‘İki Ömrün Tanıklığı’: Aram Tigran’ın ailesiyle ilk Kürtçe röportaj

Diyarbakır’dan Kamışlo’ya, oradan Erivan’a uzanan bir yaşam… Aram Tigran, sesine yüklediği memleket hasretiyle yalnızca şarkılar söylemedi; Kürt halkının hafızasında silinmez bir iz bıraktı.

‘İki Ömrün Tanıklığı’: Aram Tigran’ın ailesiyle ilk Kürtçe röportaj
‘İki Ömrün Tanıklığı’: Aram Tigran’ın ailesiyle ilk Kürtçe röportaj
Rohat Alakom
  • Yayınlanma: 8 Ağustos 2025 15:55
  • Güncellenme: 8 Ağustos 2025 16:58

1934 yılında dünyaya gelen usta müzisyen ve ses sanatçısı Aram Tigran (1934-2009), kökleri Diyarbakır’a uzanan bir Ermeni ailenin çocuğuydu. Ermenilere yönelik baskıların arttığı yıllarda ailesi, memleketlerini geride bırakıp Kamışlo’ya göç etti. Aram burada büyüdü, müzikle iç içe bir hayat kurdu. 1966’da ise ailesiyle birlikte Ermenistan’a yerleşti. Erivan Radyosu’nun Kürtçe yayın bölümünde uzun yıllar boyunca sesiyle yer aldı ve Kürt müziğinin en sevilen isimlerinden biri oldu.

Aram’ın Ermenistan’a gelişinden kısa bir süre sonra, Kürtçe yayımlanan Rêya Teze (Yeni Yol) gazetesinin muhabiri Emerîkê Serdar, ailesiyle söyleşi yapmak için Lusavan (Çarentsavan) kasabasına gitti. Bu, Tigran ailesiyle yapılmış ilk Kürtçe röportaj olarak kayda geçti. Söyleşi, 3 Ağustos 1966’da “İki Ömrün Tanıklığı” (Şedê Du Emra) başlığıyla yayımlandı. Başlık, Türkiye ve Suriye’de geçen zorlu yıllarla Ermenistan’daki özgür ortam arasındaki farkı vurguluyordu.


Rêya Teze’de çıkan röportajdan bir kesit

Röportajda Diyarbakır ve Kamışlo’daki Kürt-Ermeni dostluğu öne çıkıyordu. 1915’te birçok Ermeni, Kürt komşularının korumasına sığınmıştı; bunların arasında Aram’ın akrabaları da vardı. Aile, Kamışlo’ya göç ettikten sonra yine Kürtlerle yan yana yaşadı. Ünlü Kürt şairi Cegerxwîn ve ailesi de komşuları arasındaydı. Aram’ın kardeşi Hayk, o günleri şöyle anlattı:

“Geçen yıl grubumuzla birlikte Cegerxwîn’in oğlu Kesra’nın düğününde çaldık. Bütün Qamışlo düğünü izlemeye gelmişti. Cegerxwîn ile çok yakın komşuyduk; gece gündüz birbirimizin evindeydik. Eşi Kehla bize kardeş gibiydi, kızı Sinem ise gözlerimizin önünde büyüdü.”

O söyleşi sırasında Aram evde değildi. Anlatılar, daha çok anne ve babası Azniv ile Tigran Melikyan’ın ve kardeşi Hayk’ın hafızasındaki anılar üzerinden aktarıldı.

Yaklaşık on yıl sonra, 3 Ağustos 1977’de, bu kez Erivan Radyosu Kürtçe Yayınlar Bölümü Başkanı Xelîl Muradov, Rêya Teze’de “Aram Tigran” başlıklı biyografik bir yazı kaleme aldı. Muradov’un metni, Serdar’ın röportajında eksik kalan sanatçı portresini tamamlıyordu.

Muradov’a göre Aram, büyüdükçe asıl yurdunun Ermenistan olduğunun bilincine varmıştı. Babası, Suriye’de yaşadıkları yıllarda ona sık sık, “Söyle oğlum, söyle şarkını, bakalım ne zaman bize de hayır kapısı açılacak” (Bistrê lawo, bistrê, ka kingê dergê xêrê li me jî vebe!) derdi. Aram, bu sözler üzerine “Diçim diçim” (Gidiyorum gidiyorum) şarkısını söylerdi: “Gidiyorum, kalmıyorum burada / Yeter çektiğim dertler” (Diçim li vir namînim / Bes e derda hilînim…).


