TBMM’de kurulan çözüm komisyonunun İmralı’ya yaptığı ziyaretin sarsıntıları, ziyarete destek veren ve vermeyen partiler arasındaki ilişkilerde ciddi hasarlar yaratmış gibi görünüyor. Bu hasarların kalıcı olup olmayacağı önümüzdeki süreçte netlik kazanacak. Devletin şimdiye kadar güvenlik birimleri üzerinden defalarca görüştüğü İmralı-Kandil hattı, 2013-15 sürecinde HDP’li vekiller aracılığıyla kısmen siyasi bir kanala dönüştürülmüş ama hiç bir zaman iktidar kanadının yer aldığı, devletin doğrudan siyasi temasına evrilmemişti. İmralı ziyaretinin bu sembolik değeri TBMM komisyonundaki tüm partiler tarafından çok iyi idrak ediliyor ve herkes kendini ona göre konulmuyordu.
Statüko muhafızlığı yapan CHP ve çözümde rol almanın hazzına aşerip maliyetini(!) göze alamayan CHP terkisinde meclise giren ürkek partiler, İmralı görüşmesini SEGBİS’le yapmayı teklif ettiler. Aslında bu kaçak güreş teklifi, Meclis ile İmralı arasında gerçekleşecek ilk siyasi teması istiyormuş gibi yapıp engelleme teklifiydi. İktidar bloğu ve DEM’in oyları ile İmralı ziyareti kararı çıktı. AKP, MHP ve DEM temsilcilerinden oluşan üç kişilik heyetin İmralı ziyareti 24 Kasım günü gerçekleşti.
Ziyaret sonrası heyet üyeleri, 16 sayfalık görüşme notlarını TBMM Başkanlığı’na sundular. Başkanlık ise, Komisyon’da bu notun tamamını paylaşmak yerine, iktidar bloğu dışındaki partilerin tüm ısrarına rağmen sadece 4 sayfalık bir özeti paylaştı. Adaya giden DEM Partili Gülistan Kılıç Koçyiğit, bu özette kendi mutabakatlarının olmadığını, özetin yetersiz ve çarpıtılmış olduğunu belirterek kendi izlenimlerini ayrıca basınla paylaştı.
TBMM başkanının bu görüşmeyi tam metin olarak değil de özet olarak komisyonla paylaşması, üstelik bu özette DEM Parti temsilcisinin mutabakatının alınmamış olması nasıl büyük bir yanlışlık ise, CHP’nin bu görüşmeye bir temsilci göndermeyerek bu türden olası yanlışların yapılmasına fırsat sunması da bir o kadar sorumsuzluk olmuştur.
DEM Parti temsilcisinin aktarımlarına göre Öcalan, ilk defa Kürt sorununu idam sehpasından görüşme masasına taşıdık diyerek İmralı’daki siyasi temasın önemine vurgu yapıyor. 1071 Malazgirt zaferindeki Türk Kürt ittifakını, Selçuklu sultanı Sencer dönemini, Selahaddin Eyyubi’nin Kudüs’ü fethi sürecindeki Kürt-Türk güçlerinin ortak mücadelesini, Osmanlı’nın çözülüş döneminde Kürt beyliklerinin isyanının çözülüşteki rolünü, Abdülhamid’in bunu engellemek için Hamidiye alaylarını kurmasını ve Kurtuluş Savaşı’nda Kürtlerin katkısını vurguluyor. Daha önceleri İran yayılmacılığına karşı Kürt-Türk ittifakı bahsinde İdrisî Bitlisi-Yavuz anlaşmasından söz ederken, Öcalan’ın bu konuyu bu sefer dile getirmemiş olması, demokratik konfederalizm bağlamında Alevi-Şii ittifakına verdiği önemi ayrıca gösteriyor. Şeyh Said isyanını ise, 1921 anayasasının 1924’te değiştirilerek bölgesel özerkliklerin lağvedilmesine ve devletin merkezi özellikli Türk ulus-devletine dönüştürülmesine duyulan ümmetçi itiraz olarak değerlendiriyor.
