İletişimsizlik medeniyetin cehennemidir
Azad Barış 27 Ekim 2024

İletişimsizlik medeniyetin cehennemidir

Pawel Kuczynski, modern zamanların en çarpıcı eleştirel sanatçılarından biri olarak, çağımızın iletişim ve ilişkilerindeki ironiye dikkat çeker. Onun eserlerinde, toplumsal gerçekleri herkesin anlayabileceği sembollerle ifade etme çabası öne çıkar. Bu yaklaşımla, “iletişim çağı” olarak tanımlanan küreselleşme sürecinin aslında bir “iletişimsizlik çağı” olduğuna vurgu yapar. Kuczynski’nin imgeleri, dijitalleşen dünyada insanların birbirine yakın görünmesine rağmen, anlamlı bir diyalog kuramamalarının altını çizer. Bu kopukluk, günümüz toplumunda yaşanan birçok bireysel ve toplumsal sorunun özünde yatan iletişim eksikliğine dikkat çeker.

Diyalog ve karşılıklı anlamayı engelleyen tecrit uygulamaları, sadece bireyleri değil, toplumları da izole eden bir ceza sistemi olarak medeniyetin iletişim temeline zarar verir. Kuczynski’nin işaret ettiği küresel iletişimsizlik, benzer şekilde, toplumun önemli meselelerine dair sağlıklı bir diyalogun oluşmasını da engeller. Tecrit, hem bireysel bir izolasyon biçimi olarak düşünsel diyalogu kısıtlar hem de toplumun geniş bir kesimi ile iletişimi engeller. Bu durum, Kuczynski’nin eserlerinde eleştirdiği gibi, toplumun hayati meselelerde sağlıklı bir tartışma ortamı geliştirmesini zorlaştırır. İletişimin kesilmesi, medeniyeti yozlaştıran ve çürüten bir unsura dönüşürken, “eleştirel sahiciliğin” eksikliği de sorunların kalıcı birer yaraya dönüşmesine yol açar.

Kuczynski, alışılagelmiş iletişim biçimlerinin yerini alan teknolojik aygıtların, evrensel değerleri nasıl tehlikeye attığını ustalıkla resmeder. Onun eserlerinde yoksulluk, savaş, ırkçılık, zulüm, şiddet ve modern toplumun yüzleşmek istemediği diğer adaletsizlikler tuvale yansır. Bu imgeler, iletişimsizlik kaynaklı sorunların görünür ve anlaşılır hale gelmesini sağlarken, aynı zamanda izleyiciye çağrıda bulunur: dikkatini bu tehlikelerin köklerine, yani iletişimsizliğin kendisine yönlendirmesi gerektiğini hatırlatır.

Kuczynski’nin eserlerindeki her iz, aslında günümüz dünyasının temel çıkmazının iletişimsizlik olduğunu güçlü bir şekilde vurgular. O, insanın içine itildiği ve bir “iletişimsizlik kültürü” olarak inşa edilen bu ortamın, artık bireysel sınırları aşarak toplumlar üstü bir öz-tecrite dönüştüğünü ustalıkla yansıtır. Burada iletişimsizlik, modern uygarlığın karanlık yüzü; insanları yalnızlık ve anlaşılmama hissiyle baş başa bırakan bir cehennem olarak sembolleşir. Bu cehennemde, insan derin bir boşluk içinde kendi sesini dahi duyamayacak kadar yalnız kalır.

Bu bağlamda, Abdullah Öcalan üzerindeki mutlak tecrit de iletişimsizliğin soğuk ve gölgeli yüzünü gözler önüne serer. Kuczynski’nin işaret ettiği gibi, tecrit yalnızca bireyi değil, toplumu da izole eden bir “soğuk savaş” aracıdır. Bu ağır tablo, sanatın bile taşıyamayacağı bir karanlığı simgeler. Öcalan üzerindeki tecrit, çağımızın iletişim kopukluğunun ve modern dünyanın insanı içine çektiği yalnızlık çemberinin en uç örneği olarak, insani değerleri zedeler ve toplumsal diyaloğun kapılarını kapatır.