Aram Tigran ve eşi Sirvart Melikyan

Aile Ermenistan’a yerleştiğinde ise bu kez ‘gitmek’ fiilinin yerini ‘gelmek’ aldı: “Geldim geldim Ermenistan / Çok güzel Erivan…” (Hatim hatim Hayastan / Gelek xweş e Yêrîvan…). Muradov, bu on yıllık süreçte Aram’ın yaklaşık 60 parça kaydettiğini, zamanla en sevilen sanatçılardan biri haline geldiğini, düğün ve şenliklerde de sahne aldığını belirtiyordu. Aram, eserlerinin sözlerini bazen kendi yazıyor, bazen de ünlü Kürt şairlerinin dizelerinden yararlanıyordu. “Xwezila disa zar bûma” (Keşke çocuk olsaydım) ve “Sinegê” (Ünlü Sinek yaylası) en bilinen şarkılarındandı.

‘Sinegê’ parçasında aşk temasını işler: “Sineg kayalıkların önünde… Resmim senin koynunda” (Sînekê ber zinêr de… Şiklê min paşla te de). Muradov, memleketine dönen Ermenileri “wetenveger” olarak adlandırıyor; Kürtçede bu kelimeye ilk kez bu yazıda rastlandığı not düşülüyordu.


Koma Sazbenda, ortada Egidê Cimo ve Aram Tigran

Emerîkê Serdar’ın 1966’daki röportajı ile Xelîl Muradov’un 1977 tarihli biyografisi, Aram Tigran’ın yaşamına ve sanatına dair birbirini tamamlayan iki değerli belge niteliğinde. Yarım asır önce kaleme alınmış bu metin, yalnızca bir sanatçının hikâyesini değil, Kürt-Ermeni kültürel bağlarının tarihine dair eşsiz tanıklıkları da günümüze taşıyor. İşte o metnin tamamı:


Trenin vagonları arka arkaya vermiş, sıra halinde zincir oluşturmuşlardı. Trenin gurbetteki Ermenileri, Sovyet Ermenistan’ı toprağı ile kavuşturması üzerinden henüz bir süre geçmişti. Tren Ermenistan ve Gürcistan sınırında durduğu zaman, yılların vatan hasreti yüreklerinde olan gurbetteki Ermeniler trenden indiler, yere secde ettiler, vatan toprağını öptüler, kokladılar ve ancak gönüllerindeki hasret dindi. Birbirlerine baktılar, yeniden yaşama bağlandılar ve böylece gönüllerinden büyük bir yük kalkmış oldu, çünkü vatan toprağı onlara büyük bir güç verdi. Unutulmaz bir andı o an, çünkü yüreklerinde birikmiş olan yılların yarasını unutup iyileştirmişti. Yalnız vatan toprağı ile değil; taşı toprağı, dağ ve ovasıyla, yer ve gökle, tabiat ve havasıyla ve oranın halkıyla bütünleşiyorlardı. O kadar sevinçliydiler ki birbirlerine sarılıp mutluluklarını paylaşıyorlardı. Mutlulardı, etrafındaki insanları, oradaki halkı ve trendeki yolcuları da bu mutluluğa dahil ediyorlardı.

Trenin vagonları arka arkaya vermiş, sıra halinde zincir oluşturmuşlardı. Azniv Melikyan her şeyi görebilmek için pencerenin önünden uzaklaşmıyordu. Her şeye bakıp, görmek istiyordu… Öyleydi o, yıllardır bunun hasretiyleydi. Etrafına bakıyordu ve zaman tıpkı trenin vagonları gibi zincir oluyordu. Tren ileri hareket ettikçe anılar Azniv’in aklında geriye doğru hareket ediyordu.

