Hikâyesi anlatılmayanların hikâyesi
Lokman Ergün 5 Aralık 2025

Hikâyesi anlatılmayanların hikâyesi

Hatıraların acıyla harmanlandığı ve yüreğinize işlediği zamanlar vardır. Belleğimiz anıları seçer, ayırır kendi içinde. Birbirine çok benzeyen yığınla anı içinde, yüreğinizin telini titreten birini alır, geçmişin istiflendiği raflardan her uzandığınızda elinize gelen bir yere yerleştirir. Artık hayatınız boyunca o anımsayış, sizin dünyayı anlamanızda ve anlamlandırmanızda bir mihenk noktasıdır.

Dünyanın ve daha özelde insanın hikâyesini merak ederim ben. İnsanın kendi hayatına nakşettiği yaşanmışlıkların, onunla özdeş hale geldiği hikâyenin peşine düşerim. Bir de insanın başkalarının hikâyelerinde tuttuğu yerin. Çünkü bilirim ki her insanın bir hikâyesi illa ki vardır ama her insan başkalarının hikâyesinde yer almayabilir. Bazılarının üstüne mütemadiyen unutuşun gölgesi düşer.

2007 Haziran’ında, yedi genç ölümün acısı kazındı bu coğrafyanın kan bulaşmış kitabesine. Dersim’de yedi asker, hayatlarının baharında, kısa ömürler, kısa yaşanmışlıklar, kısa hikâyeler bırakarak bize, toprağın bağrına düştüler. O toprak ki; üstünde yaşayanların, herkesin içinde ismiyle cismiyle kendisini bulduğu, acısıyla, sevinciyle, hatıraları ve umutlarıyla birlikte bir hikâye yazmayı beceremedikleri için, yedi insanın hayatının ve hikâyesinin yarım kaldığı yerdir.

Hayatları yarım kalmış olanların, hikâyeleri de çalınmıştır. Belki içlerinden biri, bir şiirin hüzünlü mısralarına aksedecek sevdanın kederli aşığı olacaktı.  Belki kenar mahallede, küçük bir gecekondudaki sıcak yuvanın müşfik babası. Hayata dair bütün ihtimallerin ardında olduğu kapıyı asla çalamadılar. O kapının eşiğinde, biz ellerinden tutamadığımız için, unutuşun rüzgarında savrulup gittiler.

Ertesi günkü gazetelerde, çoğumuzun isimlerini son defa zikrettiğimiz haberlerde uğurladık toplumsal hafızanın unutkan belleğine. Her birinin hikâyesine dair küçük ayrıntıların olduğu kutucuklardaydı isimleri. Biri yeni evliymiş, iki ay sonra kavuşacakmış sevdiğine. Bir diğeri birkaç ay sonra döndüğünde evlenecekmiş sevdiğiyle. Elektrikçi dükkânını kardeşine emanet etmiş bir diğeri, döndüğünde emek verdiği işine geri dönecekmiş.

Yedi askerin altısı için buna benzer küçük hikâyelerle örülmüş haberler vardı bütün gazetelerde. Arkada kalanların acısını, hayal kırıklığını, öfkesini bize anlatmaya çalışan. Okuyup, bir daha hatırlamaktan imtina edeceğimiz, sevdiklerinin yüzüne yansımış hüzünden gözlerimizi kaçırmaya çalışacağımız fotoğraflarla verilmişti haberleri. Cenaze törenlerini, o törenlerde arz-ı endam eden sivil ve askeri erkânın ciddi yüzlerini de.

Yedinci asker Şırnaklıydı. Bir sayfanın neredeyse tamamına yerleştirilmiş haberin en sonunda, tek bir cümleyle nihayetlenmişti hikâyesi: “Şırnak’ta toprağa verildi” diye.

Hayatına, ailesine, hikâyesine dair tek bir ayrıntı yoktu haberlerde. Hayatın öngörülemez olan karmaşık, belki de ondan dolayı yaşanılası olan bilinmezliğinin kapı eşiğinde, hayatı ve hikâyesi çalınmış olan o gencecik ölünün, toplumsal hafızadaki yerini de çalmıştık. Toplumsal hikâyemizin içinde görünmez kılmıştık onu. Unutmaya bile değer görmemiş, hiç hatırlamamıştık bile.

Toplumsal hafızayla, kişisel hikâyelerimizin arasındaki o kırılgan ve çoğu zaman görünmez sınırda, hatırlamayı tercih etmediğimiz hayatların sessizliğini nasıl dahil edeceğiz ortak hikâyemize? Hikâyesini anlatamayanların hikâyesini nasıl anlatacağız?

Sadece varlığını görünmez kıldığımız o yedinci askerin değil, onunla birlikte hayatlarımızdan eksilmiş ve bizi eksik bırakmış olanların, yani yedi askerin tamamının da o beyhude görünmez kılma çabasının kurbanları olduğunu ne zaman anlayacağız?

Unutmak toplumsal hafıza kaybı değildir yalnızca, aynı zamanda hatırlamanın bize yüklediği sorumluluklardan da bir kaçma biçimidir. Gerçeklerden, yaşanmış acılardan, hayatları çalınanlardan ve hayatlarımızdan çalınanlardan, görünmez kılınanlardan, bizi eksik bırakanlardan arındırılmış bir hikâye, bizim hikâyemiz değil.

Bizim için yazılan, bir gazete küpüründe nasıl yaşadığımızın ve hatta nasıl ve neden öldüğümüzün bile değil, sadece nasıl gömüldüğümüzün anlatıldığı bir hikâye olmamalı. İçinde yaşadığımız, sevindiğimiz, sevdiğimiz, özlediğimiz, umutlandığımız, gülümsediğimiz bir hikâye değil bu. Bizim hikâyemiz hiç değil.

Yeniden yazılmalı bazı şeyler. Kimsenin ismini, hatırasını, varlığını ve yokluğunun yarattığı eksikliği ıskalamayan. Çocuklarımıza anlatırken, hayatlarına sahip çıkamadığımız, birbirlerinin hakikatine aşina kılamadığımız, ortak bir hikâyede birlikte gülümsetemediğimiz bütün çocukların kahredici utancını taşıyan ama aynı zamanda bundan ders aldığımız bir hikâye yazılmalı.

Ve biz; yani hayatları ve hikâyeleri çalınanlar, yokluğun ve görünmezliğin karanlığına terk edilenler, sıradan hayatları gösterişli savaş romanlarının içinde kaybolanlar, ez cümle biz ölenler ve ölenlerin arkasında yarım ve eksik kalanlar, bizim kalemimizden ve bizim sözümüzden nakledilmeli bu hikâye. Yarım kalmış, eksik bırakılmış bütün hayatlar ve hatıralar için, bu hikâye barışla tamamlanmalı.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.