İngiltere’de Reform UK’in yükselişi ve Tommy Robinson önderliğinde düzenlenen büyük gösteriler, aşırı sağın yalnızca bir siyasal hareket değil, toplumsal bir güç haline geldiğini ortaya koyuyor. Bu gelişmeler, demokrasinin işleyişine yönelik ciddi sınamalar anlamına geliyor.
Geçen hafta Londra, İngiliz tarihinin en kitlesel aşırı sağ gösterisine tanıklık etti. Tommy Robinson’un önderliğinde yapılan yürüyüşe yüz bini aşkın faşist ve ırkçı katıldı. “Unite the Kingdom – Krallığı Birleştir” adı verilen bu miting, yalnızca göçmen karşıtlığıyla değil; “ulusal kimlik”, “yerli halkın hakları” ve “ifade özgürlüğü” söylemleriyle örülmüş tehlikeli bir siyasi atmosferin işaretiydi. Ancak aynı gün ırkçılık karşıtı gruplar da sokaktaydı. Stand Up To Racism – Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk (SUTR) ve benzeri örgütlerin çağrısıyla binlerce kişi, faşist gösteriye karşı yürüyüşler düzenledi. Bu karşı eylemler, aşırı sağın sokağı tek başına kontrol etmesine izin verilmediğini ve hâlâ önemli bir direniş potansiyeli bulunduğunu gösteriyor. Bir tarafta göçmen karşıtı sloganlar yükselirken, diğer tarafta “ırkçılığa karşı birlik” çağrısı yapan kitlelerin varlığı, İngiltere’de siyasal mücadelenin geleceğine dair iki farklı yönelimin çarpıcı biçimde karşı karşıya geldiğini ortaya koydu.
Parlamentoda Nigel Farage’ın Reform UK partisi, 2025 yerel seçimlerinde kayda değer bir çıkış yaptı. Muhafazakâr Parti’nin oy kaybı Reform UK’in söylemlerini daha görünür hale getirirken, İşçi Partisi de göçmenlik ve güvenlik konularında sertleşen politik atmosferin dışında kalamadı. Böylece İngiltere’de hem sokakta hem parlamentoda aşırı sağın etkisinin arttığı bir tablo oluşmaya başladı.
Aşırı sağ hareketlerin kullandığı yöntemlerden biri, ekonomik ve toplumsal sorunları göçmenlerle ilişkilendirmek. Nigel Farage ve Tommy Robinson, İngiltere’nin üretimin güçlü olduğu, göçmenlerin az olduğu ve toplumsal düzenin daha “istikrarlı” kabul edildiği geçmiş bir döneme dönüş imgesi sunuyor. Bu nostalji siyaseti, yoksullaşma ve kemer sıkma politikalarının yarattığı öfkeyi göçmen karşıtı bir zemine yönlendiriyor. ABD’de Donald Trump’ın “Amerikan Rüyası” söylemini beyaz seçmenler için cazip hale getirmesiyle İngiltere’deki söylem arasındaki benzerlik dikkat çekici.
Aşırı sağın yükselişi yalnızca göçmen politikalarıyla sınırlı değil. Demokratik normlar üzerinde de doğrudan etkiler yaratıyor. Göçmen haklarının kısıtlanması, ifade özgürlüğü ve gösteri hakkı üzerinde baskıların artması, hukukun üstünlüğü ilkesinin zedelenmesi bu gelişmelerin başlıca sonuçları arasında. Ayrıca polis gücünün geniş yetkiler talep etmesi, güvenlik gerekçeleriyle olağanüstü uygulamaların normalleşmesi, demokrasinin işleyişini zorlayan eğilimler olarak öne çıkıyor. Bu noktada aşırı sağın yalnızca marjinal bir siyasi akım değil, kurumları dönüştürme kapasitesine sahip bir tehdit haline geldiğini söylemek mümkün.