Sasun, Pasur’un köyü. Gözümde aynı şekilde canlanıyor. Tıpkı daha dün oradan ayrılmış gibi. Köyün ahalisi çalışkandı. Köylerinin doğasını, düğün ve eğlencelerini severlerdi. Atalarının adet ve geleneklerine çok bağlıydılar. Katliam… Renginin evinden sadece o ve kız kardeşi Xatun kurtulabilmişlerdi. Her tarafı talan ettiler, kan ve su bir olmuştu, cenazeler kalkıyordu. Kaçış… O ve kız kardeşi de yerlerinden oldular, bilinmez diyarlara kaçtılar, ümitsiz ve acılı, yapayalnız… İbrahim, Tahar ve Gerto ile karşılaştılar. Onlar Kürt idi ve bu Kürtler onlara destek oldular. Evlerine götürüp, katliam ve kandan kurtardılar. Saldırılar ve talan bitene kadar onları evlerinde sakladılar. O ve kız kardeşi, birlikte Diyarbakır’a geldiler.

Artık büyüdüler. Denir ki alın yazıları birbirine benzeyen sahipsiz insanlar, birbirlerini çabuk bulurlar. Onlar gözleriyle birbirini tanır, birbirinin gözlerinde baht ve alın yazılarını okurlar. Tigran Melikyan’ın da kaderi onlarınkiyle aynıydı. Diyarbakır’da sokakta karşılaştılar, birbirlerinin gözlerinden kaderlerinin bir olduğunu anladılar, böylece birbirlerine kol kanat gerdiler. Azniv û Tigran tanışarak evlendiler. Dört sene Diyarbakır’da yaşadılar fakat Türkiye hükümeti rahat bir nefes almalarına izin vermedi. Artık Türkiye’de yaşayamayacaklarını anladılar, başka çareleri olmadığı için de Kamışlo (Suriye) şehrine taşındılar ve tekrardan Kürtlerin komşuları oldular…

Tigran Melikyan’ın hanesi ilk sefer ile gelip Lusavan’a yerleşti. Azniv Melikyan’ın tren yolculuğu sırasında aklında yarım kalan anılar zinciri, Tigran Melikyan’ın Sovyet Ermenistan’ındaki yeni evinde tamamlanmıştı.

Ey Azniv Melikyan, gurbette gün yüzü göremediğimizi söylersek bu yerinde olurdu. “Orada dükkânımız da vardı fakat ne vatan ve ana baba, toprağının yerini tutabilir. Biz Komünist Partisi’nden fevkalade razıyız ve Sovyet Hükümeti’ne müteşekkiriz çünkü onlar bize bu büyük lütfu sunup vatan sahibi yaptılar. Artık yok olmayacak bir vatanımız vardı ve biliyorduk ki neslimiz burada tükenmeyecek.”

Vatan topraklarında Tigran Melikyan’ın evi, üç ev oldu. Üst üste bulunan bu yeni yapılmış apartman daireleri iki odalıydı ve tüm imkânlarla donatılmıştı.

“Benim Aram’ın evi çok katlı bir binada ikinci katta, Gevorg’um üçüncü katta ve biz de dördüncü kattayız.” Azniv’in diğer oğlu Hayk şu şekilde anlatıyor: “Biz üç kardeş ben, Aram ve Gevorg, Dusavan fabrikasında çalışıyoruz.”

“İşe başlamamızla beraber yıpranmaya başladık ve şu anda evlerimizin geçimine yetecek kadar maaş kazanabiliyoruz. Çalışanlar bizleriz, anne ve babamız yaşlı oldukları için çalışmıyorlar, yaşı gelen çocuklarımız okula başlıyorlar ve henüz yaşı gelmemiş olanlar ise çocuk bahçesine gidiyorlar. Erken vakitte anne ve babamızı emekli edeceğiz. Bütün bunlar hümanist Sovyet meclisi, Sovyet partisi ve dünyayı demokrasiye götürecek anayasamız sayesinde oluyor. Bizler de vatanımızın gelişmesi ve şenlenmesi için kuvvetimizin yettiği hiçbir şeyden geri kalmıyoruz.”

Tekrardan konu Kamışlo’daki hayattan açıldı.

“Ben otuz yıl bir ağanın evinde çalıştım” diye anlatıyor Tigran amca: “Pamuk ve pirinç işlerinden anlıyordum. Fiziksel emeğimden başka bütün kazancım karın tokluğuna çalışmaktı. Bizler o dünyayla bağlarımızı kopardık. Yalnızca Sarkis’im orada kaldı, fakat o da en yakın zamanda yanımıza gelecek. Maalesef ki kardeş gibi olduğumuz Kürt komşularımız o zulüm dünyasında kaldılar.”

