İlerleyen diplomasi ve barış için yeni olanaklar
Cegerxwîn Polat 17 Şubat 2025

İlerleyen diplomasi ve barış için yeni olanaklar

Tıp doktoru olarak, Kürt meselesinin çözümü için memlekette olan biteni anlamak adına sosyal bilimler bilgim kifayetsiz kalıyor. Kalmayan vardır mutlaka. Onlara saygım sonsuz. Hiç şüphesiz siyaset, sosyoloji ve tarihsel bilgilerle olanı biteni yoğurup bir sonuç elde edebiliriz. Ancak o eksik parça duygusunu bir türlü üzerimizden atamayız. Kulaklarımızı ve yüreğimizi dolduran bir açıklama yok gibi, olanlar da bizi pek ikna etmiyor! Günlük politik baskının yarattığı güvensizlik ve sürekli bir yerden darbe gelecek hissi bizi vaadedilene inanmaktan geri bırakıyor. Belki de hedeflenen şey bu durum.

“Bitti, artık öyle bir sorun yok” deyince Kürt meselesi buharlaştı mı peki? Konuşmayacak mıyız? Kürt meselesi salt konjonktür, jeopolitik bir mevzu halini mi aldı? Her nefes alışımızda duyduğumuz iç sıkıntısı bir anda yok mu oldu? Günlük yaşamamızda iliklerimize kadar hissettiğimiz baskı dağıldı mı? Birçoğumuzun kafasında bu sorular dönüp duruyor. Bizim adımıza işler yürüyor mu gerçekten emin olamıyoruz. Bu kaotik tablodan, istikrarsız davranışlardan, düzensizlik ve dengesizlikten, “kandırıldığımız” sonucu çıkarmak en yakın ihtimal gibi duruyor. Ama tarafların ve arada bulunanların ettiği bunca olumlu sözü de bir kenara da bırakamayız. AKP’li Ali İhsan Yavuz’un veciz lafı “hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu ama fark edemedik” noktasında değiliz.

Kürt meselesi için yüz yıllık bir sorundan bahsediyor gibi görünsek de Osmanlı imparatorluğu bakiyesini de kapsayan iki yüz yıllık bir dönüşümün etkileri, çıktıları, yanlışları ve doğmaları ile boğuşmak zorundayız. Türklüğün inşa edilmesi sürecinde kırımdan geçirilen topluluklar, halklar ve inançların acılarıyla döşenmiş bir yolda gidiyoruz. Mağdurun ve failin kim olduğunun karıştığı kavşaklardan dönüyoruz. Sağına, soluna dönüp “nedir bu Türklük anlatın” diye sorulduğunda üst kimlik laflarının edildiği, kutsanmış egemenlik dili ile etnik hikayelerin birleştiği söylenceler altında eziliyoruz. İşimiz zor. Kürt meselesini çözümü için Türklük takıntısının yarattığı sonuçlarla yüzleştirmek gerekiyor insanları. Farklılıkların zenginliğine ikna etmek gerekiyor toplumu. Yani bir parmak şaklatmasına bakmıyor işler. Demokrasi mücadelesi, tüm bu gerici güçlerle göz hizasına yeni yeni geliyor.

Artan entropi ve sonuçları

Sayısalcı olunca kavramlar kafamda farklı dönüyor. Kürt meselesinin bu siyasal atmosferde “buharlaşsa” bile yok olmayacağını, bir şekilde daha sert iklim koşullarında memleketin üstüne dolu şeklinde boca olacağını bilecek kadar siyasal yaşanmışlığım var. Termodinamiğin birinci yasasıdır bu ve maddenin yok olamayacağını, dönüşeceğini söyler bize. Yani doğa kişisel iradenin heveslerine izin vermez. Muktedirin gücü yetmez olana bitene.

Termodinamiğin ikinci yasası olan “entropi” ise, evrende herşeyin maksimum düzensizlik ve minimum enerji yönünde hareket ettiğini söyler bizlere. Entropi, çoktan aza, kullanılabilir halden kullanılamaz olana, doğumdan ölüme, düzenden düzensizliğe doğru doğal bir gidiş eğilimidir. Masaya bırakılan bir bardak çay zamanla soğur, fakat hiçbir zaman kendiliğinden ısınmaz. Boşa harcanan ve kaybedilen enerjidir entropi. Ülkenin bu kadar dengesiz, düzensiz, istikrarsız siyasi tablosu entropi yasasını hatırlatır. Bunca itiş kakışın, baskının, zulmün, inkarın yarattığı enerji, zaman ve insan kaybı bir hayalet gibi döner dolaşır çevremizde. Başka bir şeye dönüşür ama öngörülemez olandır bu. Devrim ve değişim dinamikleri ise entropiye içkindir. Entropi, kıyısında büyük kırılmaları, altüst oluşları taşır. Evrenin kuruluş yasasıdır. Ortadoğu siyaseti yanında devede kulak kalır.