İngiltere’de altı milyona yakın üyeye sahip sendikaların, aşırı sağa karşı mücadelede önemli bir rol oynama potansiyeli var. Ancak sendika yönetimlerinin önemli bir bölümü bu konuda temkinli davranıyor. Bazı liderler, aşırı sağın yükselişini yalnızca kemer sıkma politikalarıyla açıklayıp göçmen karşıtlığını tali bir mesele olarak görüyor. Oysa mevcut eğilim, göçmen karşıtı söylemin aşırı sağın temel taşıyıcısı olduğunu ortaya koyuyor. Bu nedenle, işçi hareketinin “göçmenleri değil patronları sorumlu tutan” bir yaklaşımı güçlendirmesi önemli.
Son dönemde Filistin dayanışma hareketi İngiltere’de milyonlarca kişiyi sokağa döktü. Bu kitlesel mobilizasyon, aşırı sağ tarafından doğrudan hedef alınmaya başlandı. Filistin etkinliklerine yönelik saldırılar, önümüzdeki dönemde daha da artma potansiyeli taşıyor. Dolayısıyla, aşırı sağa karşı mücadele yalnızca göçmenler veya işçiler için değil; Filistin dayanışması gibi geniş toplumsal hareketlerin güvenliği açısından da önem kazanıyor. Bu noktada birleşik cephe anlayışının güçlenmesi kritik hale geliyor.
Aşırı sağ söylemlerin toplumsal zeminde karşılık bulmasında medya önemli bir rol oynuyor. Sosyal medyada “büyük yer değiştirme” gibi komplo teorileri ve nefret söylemleri hızla yayılıyor. Geleneksel basının da zaman zaman göçmenleri suçla özdeşleştiren çerçeveler kullanması, aşırı sağın meşruiyetini artırıyor. Bu durum, demokrasinin yalnızca siyasi partiler düzeyinde değil, bilgi dolaşımı ve kamuoyu oluşumu düzeyinde de sınandığını gösteriyor.
İngiltere’deki gelişmeler, faşizmin yalnızca bir tarihsel olgu olmadığını, güncel siyasetin içinde yeniden örgütlendiğini gösteriyor. Sokaktaki kitlesel mobilizasyon ile parlamentodaki yükseliş birbirini besliyor. Buna karşılık, demokratik güçlerin ve toplumsal hareketlerin nasıl bir yanıt vereceği belirleyici olacak. Sendikaların tutumu, Filistin dayanışmasının devamlılığı ve göçmen karşıtı söylemlere verilecek yanıtlar, önümüzdeki dönemin seyrini tayin edecek.
İngiltere’de yaşananlar, Avrupa’nın farklı ülkelerinde gözlemlenen eğilimlerle de paralel. Fransa’da Marine Le Pen’in faşist partisi oylarını artırarak ana akım siyaseti belirleyen bir aktöre dönüştü. Almanya’da faşist AfD, kısa sürede ülkenin ikinci büyük partisi konumuna yükseldi. İtalya’da Giorgia Meloni’nin liderliğindeki faşist koalisyon hükümeti iktidarda. Avusturya’da faşist FPÖ birinci parti. Macaristan’da ise Orban yirmi yılı aşkın süredir otoriter yönetimini sürdürüyor. Bu örnekler, Avrupa demokrasilerinin yalnızca seçimlerle değil, toplumsal kutuplaşma ve göçmen karşıtı söylemler üzerinden de baskı altında olduğunu ortaya koyuyor.
Bütün bu gelişmeler, demokrasiyi savunan toplumsal güçlerin dikkatli, tutarlı ve uzun soluklu bir mücadele yürütmesini gerektiriyor. Otoriterleşme eğilimlerinin geriletilmesi, ancak işçi sınıfının birliğini koruyan, toplumsal dayanışmayı güçlendiren ve nefret söylemlerine karşı net tavır alan bir yaklaşımla mümkün olabilir. Aynı zamanda, ırkçılık karşıtı hareketlerin sokakta görünür kalması ve sendikalarla birlikte çalışması, demokrasinin geleceği açısından belirleyici olacaktır. İngiltere’de faşizmin yeniden güç kazanma ihtimali, geniş toplumsal ittifaklarla ve demokratik reflekslerle sınırlanabilir. Avrupa’nın farklı ülkelerinde yaşanan örnekler, bu mücadelenin ertelenemez olduğunu açıkça ortaya koyuyor.