• Ana Sayfa
  • Gündem
  • İbrahim Kaboğlu: Yasalar çelik-çomak oyunu değildir, normdur

İbrahim Kaboğlu: Yasalar çelik-çomak oyunu değildir, normdur

İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Meclis’e sunulan ve komisyondan geçen 10. Yargı Paketi’ni değerlendirdi: “Yargı reformu değil, anayasal çelişkiler ve hak ihlallerini derinleştiren bir teklif.”

İbrahim Kaboğlu: Yasalar çelik-çomak oyunu değildir, normdur
Ahmet Ayva
  • Yayınlanma: 3 Haziran 2025 11:59
  • Güncellenme: 3 Haziran 2025 17:47

Türkiye’de son yıllarda hukuk devleti ilkesi, yargının tarafsızlığı ve temel hakların güvence altına alınması gibi kavramlar ciddi bir  tartışma konusu. Özellikle siyasi davalar, uzun tutukluluk süreleri, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının uygulanmaması, cezasızlık pratiği ve infaz rejimindeki ayrımcı uygulamalar, adalet sistemine duyulan toplumsal güvenin zedelendiği en önemli başlıkları oluşturuyor.

Bu bağlamda, Meclis’e sunulan ve komisyondan geçen 10. Yargı Paketi hem içeriği hem de yasama sürecindeki yöntemiyle yeniden kamuoyunun gündeminde. Pakette yer alan bazı düzenlemeler “reform” iddiasıyla sunulsa da siyasi partilerden, toplumun geniş kesimlerine ve  hukuk çevrelerinde çok sayıda çelişki ve eleştiriyi beraberinde getirdi. Biz de bu kapsamlı paketi, ceza adalet sisteminin mevcut sorunlarını, infaz rejimiyle ilgili beklentileri, hasta mahpusların durumunu, Anayasa’ya uygunluk sorunsalını ve demokratik muhalefet üzerindeki baskıları; Türkiye’nin önde gelen hukukçularından, İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu ile tüm boyutlarıyla konuştuk.

 10. Yargı Paketi Meclise sunuldu ve komisyondan geçti. İstanbul Barosu açısından bu paket ne anlama geliyor? Genel bir çerçeveyle başlayalım.

Şöyle tabii ki, “yargı reformu paketi” ya da “yargı paketi” deyince, kuşkusuz Türkiye’de yaşayan ve yargısal sürecin mağdurları olan ya da yakınları olan ya da yargı kurumunun başında bulunan bir kişi olarak umutlanmamak mümkün değil. Fakat tabii benim aklıma, özellikle bu teklif metnini okuyunca, 10. yargı paketi bir anda en azından on çelişkiyi belleğime taşıdı.

Bu çelişkilerler neler,  bizimle paylaşır mısınız?

Birincisi: Bugün Türkiye’de en büyük sorun, en ilk sorun anayasaya saygı gösterilmemesi. Anayasaya aykırı yakalama, gözaltı ve tutuklama… Hatta Ceza Muhakemesi Kanunu… Başka bir süreçte… Anayasaya saygısızlık sonucu kitlesel hak ihlallerine tanık oluyoruz.

İkinci çelişki: Yargı Reformu Strateji Belgesi’nin yayınlandığı günleri izleyen günlerde veya haftalarda “yargı reformu” adı altında bir paket getiriliyor. Ve aslında, iddialı Yargı Reformu Strateji Belgesi’ndeki gözlemlere karşın buradaki düzenlemeler çocuklarla, mahpuslarla, noterlerle ilgili birkaç başlıkla sınırlı kalıyor.

Üçüncü çelişki: Bu bir torba yasayla yapılıyor, yöntem olarak. Torba yasaya dolduruluyor farklı yasalarda yer alan hükümler ve torba yasa yöntemi, bir kez reform hedefine, reform amacına aykırıdır.

Dördüncü çelişki: Bu, AKP-MHP’nin bir dayatması oluyor. Evet, doğru; 13-14 saat komisyon toplandı ama peki bu telaş ne? Bu acele ne? Cumartesi gününden pazar gününe uzanan bu geceleme neyin işareti? Çok büyük reformlar olur, çok önemli haklar bahşedilir, bunu yaparsınız. Ama sırf bunu yangından mal kaçırırmış gibi, AKP ve MHP’nin dayatması ile sonuca ulaşması için böyle bir aceleciği anlamak da mümkün değil.