Suriye bağlamında ise Şara yönetiminin demokratikleşmezse en nihayetinde Esed yönetimi gibi diktatörleşeceğini söylüyor. Kürtler ya da diğer halklar ancak demokratik olana entegre olabilir diyor. Devlet demokratikleşirse, demokratik bir dönüşüm sağlarsa halklar da o demokratik sistem içerisinde kendi öz örgütlülüklerini sağlayıp var olabilirler, diyor. Silah bırakma konusunda ise, 10 Mart mutabakatını önemsediğini ve uygulanması gerektiğini söylüyor. Özellikle SDG güçlerinin bir kısmının milli savunma bakanlığına bağlı olarak orduya entegrasyonunu, bir kısmının da yerel asayiş güçleri olarak içişleri bakanlığına bağlı görev yapması gerektiğini söylüyor. Görüşmede, Feti Yıldız ve Hüseyin Yayman’ın ‘petrol gelirlerinin ne olacağını’ dahi sorduklarını ama Öcalan’ın cevabına dair DEM temsilcisinin her hangi bir bilgi vermediği görülüyor. Öcalan ayrıca İsrail Türkiye rekabetine de vurgu yaparak ABD-İsrail’in özellikle İbrahim Anlaşmaları ile Ortadoğu’yu dizayn etmek istediğini ve Kürt gücüne yaslanarak buradaki varlığını takviye etmek istediğini vurguluyor ve Kürtlerin üzerine sürekli hesap yapan birçok gücün olduğuna dikkat çekerek Türkiye’yi uyarıyor.
Tüm bunların üzerine, herhangi bir başarısızlık durumunda ise darbe mekaniğinin devreye gireceğini ve bunun en nihayetinde birçok kesime yöneleceğini vurguluyor. Ve 2013–15 arasındaki çözüm sürecini ve oradaki çözüm karşıtı odakların süreci nasıl sabote ettiğini kısaca hatırlatarak mutlaka süreci başarmak gerektiğini söylüyor.
DEM temsilcisinin tüm bu anlatımlarına karşın TBMM Komisyonu’na Başkanlık tarafından sunulan 4 sayfalık özette ne Öcalan’ın yaptığı tarihi ve bölgesel analiz yer alıyor ne SDG’nin milli savunma ve içiişleri bakanlıkları arasında dağıtılacağından bahsediliyor, ne de idari yapının, demokratikleşme şartına bağlı entegrasyonundan bahsediliyor. Oysa Komisyon başkanı, 16 sayfalık görüşme notunun hepsini üyelerle paylaşmak yerine tartışmalı 4 sayfalık metni dağıtarak, zımnen, İmralı’dan beklenen, SDG’nin dağıtılması ve merkezi yönetim mesajının gelmediğini itiraf etmiş oluyor.
Büyük bir siyasi risk alarak süreci başlatmış olan iktidar bloğunun bu yaklaşımı belki müzakerede el yükseltmek olarak izah edilebilir. Ama Ortadoğu’da yaşanan tüm bu çalkantılar ve bunun Türkiye’ye olası etkilerinden korunmak için bir devlet projesi olarak yürütülen bu sürece dair CHP’nin yaklaşımı neyle açıklanabilir.
Nitekim, CHP’nin TBMM Başkanlığı’na sunduğu 11 maddelik Demokratikleşme Paketi, Kürt sorununu çözmek üzere kurulmuş bir komisyonda olması gereken kesin ve vurucu ifadelerden özellikle kaçınılarak yazılmış gibi duruyor. Paket, genel ve muğlak ifadeleri sütre yaparak münhasır bir sorunun çözümü için değil de anonim bir sorunun çözümü için kaleme alınmış bir metin görüntüsünde. Ne silah bırakan gerillaların ne münfesih örgüt yöneticilerinin durumunu ele alan, ne anadilin kamusal durumuna ne AB Yerel Yönetimler Şartı’na değinen paket bu haliyle genel demokratikleşme talebini dahi karşılamaktan bir hayli uzak görünüyor. Ayrıca, şimdiye kadar tek adam rejimi diye yerden yere vurduğu başkanlık sisteminin fragmanı mahiyetindeki OHAL KHK’larını bile dile getirmeyen bir metnin demokratikleşme paketi diye lanse edilmesi, CHP’nin bu süreci ne kadar ciddiye aldığını gösteriyor.
Özetle, Türkiye’nin muhalefet sorunu, iktidar sorunundan daha büyük.