“Gerçekten de doğru söylüyorsun Tigran” diye konuşmaya dahil oldu Azniv.

“Hatırlıyor musun, komşumuz olan Haco’nun evine gittiğimiz zaman bize ne demişti: ‘Size gıpta ediyoruz, buradan uzaklaşıp kendinizi bu yaşamdan kurtarıyorsunuz’.”

“Komşuluğumuzu katma buna” diye konuştu Tigran’ın oğlu Hayk. “Biz Ermeniler ve Kamışlo Kürtleri bir kardeşin bir kardeşe olabileceğinden daha öteydik. Tek bir gün birbirimize karşı kötü bir davranış ve sözde bulunmadık. Gideceğimiz zaman bütün tanıdığımız Kürtler gelip bizi yolcu ettiler. Birbirimizden uzaklaşacağımız için üzülüp ağlasalar da diğer yandan atalarımızın topraklarına ve vatanımıza döneceğimiz için adımıza seviniyorlardı.”

Oradaki herkes Hayk’ın dediklerine hak verdi.

Büyük küçükleri, hepsi Kürtçe konuşup Kürtçe şarkılar söylerlerdi. Evlerindeki müzik grubunun namı bütün Suriye’de tanınır hale gelmişti. Özellikle Aram o kadar güzel şarkı söyleyip saz çalıyordu ki bütün gün onu dinler ve doyamazdın.

“Geçen sene grubumuzla beraber Kürtlerin şairi olan Cegerxwîn’ın oğlu Kesra’nın düğününde çaldık ve bütün Kamışlo bu düğünü izleyebilmek için gelmişti. Cegerxwîn ile çok yakın komşulardık, gece gündüz birbirimizin evlerinde idik, eşi Kehla bizlere kardeş gibiydi, kızı Sinem ise gözlerimizin önünde büyümüştü.”

“Cegerxwîn, Aram’ı çok severdi. Onu yanına oturttururdu ve Aram, Cegerxwîn için saatlerce şarkı söylerdi.”

Azniv, oğlunun sözlerini tamamlıyor:

“Cegerxwîn’ın o güzel şiirlerini okuduğu anları gözümdeki ışık gibi saklarım” diye anlatıyor komşusu Marîam Hovhannîsyan’a. Cegerxwîn bütün şiirlerini bizim evde kayda aldı ve biz bu kayıtları birçok defa kazalardan koruduk. Yalnızca Cegerxwîn ve bizim ilişkilerimizin iyi olduğunu söylemek doğru olmaz çünkü Kamışlo’daki bütün Ermeni ve Kürtler kardeş gibiydi.”

“Baas rejimi Kürtçe şarkı söylememize izin vermiyordu”, diye anlatıyor Hayk: “Bizler bu duruma tahammül edemezdik; odamıza girer, kapıları üzerimize kitlerdik, Aram saatlerce şarkı söyler, biz de saz çalardık. Eğer o zaman farkına varsaydılar, bizi sırasıyla hapsederlerdi. Çünkü gönlümüzdeki sesi ve ruhumuzu susturamazdık. Nihayet özgürlüğün olduğu ülkemizdeyiz. Boş zamanlarda işimiz ve mesleğimiz Kürtçe şarkılar ve müzik. Lusavan şehrinde birkaç kez izleyicinin karşısına çıktık, bizleri coşku ile karşıladılar.”

Bu seneki ilk seferle beraber yedi yeni Ermeni aile, Suriye’den gelip Lusavan’a yerleşti. Bu her yedi evin aile üyeleri de (sadece onlar değil) yeni mahallelere yerleşip çalışıyorlar, okula gidiyor ve adım adım mutlu yaşamımıza katılıyorlar.

Gün çoktan batmıştı fakat karanlık Lusavan’da çökmez. İsminden de anlaşıldığı gibi bu küçük şehir aydınlık denizinde parıldamaya başlar. Anayasamızın bu parıldaması ülkemiz mutluluğunun her vatandaşının yolunu aydınlatır.

(Kürtçeden çeviren: Dewranê Dilxêr)