Peki, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulaması açısından bu paket neler vaat ediyor?

Beşinci çelişki burada başlıyor. Paket, Anayasa Mahkemesi kararlarının gereğini yerine getireceğini vaat ediyor ancak bu yalnızca internet yayıncılığı alanında kısmen var; diğer alanlarda yok.

Bu paketle beraber cezasızlık algısı kalkacak deniyor..

Bu da altıncı çelişki…  Caydırıcılık adına cezaların artırımı söz konusu. Ancak Türkiye’de yaygın olan cezasızlık kültürünün giderilmesine dair tek bir hüküm göremedim.

Peki neden bu yapılmadı ?

Neden bunu yapmıyorlar? Çünkü eğer bunu yaparlarsa, demokratik muhalefetin bastırılması mümkün olmaz. Şu anda Türkiye’de tanık olduğumuz husus bu. Özellikle son altı aydır, somut olarak 19 Mart’tan bu yana kitlesel gözaltılar, kitlesel tutuklamalar; bunlar demokratik muhalefetin bastırılması amacıyla kolluk ve savcılığın araçsallaştırılmasıdır. Çünkü sokakta şiddet kullanan kolluk, ya da karakolda kötü muamelede bulunan kolluk… Ya da mahkeme önünde, ifade öncesi saatlerce bekleten savcı, biliyor ki yasaları ihlal ettiği zaman her hangi bir yaptırımla karşılaşmayacak. Çünkü sonuç olarak onların tavrı hukuka  aykırılığı, yasadışı işlem ve eylemleri muhalefete yönelik işlem ve eylemlerdir. Bu bakımdan bir cezasızlık anlayışı, cezasızlık kültürü yaygın ve yaygınlığının sürmesi söz konusu oldukça bunu kaldırmak zor olur.

İnfaz düzenlemeleriyle ilgili eşitsizlikler daha önce Covid döneminde de tartışma yaratmıştı. Bu pakette buna dair bir iyileşme görebiliyor musunuz?

Bu da sayacağım çelişkilerden biri.  İnfaz dedik. Peki infaz, Covid ile bağlantılı. Peki Covid düzenlemeleri nerede? Bu eşitsiz düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi’ne götürmüştük. Son şeklini de ben vermiştim. Mahkeme, hakkaniyete aykırı bir karar verdi ama haksızlık devam ediyor. Peki, mahpus olan kişileri siz ayırabilir misiniz? Biri birinin hanesini bastı, bunu çıkaralım. Yaşam hakkı ihlal edilmesin. Ama öbürü falan direğe bir pankart astı. Hangisi daha büyük suç? Peki pankart asanın, slogan atanın suçu ile hırsızın suçunu karşılaştırdığımız zaman esasen sizin yasa koyucu olarak öncelikli korumanız gereken, fikir suçluluları ve siyasal suçlular.
Bugün tanık olduğumuz şey; seçilmiş belediye başkanları, gazeteciler, avukatlar, öğretim üyeleri, fikir suçluları ve siyasal suçluların içeride olması. Esas siz bunları öne çıkarmak zorundasınız. Ama ne oldu? Covid düzenlemelerinde “hayır, onlara dokunmayız” dediler. Bu da “ölen ölsün, kalan kalan adi suçlular kurtulsun” mantığıyla ilerledi. Peki böyle bir beklenti vardı, neden getirilmedi?

Yasa teklifinin Adalet Bakanlığı eliyle hazırlanması Anayasaya uygun mu?

Hayır, bu da sekizinci çelişki. Bu düzenleme Adalet Bakanlığı’nın önerisiyle geldi. Oysa Anayasa’nın 88. maddesine göre kanun teklif etmeye yetkili tek organ Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Vekillerdir. Koca Meclis, Adalet Bakanlığı’nın yöntemine mi bakmalı? Yoksa TBMM sahip olduğu anayasal yetkiyi doğrudan kullanmamalı mı? İşte burada bir başka çelişki söz konusu. Özellikle TBMM’nin iki konuda görev ve yetkisini  kullanması gerekiyor. TBMM’nin ilk kuralı pilot kararları uygulaması ve diğeri ise, Anayasa mahkemesi kararlarının doğrudan karşılanması. Yasalar, Adalet bakanına bakarak, Milli eğitim bakanına bakarak, milli savunma  bakılarak yapılmaz. Örneğin 4 Haziran’a kadar süresi dolacak olan, rektörlerin seçimlerine ilişkin 703 sayılı KHK’nın iptal edilmesi konusunda Meclis hâlâ düzenleme yapmamış görünüyor.

