsal eşitsizliklerin ve itirazların en görünmez ama en işlevsel biçimde üretildiği yerler burası. Metnin sosyolojik gücü de tam olarak buradan geliyor. Büyük anlatılar kurmadan, hayatın içinden konuşarak…

Çocukluğundan başlayarak hiçbir deneyimini dramatize etmeyen Bircan, kendini merkeze alıp okuru yönlendirmiyor. Bunun yerine okuru sahnenin içine bırakıyor. Bu, kadın anlatılarının sıklıkla hapsedildiği mağduriyet dilinden bilinçli bir uzaklaşma. Tanıklık dayatılmıyor. Okur, ne düşüneceğini metnin bıraktığı boşluklarda kendi sezgisiyle fark ediyor. Söylenenler kadar söylenemeyenlerin de varlığını hissediyor. Bircan tercih etmese de hepimizi delik deşik eden biraz da bu.

Ve mizah… Porçakal’da mizah asla estetik bir süs değil. Şiddetin, yoksunluğun ve disiplinin doğrudan taşınamadığı yerde devreye giren bir düzenek. Düzeltici bir düzenek. Hayata sıkı sıkıya bağlı bir babanın hacı ananın üzerine acemice şampanyayı boca etmesi; başka bir öyküde ise annenin babaya kızıp babanın porselen dişlerini alarak ortadan kaybolma sahnesi. Erkeklik ve kadınlık hallerinin komikleşmesi. Bunlar güldürüyor ama güldürmek için de yazılmıyor. Gündelik şiddetin, hayatımıza sinmiş güvensizliğin nasıl normalleştiğini, nasıl sıradanlaştığını görünür kılmak için yazılıyor. Porçakal’ın mizahı yalnızca güldürmekle kalmıyor bireysel deneyimden kolektif hafızaya uzanan bu yolculukta iyileştirici ve hatırlatıcı bir rol de üstleniyor. Mizah burada bir anlatım tekniği değil, bir hayatta kalma bilgisi olarak çalışıyor.

Porçakal’ın edebi gücü, tek bir duyguya sabitlenmemesinde yatıyor. Metin ne sürekli acıya yaslanıyor ne de hafiflik arıyor. Kadın deneyimini mağduriyet ya da direniş ikiliğine sıkıştırmıyor. Hayatın arada kalmış, geçişli, ayarlama gerektiren hallerini olduğu gibi bırakıyor. Bu da metne hem esneklik hem derinlik kazandırıyor.

Anlatıcının sürekli kendini ayarlaması, geri çekmesi, ölçmesi yazının zayıflığı değil, kadın olmanın toplumsal bilgisinin yazıya dönüşmesi. Bu, doğrudan bir manifesto yazmaktan çok daha politik bir hamle. Çünkü okura, bize, şunu sezdiriyor: Burada söylenemeyenler de söylenenler kadar gerçek. Yazı bu gerilimi çözmeye çalışmıyor, onunla birlikte duruyor. Açıklayan değil, fark ettiren bir politik alan kuruyor.

Porçakal bu nedenle yalnızca bir kitap olarak değil, Bircan’ın kendi deneyimine döndüğü bir yazarlık hattının başlangıcı olarak okunmalı. Bu hattın devamı önemli. Çünkü Bircan’ın kurduğu dil, Diyarbakır’dan İstanbul’a uzanan bu hatta, kadınların hem evin içinde hem kamusal alanda yazarken yaşadığı gerilimi iyi tanıyor ve bunu bağırmadan, ajitasyona yaslanmadan taşıyabiliyor. Yazı kendini tüketmiyor, okuru da manipüle etmiyor.

Son olarak Bircan’ın yaptığı şey tam olarak şu: Hayatı tek bir yerden anlatmıyor. Aynı anda sınıfın, kökenin ve kadın olmanın bedende nasıl üst üste bindiği bir yerden konuşuyor. Büyük laflar etmeden, teorik bir iddia kurmadan, sadece yaşanmış olana bakarak. Belki de tam da bu yüzden metin politik bir bilgi üretiyor. Kişisel olanın neden politik olduğunu hiç açıklamıyor, onu gösteriyor. Kadınların kendi deneyimlerini anlatmasının neden hala bu kadar etkili neden hala bu kadar zor olduğunu hatırlatıyor. Kolektif hafızamıza kazıyor.

Hep yaz Bircan.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.