Foucault’nun “disiplin ve ceza” kavramları etrafında tanımladığı mutlak iletişimsizlik, yalnızca bir bireyi değil, tüm toplumu susturma çabası olarak karşımıza çıkar. Abdullah Öcalan’ın kapatıldığı sessiz hücre, aslında toplumun zihninde bir disiplin aracı olarak yankı bulur. Bu tecrit, yalnızlığın dilini tüm topluma taşıyan, bireylerin ruhuna dokunup her hareketlerini sınırlandıran görünmez bir pranga haline gelir. Kuczynski’nin ironik ve çarpıcı imgelerinde yer alan baskıcı iktidar sembollerinin bir izdüşümüdür bu; tecrit, toplumsal bedenin üzerine kazınmış, gözle görünmez ama derin etkiler bırakan bir yara izine dönüşür.

Bu durum sözün yokluğunda disiplinle dolan devasa bir boşluktur. Burada toplum, bireyleri sessiz, edilgen ve “normal” varlıklar olarak biçimlendiren bir mekanizmaya dönüşür. Kuczynski’nin eserlerinde olduğu gibi, iletişimsizlik bu boşluklardan sızan bir parazit gibi yayılır ve toplumu belirli kalıplara hapsetme, onu mutlak bir düzen içinde disipline etme aracına dönüşür. İletişimsizlik burada yalnızca bir yalnızlık hali değil, boğulmuş bir çığlığın yankısı, özgürlüğün sessiz bir ihlali olarak derin ve baskıcı bir iz bırakır. Kuczynski’nin ele aldığı semboller gibi, bu tecrit durumu da görünmez bir disiplin mekanizmasıdır ve medeniyetin özündeki insani iletişim bağlarını yok eder. Bu derin ve sessiz boşluk, toplumun ruhunu parçalayan, onun sağlıklı diyalog ortamını boğan bir boşluk olarak yankılanır.

Sanatçı, etik ölçülerle yeni dünyanın sıradanlaşmış gerçekliğini, tekno-kapitalizmin karmaşık ilişkiler ağını çarpıcı bir ironiyle işler ve böylece çağın endişeli ruhuna trajikomik bir ayna tutar. Pawel Kuczynski’nin özellikle “Perfect Garden” (Mükemmel Bahçe) adlı tablosu, iletişimsizliğin en grotesk ve rahatsız edici hali olarak, hiper-teknoloji toplumlarının sosyal yabancılaşma ve ruhsal yalnızlaşma sorunlarını gözler önüne serer. “Mükemmel Bahçe,” “iletişim toplumundan iletişimsiz topluma” geçişin ürkütücü final tablosudur. Duygusuz ve “şeyleştirilmiş” insanlar, tablonun her köşesine sessiz bir çığlık gibi yayılır. Aynı mekânda bulunmak, bir iletişim veya anlam paylaşımı oluşturmaz ve tablodaki bu durağan insanlar, kopmuş bağların, anlamsız bir varoluşun temsilcileri olarak karşımıza çıkar.

Bu tablo, çağın sofistike yüzeyine uyum sağlamanın hiç de kolay olmadığını gösterir ve bizlere beklenmedik bir çehreyle karşılaşan zaman ve mekân denklemlerinin artık kavranmasının giderek olanaksız hale geldiğini ima eder. Toplumsal dönüşüm döngülerine uyum sağlayamama hali, varoluşsal olarak tüm potansiyel mekânları tekinsiz kılar ve bireyi her an yabancılaşmaya sürükler. Bu uyumsuzluk, yalnızca bireyin varoluşsal deneyimini sarsmakla kalmaz; aynı zamanda, modern zamanın hızla akan ritmine ayak uyduramama riskini beraberinde getirir.