Onuncu ve son çelişkiye gelecek olursak. “Terörsüz Türkiye” deniyor. Hepimiz terörsüz Türkiye isteriz. Ama bu ancak hukukun egemen olduğu bir Türkiye’de mümkündür. Biz “hukuksuz Türkiye” değil, “hukuklu Türkiye” diyoruz. Terör ancak hukukun geçerli olduğu bir ülkede ortadan kaldırılabilir.

Hasta mahpuslarla ilgili yeni düzenlemeler pakete girdi. Gerçekten bir şey değişti mi? Şöyle ki, düzenlemeye göre kararı Adli Tıp Kurumu verecek deniliyor. Zaten böyle değil miydi?

Zaten durum buydu. Şöyle şimdi. Birkaç hafta önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi yöneticilerinin kitlesel olarak tutuklanmasının sonucu olarak Mahir Polat’ın durumunda gözledik bunu. Mahir Polat’ın örneği ortada. Hekim raporu olmasına rağmen haftalarca bekletildi. Bu tür düzenlemede içtenlik varsa o zaman tıp raporu, sağlık raporu yeterli olmalıdır. Yoksa bunu bir bürokratik mekanizmaya, formalitelere dönüştürmemek gerekir. Tabii ki benim söylediklerimle değindiğim bir düzine çelişkinin yanı sıra kuşkusuz olumlu düzenlemeler de vardır. Ama sorun o düzenlemelere dikkatleri çekerken suçlu olmadığı halde mahpus olan kişilerin, hapishanede yerlerinin hapishane olmayışı ve hapishaneye girişin zorlaştırılması. Yoksa siz bir sabahın köründe insanları kitlesel olarak  olarak gözaltına alıyorsunuz,  ondan sonra, onları çıkarmak için yeni bir takım bariyerler ihdas ediyorsunuz. Bu ceza hukuku ve çağdaş infaz sisteminin varlık nedenine ve amacına aykırıdır. 80 yaşını doldurursa o zaman evde yapabilir. Peki 80 yaşını doldurmuş olan kişiyi siz,  hangi suçlamayla suçlu olduğuna karar veriyorsunuz da hapishane yerine evde geçirmesini öngörüyorsunuz? Demek ki, bizim ceza ve cezalandırma sistemimiz pekala her yaştan insanı bir andan suçlandırmaya ve hapse atmaya kolaylıkla müsait.  Adli Tıp Kurumu, bir hasta mahpusa ya da yaşlı mahpusa “cezaevinde kalabilir” raporu verdiğinde, zaten tahliye yolu kapanmış oluyor.

Cezaevlerinin doluluk oranı artık ciddi bir mesele. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın verdiği sayılara göre mahpus sayısı 415 bine ulaştı. Bu sizce ne anlama geliyor?

Bunu Feti Yıldız’a sorun. Feti Yıldız, çifte fiili koalisyonun ortağı. Böyle bir kişinin, muhalefet liderinin beyanına benzer gibi konuşması akla ziyan. Zaten belli değil mi? Ayan beyan değil mi?  Sürekli aritmetiksel bir artış söz konusu. Hapishanelerin doluluk oranında ya da mahpusların sayısında. Bu da neyi gösteriyor? Suçluluk oranında artış var. Bunun yoksullukla ilgili kısmına bakmak için elimizde sayısal veriler şimdilik yok. Ama açık olan husus şudur: Bu mahpusların sayısının artmasında suçla ilgisi olmayan, düşünce suçlularının, siyasal suçluların hayli yer tutuyor olması.  Silivri Hapishanesi örneğine bacak olursak; En yakından tanıdığımız Can Atalay’dan, çok daha az tanıdığımız, siyasal olarak tam olarak bizim karşı kutbumuzda yer alan Ümit Özdağ’a kadar geniş bir yelpazeye yayılan tutuklular, mahpuslar aslında madde 19’un öngördüğü tutuklanma koşullarını sağlamayan, tutuklama koşulları bulunmadığı halde gözaltına alınan tutuklanmış kişiler için anayasa madde 119 uygulansa yüzlerce ve binlerce kişi insan serbest bırakılır ve serbest bırakılmalı. Bu durumda hapishaneler ferahlar.