Hiç şüphesiz metafor yapıyorum. Fizik yasalarıyla siyaset yapmak derdinde değilim ama bu kavramlar zihnimizi açacak analizler yapmak konusunda bizlere yardımcı olabilir. Toplumun da gerilme ve sonucunda kırılma limitleri var. Her siyasal yeni etki, suskun gibi görünse de toplumda öngörülemeyen bir sonuç üretiyor. Kuşakların değişimindeki ana etken de bu oluyor. Yıllar içinde gördüğümüz bu etkiler zamanın hızlanması ile daha da gözlenebilir hale geliyor.

Kayyım politikası ve İmralı görüşmeleri

Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Abdullah Zeydan’a ceza verilmesi ile siyasal dünyamızdaki kaosa yeni bir veri girişi oldu. Simgesel değeri yüksek olan ve ülkede demokratik siyasetin önünü açacağı beklentisi yükselen İmralı açıklamalarının yerini kayyım ataması aldı. Yerel seçimlerden hemen sonra mazbata savaşlarında halkın ve muhalif siyasi karşı duruşun etkisiyle üretilemeyen sonuç, yargı marifetiyle elde edilmiş oldu.

Bu koşullarda iktidarın, rövanşist olmanın ötesinde intikamcı bir siyasal irade olduğunu hissetmemiz gayet doğal. Van için gün ve yöntem bilerek seçildi. Can acıtılmak, had bildirilmek istendi. Yapılan bu yorum da dahil olmak üzere çaresizlik ve dengesizlik üretmek hedeflendi. Güç odaklarının iktidar savaşında Kürt meselesi üzerinde tepinilmeye devam edildi.

Toplum, yaratılan sınır ve beka anksiyetesi ile iç cephe olarak tariflenen hudutta sağlamlaştırmaya çalışılıyor. Ama yetmiyor, yetmeyecek de. Günü geldiğinde Kürt meselesinin çözümünde cumhuriyetin kuruluş mitleriyle hesaplaşma zamanı her siyasi akımın gündemine girmiş olacak. CHP bunun ikilemini her siyasi adımında yaşıyor. Mardin’de kayyım atamasına tepkiyi genel başkanı Özel’in bizzat katılımı ve Kürtlere eşit yaşayacakları bir devlet taahhüdü sonrası yaşadığı iç tartışmalar yüzleşmenin uç vermiş hali olarak okunabilir. AKP tüm bu çelişkileri ümmetçilikle aşmaya çalışırken Osmanlıcılık referanslarıyla süreci geçiştirmeye çalışıyor. Talat Paşa’cıların bu kadar ayağa kalkması da boşuna değil. Irkçıların bu heyulası bile yükselen entropinin kanıtları olarak okunabilir.

DEM Parti temasları

İmralı görüşmeleri sonrası Sırrı Süreyya Önder’in açıklamalarından neyle karşı karşıya olduğumuz konusunda bazı bilgiler edinmiş olduk. 2013-2015 sürecinden farklı bir şey yaşayacağız. Kayyım atamaları gibi tuhaflıklar bunu zaten gösteriyor. Demokratik bir süreç gibi kodlamıyor taraflar. Silahların durma halini içeren ancak siyaset yapma biçiminde dönüşümler geçiren bir PKK hedefleniyor. Bu devletten çok Öcalan’ın hedefi gibi okunabilir. Zaten konjonktür ve sürecin başlamasına indeks faktörlerde geçmişe göre bambaşka durumda. Tüm bu geçen zamanda AKP-MHP iktidarının ikbal derdi memleketi kamplara bölerek toplumu iyice gerdi. Önder, toplumun çatışan bu yönünü göstermek için alerji terimini kullanıyor ve Öcalan’ın açıklamaları ile bunun kırılabileceğine olan inancını vurguluyor.

Önder ve DEM parti siyasetçileri bu konuda önemli bir misyon edinmiş oldular. Türkiye’deki siyasal partiler dışında Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKYB) ile yaptıkları görüşmeler çözümün kapsayacağı alanı da gösterdi. DEM Parti Eş başkanlarının yaptığı açıklamalara da yansıyan bu oldu. TC. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Suriye ve IKYB nezdinde yürüttüğü paralel diplomasiye bakılırsa PKK’nin atacağı adımlar konusunda herkes kendi elini güçlendirmeye çalışıyor. Süreci kontrol etme çabası devlet kanalında yakın markajla devam ediyor. Yine de Fidan görüşmesi sonrası Neçirvan Barzani’nin barışa vurgu yaparak Kürt meselesinin demokratik çözümü için diplomatik bir dil kullanması dikkate değer oldu. Barzani tüm bu olan bitene “barış süreci” diyerek sorunun çözümünün silahsız olması gerektiğini vurguladı.

Demokrasi mücadelesi için yeni bir başlangıç noktası belirlenmek üzere. Artan entropi Demokratik Türkiye hedefi için yeni olanaklar sunabilir. İktidarın totaliter uygulamalarına diz çökülmesin yeter.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.