İmamoğlu ve Kürt meselesi: Liberal milliyetçilik?
Cuma Çiçek 24 Haziran 2025

İmamoğlu ve Kürt meselesi: Liberal milliyetçilik?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun temsil ettiği “CHP kurmay aklı” bir süredir Kürt meselesinde sorunun çözümsüzlüğü ve statükonun korunması üzerinden değil barış ve çözüm üzerinden AK Parti hükümeti ve Cumhur İttifakıyla siyasi rekabete yatırım yapıyor.

Kürt çatışması gibi kimlik temelli teritoryal çatışmalarda, barış ve çözümün başkentteki ana-akım partiler arasında siyasi rekabet unsuru olması şiddeti geride bırakmayı ve uzlaşı inşasını kolaylaştırıyor. Kürt çatışmasında önceki dönemlerde barış ve çözüm Ankara’da bir siyasi rekabet unsuru olmadı. Bugün böylesi bir siyasi rekabetin ortaya çıkması yeni barış sürecinin başarı ihtimalini artıran en önemli dinamiklerden birisini oluşturuyor.

DEM Parti Eş Başkanları Tuncer Bakırhan ve Tülay Hatimoğulları tutuklu Ekrem İmamoğlu’nu üç aya yakın bir zamandan sonra 21 Haziran 2025 tarihinde ziyaret etti. Bu ziyaret sonrasında İmamoğlu sosyal medya üzerinden iki sayfalık bir açıklama yayınladı. Açıklama detaylı bir şekilde irdelendiğinde, İmamoğlu’nun Kürt meselesinin barışçıl yollarla çözümüne yönelik pozisyonunu sürdürdüğü görülüyor.

Milliyetçilik: Devrimci mi liberal mi?

Öcalan’ın 21 Nisan 2025 tarihinde İmralı Delegasyonuyla yaptığı görüşmenin notları basına sızdı. Buradaki notlar doğruysa eğer, Öcalan, Bahçeli’nin yeni tutumunu “devrimci milliyetçilik” olarak değerlendiriyor.

Soru şu: Cumhur İttifakının temsilde küçük ama devlet ve hükümet üzerinde etkisi büyük ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin temsil ettiği bu “devrimci milliyetçilik” karşısında CHP neyi temsil ediyor ve sorunun çözümü için neyi öneriyor?

Bu yazıda, yapay zekâ araçları desteğiyle “söylem analizi” yaparak İmamoğlu’nun iki sayfalık açıklamasını tartışmak ve yukarıdaki soruya cevap vermek istiyorum. Detaylara geçmeden genel olarak Bahçeli’nin “devrimci milliyetçi” yaklaşımına karşı İmamoğlu’nun “liberal milliyetçi” bir perspektif sunduğunu söylemek mümkün. İmamoğlu Kürt meselesinin çözümü konusunda yeni bir siyasi ufka işaret ediyor. Üstelik bu ufuk sınır-ötesi, bölgesel bir yaklaşımı da içeriyor. Bununla birlikte yeni barış sürecinin devam ettiği bir bağlamda somut sorunları ve somut talepleri tartışmaktan uzak duruyor.

Söylemin kapsamı ve kavramsal çerçevesi

Metin detaylı incelendiğinde, İmamoğlu söylemini birbiriyle ilişkili üç ana bileşen üzerine inşa ediyor: (1) Türkiye’de demokratikleşme ve hukukun üstünlüğü, (2) Kürt meselesinin barışçıl çözümü ve (3) Ortadoğu’da savaş ve istikrarsızlığa karşı barışçıl ve reformist bir yaklaşım ve böylesi bir yaklaşıma liderlik edecek bir Türkiye. Özetle, İmamoğlu bu üç bileşen üzerinden bir meşruiyet üretiyor ve alternatif bir siyasal tahayyül kuruyor.

Metnin içinde yer alan kavramlara biraz daha yakından baktığımızda “Aziz Milletim” söylemiyle milliyetçi hitabı tercih ediyor ve kapsayıcı bir birlik çağrısı yapıyor.

“Cumhuriyetin ikinci yüzyılı” kavramıyla yeni bir kurucu dönemi ima ediyor.

“Kürt meselesi”, “eşit hissedarlık” kavramlarıyla inkâr yerine tanıma ve demokratik çözüm yaklaşımını sergiliyor.

“Terör ve çatışmanın son bulması” kavramıyla şiddete karşı açık tavır sergiliyor. Bununla birlikte, geleneksel devlet söylemini tekrarlıyor ve süreci “terörsüz Türkiye” olarak adlandıran Cumhur İttifakıyla benzer bir dili tercih ediyor.

“DEM Partinin kıymetli eş başkanları” vurgularıyla Kürt itirazının ana temsilcisi DEM Partiyi meşru bir siyasi aktör olarak tanıdığını ortaya koyuyor.

“Devletin demokratikleşmesi”, “hukukun üstünlüğü” kavramlarıyla rejim eleştirisi ve yeniden inşa vurgusu yapıyor.