Fethi Yıldız’ın kullandığı sayı kuşkusuz ayrıca değerlendirilmesi gereken bir sayı ama ben İstanbul Hapishanesi, yani Silivri Hapishanesi dedim, kuşkusuz; Edirne’den Van’a kadar, Artvin’den Muğla’ya kadar Türkiye’nin dört bir yanında bir istatistiki çalışma yapmak gerekir. Acaba bu mahpusların, mahpus çünkü, hem tutuklu, hem de hükümlü olarak adlandırılıyor, bunların ne kadarı gerçekten suç işlemiş? Hırsızlık yapmış yaralamış, tecavüz girişiminde bulunmuş, adam öldürmüş, bıçak kullanmış ya da mafya lideri, uyuşturucu kaçağı vb. Suç işlemiş kişiler… Ve ya ne kadarı  slogan atmış, farklı fikir öne sürmüş, afiş asmış, gösteri yapmış, yürüyüş yapmış, seçilmiş, kendisine iftira atılmış… Bunlara baktığımız zaman biraz önce verilen sayı aslında bunların düşürülmesiyle hayli makul bir sayıya inebilir.

Ekim ayında Cumhuriyetin 102. yılında yeni bir paket daha getirileceği belirtiliyor. Bu beklentiyle ilgili görüşünüz nedir?

Üzerinde çalışılması gereken bir konu bu. Unutmayalım: Yürütme, yasama çoğunluğu ve yargı gücü iktidarın elindedir. Bu yüzden 29 Ekim’i beklemeye gerek yok. Eğer insanlar gerçekten cezalarını çekmek zorundaysa bugün de çekiyorlar; o zaman 5 ay sonra bırakılmaları gereksizdir. Ancak serbest bırakılmaları gerekiyorsa, haksızlığa uğradıkları düşünülüyorsa, o zaman 5 ay değil, 5 hafta bile beklemek fazladır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, bugün tanık olduğumuz birçok uygulama mahpus haklarıyla bağdaşmamaktadır:  Bir mahpusun koğuşunun sürekli değiştirilmesi, hekime veya ilaca erişememesi, avukatıyla görüşememesi ya da ailesiyle iletişim kuramaması… Bunlar, cezanın ötesine geçen uygulamalardır.

Bu nedenle “infaz sistemi” dediğimizde, aslında şu soruları ciddiyetle tartmalıyız: Kim cezaevine girmeli? Kim adli kontrolle serbest kalmalı? Kim ev hapsinde tutulmalı? Kim denetimli serbestliğe tabi olmalı? Bu yaptırım seçeneklerini çok iyi ölçüp tartmalı, bir kez karar verdikten sonra da bu kararlar üzerinde oynanmamalıdır. Ekime yönelik “beklenti” dediğiniz şey yasa değildir; yasa bir oyun değildir. Yasa bir normdur. Nesnel kurallar koyar. Bu kurallar kişilere göre değil, herkese eşit uygulanmak üzere oluşturulmuştur. Yasa yapım süreçlerinin belli usullere bağlanmış olmasının nedeni de budur: Bu süreçlerin amacı, mümkün olduğunca adil, eşit ve toplumsal barışı gözeten bir düzen yaratmaktır. Aksi hâlde, yasa çıkararak belli kişilere özgürlük tanıyabilirsiniz ama sorun bu değildir. Asıl mesele, eşit özgürlük, adil muamele ve mahpuslara mümkün olduğunca hakkaniyetli davranmaktır. Şu anki teklif, hem içerdiği geri adımlarla hem de izlenen dayatmacı yöntemle ciddi sorunlar barındırıyor. Beklentileri karşılamıyor. Bu nedenle getirebileceği sakıncalar — bazı yararlar içerse bile — özellikle çocuklar ve ceza yargısı bağlamında çok daha ciddiyetle ele alınmalıdır. Çünkü bu konular yalnızca insan özgürlüğünü değil, doğrudan insan yaşamını ilgilendirir. Ve insan yaşamı aynı zamanda toplumsal barış demektir. Hukuk, toplumsal yapının omurgasıdır. Bu yüzden hapishane hukuku da, dışarıdaki özgür bireylerin hukuku kadar önemlidir. Zira eğer hem içeride hem dışarıda hukuksuzluk varsa, aralarında pek bir fark kalmaz. Tıpkı şu an olduğu gibi.