Burada, zamandan bağımsız bir mekânda var olma sembolizmi, çağımızın iletişim mekanizmalarının işlev dışı kaldığını gösterir. Oysa, düşünsel olarak uzlaşılmış temel gerçeklerden biri de günümüzün, tarihte benzeri görülmemiş bir “iletişim çağı” olduğu iddiasıdır. Bu tanımlama büyük ölçüde doğrudur; ancak, Kuczynski’nin “Perfect Garden” tablosunda gösterildiği gibi, dünyadaki çatışmaların yarattığı en büyük kayıplardan biri de iletişimin kendisidir. Ulusal ve uluslararası siyaset, bölgesel çatışmalar, ekonomik dalgalanmalar, çevre krizleri, terör, savaşlar, salgınlar ve çeşitli bireysel ya da kurumsal gelişmelerin her biri, kendi içinde özgün bir iletişim biçimi barındırır.

Öcalan’a uygulanan tecrit, bu işlevsizleşmiş iletişimin sembolü olarak düşünülebilir. Tecrit, iletişimi en temel insani düzlemde engelleyerek, çatışmacı toplum yapılarının uzlaşmaya varmasını imkânsız hale getirir. Öcalan üzerindeki tecrit, sadece bir bireyin suskunluğa mahkûm edilmesi değil, aynı zamanda çatışmaları çözebilecek köprülerin yıkılması anlamına gelir. Toplumsal meseleler üzerine sağlıklı bir tartışma zemini oluşamadığında, toplumlar birbirinden soyutlanır; bireylerin ve grupların kendi “mekânlarında” sıkıştığı bu izole durum, anlam ve bağlamdan kopuk bir yaşam biçimine dönüşür.

Kuczynski’nin “Perfect Garden”ında olduğu gibi, tüm bu kopukluk, dünyadaki meselelerin diyalog eksikliği yüzünden ağırlaşması, uzlaşma zeminlerinin kaybolması ve iletişim kanallarının işlevsiz hale gelmesiyle sonuçlanır. Bu durum, çağın iletişim araçları tarafından vaat edilen birleştirici rolün tersine dönmesine neden olur; böylece toplumlar kendi içlerinde, her biri diğerinden kopuk şekilde var olmaya mahkûm olur.

Bu noktada, iletişim biçimleri ve etkileşim sınırları, kültürel kodların çerçevesini belirleyen başlıca faktörlerdir. Bu çerçeve, hem iletişimin tüm biçimlerinin hem de onun bağlamsal anlamlarının sınırlarını oluşturan bir sorunsal doğurur. Bu bağlamda “nasıl bir iletişim?” sorusu, bir tanımlama meselesi olarak karşımıza çıkar. Sorunların kaynağında yer alan birikmiş anlaşmazlıklar ve diyalog eksiklikleri, iletişim süreçlerinin doğrudan bir yansımasıdır; diğer bir deyişle, toplumda baş gösteren birçok problem tipi birebir iletişim aksaklıklarıyla ilişkilidir.

Öcalan’a yönelik tecrit, bu iletişim sınırlarının en keskin şekilde çizildiği bir örnek olarak dikkat çeker. Öcalan’ın iletişimden yoksun bırakılması, yalnızca bir bireyin sesini kısmakla kalmaz; aynı zamanda, toplumsal diyalog olanaklarını da sınırlar. “Nasıl bir iletişim?” sorusuna yanıt bulmak, toplumsal uyumun ve barışın anahtarıdır; ancak tecrit, bu tanımsal alanı boş bırakır, toplumun çözüm arayışlarına engel olur. Kuczynski’nin eserlerinde ironik bir şekilde işlenen kopukluk gibi, tecrit de iletişim olanaklarını kısıtlayan bir çerçeve çizerek, toplumu derin bir sessizlikle baş başa bırakır ve ortak değerlerin inşası için gerekli olan kültürel diyaloğu imkânsız hale getirir.