Sıklıkla kullandığı “barış”, “refah”, “eşitlik” ve “adalet” kavramlarıyla yeni bir siyasal rejim vizyonu sunuyor.

Söylemin amacı ve işlevi

Amaç ve işlev bakımından İmamoğlu metni irdelendiğinde dört ana hususun öne çıktığı söylenebilir: Her şeyden önce, metin içerisinde güçlü bir iktidar eleştirisi bulunuyor. “Siyasallaşmış yargı”, “düşman hukuku”, “CHP’ye düşmanlık” gibi ifadelerle iktidarın demokratik normlara aykırı davrandığı ifade ediyor.

İmamoğlu’nun söyleminde birleşik bir muhalefet inşası öne çıkıyor. “CHP’nin dışlanması samimiyet sorunu doğurur” ifadesiyle, muhalefet içi bir birlik söylemi kuruyor.

CHP etrafında mobilize olan sivil toplum, medya ve akademi camiasının tutumundan farklı olarak İmamoğlu barış sürecini meşrulaştırıyor. PKK’nin feshini ve silah bırakmasını destekliyor. Çözüm adresi olarak Meclisi işaret ediyor. Yeni barış süreci kapsamında gündeme gelen meclis komisyonunu CHP Cumhurbaşkanı adayı olarak destekleyeceğini gösteriyor. Bununla birlikte, sürece dair şeffaflık ve demokratik denetim vurgusunu yapıyor.

Son olarak, İmamoğlu söyleminde Kürtleri içermeyi ve devlete bağlamayı amaçlıyor. Burada öne çıkan en önemli vurgu “eşit hissedarlık”, “ortak geçmiş ve gelecek” kavramları. Kürtlük ve Türklük kavramlarını eşdeğer kategoriler olarak kullanıp bir tür milliyet-üstü bir vatandaşlık tanımına işaret ediyor.

Meşrulaştırma stratejileri

Meşrulaştırma stratejileri olarak İmamoğlu söyleminde farklı unsurların bir arada kullanıyor.

“Cumhuriyetin ikinci yüzyılı”, “Atatürk ilkesi”, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” gibi tarihsel referanslara başvurarak söylemini ulusal tarih ile uyumlu hale getiriyor.

“Türk, Kürt bu ülkenin vatandaşları” gibi ifadelerle “ulusal birlik” söylemini kullanıyor ve kimlikler arası kardeşlik söylemine başvuruyor.

“Barışın koşulu olmaz” söylemiyle barışı alternatifsiz bir yol olarak tarif ediyor ve müzakereye dayalı çözümü zorunlu ve kaçınılmaz kılıyor.

Son olarak, “ahlak”, “feraset”, “adalet” gibi kutsal/etik değerlere işaret ederek ahlaki üstünlük kuruyor ve hükümeti etik dışı bir pozisyona yerleştiriyor.

Aktörlerin konumlandırılması

Metin aktörler, pozisyonları ve söylemsel işlev bakımından irdelendiğinde, CHP ve muhalefeti demokratikleşmenin asli unsuru olarak konumlandırıyor, meşru muhalif alanın tanınmasını hedefliyor.

Hükümet ve iktidarı anti-demokratik ve kutuplaştırıcı bir aktör olarak konumlandırıyor ve değiştirilmesi gereken bir yönetim biçimi olarak çerçeveliyor.

Kürtler ve DEM Partiyi meşru temsilciler ve barış ortağı olarak konumlandırıyor, diyalog ve çözümün partnerleri olarak görüyor.

PKK’yi feshedilmesi gereken, geçmişin yükünü temsil eden bir aktör olarak konumlandırıyor, silah ve şiddet dönemiyle kopuşa işaret ediyor.

Son olarak, millet, asıl karar verici irade olarak konumlandırıyor. Bu anlamda hakem pozisyonundaki kolektif özne olarak halka duyulan güveni öne çıkarıyor.

Aktörler, pozisyonları ve söylemsel işlevlerine dair mevcut çerçeveleme biçimi, yeni barış sürecinin halk iradesiyle ve meclis temsiliyetiyle yürütülmesi gerektiği ana argümanına dayanıyor.

İdeolojik arka plan

İmamoğlu metninin ideolojik arka planı irdelendiğinde birbiriyle ilişkili üç ana sütunun olduğu söylenebilir.

Metin esas olarak liberal-demokrat bir rejimi savunuyor ve “demokratik cumhuriyete” işaret ediyor. Milliyetçiliği yeniden yorumlayarak kapsayıcı bir kimlik tahayyülü sunuyor.

Şiddete dayalı mücadele yöntemlerini dışarıda bırakarak “barış ve toplumsal sözleşme ideolojisine” dayanıyor, devlete karşı konumlanmak yerine, devlet içinde hak arama mücadelesini merkeze alıyor.

Son olarak, askeri güvenlik yerine sosyal-siyasi bütünleşmeyi öne çıkarıyor. Bu anlamda Atatürk referanslarına dayanmakla birlikte klasik devletçi refleksleri yumuşatarak bir tür post-Kemalist bir dile başvuruyor.