“Perfect Garden”ın ifşa ettiği gibi, hem kültür içindeki hem de kültürlerarası çatışmalar, aslında bir tür iletişim bozukluğunun dışavurumudur. Kuczynski’nin “Mükemmel Bahçe”sinde yer alan figürlerin hissettirdiği gariplik, bu iletişim kopukluğunun metaforik bir tezahürüdür ve çoğu zaman tek taraflı bir sınır ihlalinin, sağlıklı bir iletişim çerçevesinin bozulmasının bir yansımasıdır. Bu olgusal çerçeve, sadece normatif olanın, yani yerleşmiş iletişim değerlerinin mecazi ölümü değil; aynı zamanda anlam ve diyalog üretme potansiyelinin, yani yorumlanabilir olanın da ebedi suskunluğudur.

Toplumsal uyumun sağlanmasında ve sorunların çözümünde temel bir araç olan iletişimin bu şekilde yok sayılması, normatif çerçevenin bozulmasına yol açar. Tıpkı “Perfect Garden”da olduğu gibi, bu tecrit, toplumun ortak sorunlarına yönelik anlam üreten mekanizmaların sessizleşmesine ve çözüm için gerekli olan diyalog zeminlerinin çökmesine sebep olur. Böylece, toplum için hayati öneme sahip olan “anlam çerçevesi” kaybolur, kültürel sınırlar silikleşir ve toplumsal barış çabaları tecrit edilmiş bir yalnızlık içinde yankılanır.

Bunun en parçacı mitolojik örneği, Tanrı Marduk’un Babil Kulesi efsanesiyle başlar. Rivayete göre, Tanrı, kendisine ulaşmaya çalışan insanların kibirli hallerine öfkelenerek, o zamana kadar tek dil konuşan insanların dillerini karıştırmış ve birbirlerini anlamalarını engellemiştir. Bu efsanede başlayan mecazi engelleme, günümüz iletişim kaybının simültane tercümesi gibidir; dillerin karışması, anlama ve etkileşimin önündeki ilk büyük engeli temsil eder.

Tamamen zorunlu rolüne dayanan asimetrik bir ilişki biçimi olan bu olgusal durum, hakikatin aşkın yaralanması anlamına gelir. Bu durumun yorumlanabilir tarafı ve sosyolojik bağlamı, hem merkez-çevre ilişkileri hem de kültürlerarası dengesizliğin genel düzeyi üzerinden şekillenir. Merkez ülkeler, çevre ülkelerin kültürel ve sosyal dinamiklerini belirleyerek, iletişim biçimlerini asimetrik hale getirir ve bu da derin bir anlayış kopukluğu yaratır.

Bu çerçevede, toplumsal iletişimin bağlamı ve sanatsal simgeselliği, sosyal bilimlerin nesnelliğiyle sentezlenerek mevcut dünya düzeni ve onun kurumsal yapıları üzerinden yeniden inşa edilmektedir. Öcalan’ın tecridi, bu yapısalcı dinamiklerin somut bir örneğidir. Tecrit, yalnızca bireysel bir hapsolma durumu değil, aynı zamanda toplumsal iletişimin tamamen dışlandığı bir ortam yaratır.

Buradaki kurgusal akıl tamamen kurumsaldır ve esas mottosu, mevcut sistemin dışındaki her şeyi “başka alternatif yok” şeklinde özetler. Bu durum, toplumların iletişim kurma biçimlerini daraltırken, bireylerin farklı düşünme ve alternatif üretme kapasitesini körelten bir etki yaratır. Ancak bu yaklaşıma karşı “başka bir iletişim kültürü ve daha iyi bir dünya mümkündür” söylemi, artık zaruri hale gelmiştir. Bu ifade, iletişim biçimlerinin yeniden gözden geçirilmesi ve alternatif yolların araştırılmasını gerektirmektedir. Aksi takdirde, üzerine konuştuğumuz iletişimsizlik hali, bir algı biçimi olarak yönetilerek zamanla kin ve nefretle kökleşir ve derinleşir.