Retorik ve dil stratejileri

İmamoğlu metninde retoriğin güçlü olduğu ve duygusal etki araçlarının etkin kullanıldığı görülüyor. Barış, demokrasi, refah ve adalet gibi kavramların sıklıkla yenilenmesi retoriği güçlendiren hususlar.

Metin idealist gelecek tahayyüllerine yer veriyor. “Ortadoğu’da barışın aktörü”, “Ortadoğu’da kutup yıldızı”, “demokrasinin karargâhı” gibi kavramsallaştırmalar vizyoner bir siyasete işaret ediyor.

“Aziz milletim”, “kalplerimiz aynı dili konuşuyor” gibi duygusal çağrılar ve ifadelerle “milli birlik” duygusu pekiştiriliyor. Ayrıca, “hasret”, “kucak dolusu sevgi” gibi samimi ve sağ siyasi geleneğin söylemini içeren bir dil kullanımıyla milletle yakınlık kuruluyor.

“Anadolu medeniyetler beşiği”, “Cumhuriyetin ikinci yüzyılı”, “aziz milletim”, “bayrağımızın altında” gibi ifadelerle “tarihsel köklere” ve “yerli-milli/ulusal” kimliğe vurgu yapılıyor.

Son olarak, metinde “çatışma/barış”, “birlik/ayrışma”, “kaos-kriz-istikrarsızlık/demokrasi-barış-refah” gibi ikiliklerin/karşıtlıkların güçlü kullanıldığı görülüyor. Bu söylemsel çerçeve bir yandan tehditleri hatırlatarak ilgiyi canlı tutuyor, öte yandan umuda işaret ederek çıkışı gösteriyor. Bu anlamda, okuyucuyu tercihe çağırıyor.

Eleştirel notlar

İmamoğlu Türkiye için yeni bir gelecek ufku sunuyor. Bu ufku, Ortadoğu ölçeğinde bölgesel bir ufkun içerisine yerleştiriyor. Bu anlamda Türkiye’ye kendi bölgesinde kurucu ve barışçıl bir rol biçiyor. Yine, bu gelecek ufku içerisinde Kürt meselesinin barışçıl çözümünü ana bileşenlerden biri olarak konumlandırıyor.

Bununla birlikte, yeni barış sürecinin devam ettiği bir bağlamda, Kürt meselesinde “eşitlik”, “hissedarlık” gibi soyut kavramlardan öteye somut düzlemdeki sorunların çözümüne ilişkin cevaplar içermiyor. Kürt meselesinin çözümüne yönelik anayasal değişiklikler, dil hakları, yerel yönetimler ve güç paylaşımı, bölgeler arası eşitsizlik ve kaynak bölüşümü, sınır-ötesindeki Kürtlerle ve temsilcileriyle ilişkiler gibi başlıklar somut düzlemde cevap bekleyen ana sorun alanlarını oluşturuyor.

Bu anlamda, PKK’nin feshi ve silah bırakması üzerinden barış kurma önerisi tek taraflı bir çözüm beklentisine işaret ediyor. Cumhur İttifakı’na hâkim olan bu çözüm beklentisini İmamoğlu’nun da paylaştığı görülüyor. Bu noktada, Bahçeli gibi İmamoğlu da soruna kaynaklık eden kök nedenlere çözüm üretilmesi ve kalıcı barışın sağlanması gerektiğini söylüyor. Bununla birlikte, Bahçeli gibi İmamoğlu da bu kök nedenleri ve çözümlerini somut düzlemde ele almaktan uzak duruyor.

Son olarak ve belki en önemlisi İmamoğlu iktidarı dışlayan bir söylem kuruyor. Bu söylem ile barış inşası arasında bir gerilim bulunuyor. Zira, barış sürecinin yeni bir toplumsal sözleşmeye evrilmesi hem CHP’nin hem de Cumhur İttifakının toplumsal tabanlarının içerilmesini gerektiriyor. CHP üzerindeki mevcut baskılar ve İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olması bu söylemsel çerçevenin en önemli nedeni. Bu anlamda mevcut seçim tartışmaları ve konjonktür dikkate alındığında rasyonel bir tercih olarak değerlendirilebilir. Bununla birlikte, bu söylem, sadece barış süreci ile seçim süreci arasında ilişki kurmuyor, barış sürecini seçim sürecine bağımlı hale getiriyor. Bu anlamda AK Parti’nin pozisyonuna benzer bir eğilime işaret ediyor. Kuşkusuz seçim süreçleri barış süreçlerini zorunlu olarak olumsuz etkilemeyebilir. Tersi bir ilişki de mümkün. Bununla birlikte, Türkiye’deki geçmiş barış girişimlerinde bu ilişkilendirmenin negatif bir rol oynadığını hatırlamakta fayda var.


Bu yazı Birikim haftalık dergisinde yayımlanmıştır.

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.