Bugün hem dünyada hem de ana topraklarımızda sahnelenen dehşet tablolarının bir ucu, Kuczynski’nin “Perfect Garden”ındaki iletişimsizlik simgeselliğine uzanırken, diğer tarafı da savaşların tan yeri olan tarihin o ilk yitimine dayanır. Belki de dünyadaki tüm kargaşa ve kavgaların ana sebepleri, iletişim ve ilişkinin koptuğu o ilk yerden kaynaklanmaktadır. “Perfect Garden”ın işaret ettiği gibi, ne mekânsal yakınlık ne de hiyerarşik düzen, kendi başına sağlıklı bir iletişim ve koşulsuz kabul anlamına gelmez. Mekânsal yakınlık, bireyleri bir araya getirse de, sağlıklı bir iletişim kurmanın önünde engel teşkil eden koşulları değiştirmedikçe anlamını yitirir.

Hatta Babil söylencesinde olduğu gibi, kimi zaman mistik bir ötekiyi de beraberinde getirir. Zira simbiyotik bir olgu olan ötekinin, ötekiyle kurduğu veya kuracağı iletişim biçimi, hem her ikisinin varoluşsal imajını belirler hem de bireysel ve toplumsal bağlamda sınıflandırır. Oysa, olumsal ötekinin tanımı ve kabulü, ancak sağlıklı bir iletişim akışıyla mümkündür. Bu iletişim ağının kopması, bugün içinde bulunduğumuz dehşetin daha da büyümesi anlamına geldiği gerçeğine sırt çeviremeyiz. Eğer bunu yaparsak, Orwell’ın dediği gibi, sadece “kurban” değil, aynı zamanda “suç ortağı” da oluruz.

Dolayısıyla insanlık, daha önce kötülüğe, sıkıntıya ve hastalığa bu kadar aşina değildi ve olmak zorunda değildir. Bu bağlamda, “umut en son ölür” metaforunu hatırlayarak hayata yeniden tebessüm etmeliyiz; fakat yaşadıklarımızın karşısında bilge Cicero’nun o sözünü yâd etmenin de naif kalacağı kesindir. İçinde bulunduğumuz iletişimsizlik durumu, bireylerin yaşadığı acılar ve toplumsal çatışmalar karşısında sadece bir umut vurgusu yapmak yeterli değildir. Ancak böyle bir ön kabulden yola çıkarak, kadim olanla ilerlemeyi yeniden bir insanlık ideali haline getirebiliriz. Bu ideal, ne insanüstü bir hedef ne de tanrılar katında aranan bir sırdır. Daha ziyade, sağlıklı bir iletişim kültürü inşa etme çabasıdır. Öcalan üzerindeki tecrit, bu idealin ne kadar acil olduğunu gözler önüne seriyor.

İnsanlığın ortak mirası, hepimize tanıdık olan barışın ta kendisidir. Kuczynski’nin endişe çağrıştıran renkleri, tam da buna dair bir uyarı, bir karabasan niteliğindedir. Eğer kültür içi ve kültürlerarası sağlıklı bir iletişim köprüsünü hayal edebilirsek, “uygarlığın cehennemine” giden yolu engellemiş oluruz. Çünkü yaratılmak istenen iletişimsiz uygarlık, yeni bir cehennemdir ve sonumuz, Kathe Kollwitz’in ölü çocuğuna sarılan annenin hikâyesi gibi hazin bir sona doğru sürüklenecektir.

Bu yüzden, umut ve iletişimi yeniden inşa etme çabası, yalnızca bireysel bir sorumluluk değil, kolektif bir kurtuluş yolu olmalıdır. Barış ve feraset dolu bir gelecek için, hepimizin sorumluluğu, karşılıklı dinleme ve anlama isteğiyle başlamalıdır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.