Son bir haftada yüreğimiz ağzımızda Özgürlük Filosu Koalisyonundan Madleen teknesi ve mürettebatının akıbetini adım adım izledik. Adını Filistin’in ilk ve tek kadın balıkçısı Madleen Kulab’dan alan tekne, Filistindeki katliama sessiz kalan uluslararası aktörlerin aksine 12 aktivistin cesaretini simgeleştirdi. 2008’den beri defalarca İsrail ambargosunu kırmaya yönelik girişimlerde bulunan Freedom Flotilla Coalition, bazen bu misyonunda başarılı da olmuş.
Madleen’i farklı kılan yanı ise, bir süre önce yola çıkan insani yardım teknesi İsrail tarafından vurulduktan sonra uluslararası camiada tanınır olan iklim aktivisti Greta Thunberg’in de yeni tekneye dahil olması oldu. İklim krizine yönelik aktivizmiyle küçük yaşından itibaren görünür olan, ana akım medyada sıkça kendine yer bulan ve çeşitli Avrupa Parlamentolarında konuşmalar yapan Thunberg, İsrail’in uyguladığı soykırıma sessiz kalmayınca uluslararası aktörler onu görmezden gelmeye başladılar. Ne de olsa artık iklim krizi gibi soft bir alanda değil, batının demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerleri için turnusol görevi gören Filistin meselesinde aktivizm yapmaya başlamıştı. Israrla insani yardım malzemeleri taşıdıklarını, silah taşımadıklarını, Gazze’ye 100 kilo un ulaştırmak için canını verebileceğini söyleyen Greta ve Madleen’deki arkadaşlarının yolculuklarını an be an telaşla izledik. Filistin’e yaklaştıkça yeni bir Mavi Marmara vakasının yaşanmaması ve bu uğurda canlarını kaybetmemeleri için korkuyla bekledik. Sonuçta beklenen oldu ve İsrail uluslararası sularda gemideki 12 aktivisti kaçırdı. Aktivistlere İsrail’e yasadışı yollarla girdiklerini kabul ettirmek için zorla belgeler imzalatmaya çalıştılar. Belgeleri imzalamayanları ise tek kişilik hücrelerde tuttular. Aktivistler tek tek ülkelerine geri gönderilmeye başlandı ve hepsi 100 yıl boyunca İsrail topraklarına girmekten men edildi.
Madleen teknesindekileri şov yapmakla suçlayan savaş çığırtkanlarının sesleri arasında İsrailli çocukların da seslerini duyduk. Bir teknede çekilen videoda çocuklar, “Greta Thunberg, küçük bir çocukken iyiyi istiyordun kötüyü değil; dünyayı kurtarmak istiyordun, nasıl birden terörü savunan birine dönüştün?” derken “sizi almaya geliyoruz” diye haykırıyorlar. Çocuklar yalan söylemez diyen sabilerin kendilerine öğretilen yalanlarla karşılamayı bekledikleri kişiler içinde, 1948’de ailesi Filistin’den sürülen, kendisi mülteci kampında doğan, 10 yaşında Fransa’ya göçüp Avrupa Parlementosu üyesi olan Rima Hassan da vardı.
İnsani yardım malzemeleri taşıyan tekneye uluslararası sularda İsrail tarafından el konulurken bir yandan da İsrail’e silah malzemeleri taşıyan Vela gemisi de Mersin’de durduktan sonra yoluna devam etti. Türkiye hükümetininin Madleen için yaptığı kınama çağrısına karşılık İsrail ile devam eden ticaret anlaşmaları ise Filistin halkına yönelik ikircikli politikalarını bir daha göstermiş oldu.
Cesaret bulaşıcıdır, öyle ki Madleen gemisindeki insanların cesareti de dalga dalga yayıldı. Eş zamanlı olarak Afrika’dan çıkan Sumud Konvoyu içindeki yaklaşık 2000 aktivistle Libya’dan geçip Mısır üzerinden Filistin’e ulaşmaya çalışıyor. Konvoyun geçtiği yerlerde halk onları çoşkuyla selamlıyor, yiyecek ikram ediyor, yakıtlarını ücretsiz dolduruyor. Konvoydaki aktivistlerin amacı İsrailin ablukasını kırmak ve Filistinlilere insani yardım malzemeleri ulaştırmak. Devlet aktörlerinin ikircikli ve sessiz politikalarına karşılık dünyanın dört bir yanından aktivistler, sırf “insan oldukları için”, soykırıma dur demek için sokaklara dökülüyor, insalığın kısılmış vicdanının sesini gürleştiriyor.
İnsanlığın vicdanının sesinin duyulduğu diğer bir yer ise İsrailin kalbinde yer alıyor, İsrail akademisinde. 1300 İsrailli akademisyen “siyah bayrak” çağrısıyla, hukuksuz emre itaatsizlik doktrinini savunarak açık bir çağrı yayınladılar. Çağrıda sessizliğin ortak olmak olduğunun altını çizip, devlete, akademiye ve topluma sesleniyorlar. Gazze’de yürütülen operasyonları savaş suçu olarak nitelendiren akademisyenlerin sayısı Türkiye ile kıyasladığımızda nüfusuna oranla çok anlamlı oluyor. 2016’da Türkiye’de Barış Akademisyenleri olarak “bu suça ortak olmayacağız” diyen akademisyen sayısı 2212 idi. İsrailli akademisyenlere yönelik de hemen disiplin soruşturmaları başlatılmış. Akademiden duyulan vicdan sesini daha önce Ukrayna işgalinde Rusyalı akademisyenlerden de duymuştuk ve onlar da benzer şekillerde hak ihlallerine maruz kalıp kendi ülkelerini terk etmek durumunda kalmıştılar. Vicdanımın sesini duyurduğum için ihraç edilmiş bir akademisyen olarak savaşa karşı akademiden yükselen her çağrıyı çok anlamlı buluyor ve altını çiziyorum.
Söz konusu insanlığa karşı işlenen suçlar olduğunda gerek dünyanın dört bir yanından sırf insan oldukları için tepki veren aktivistler olsun gerekse de fail ülkelerine karşı çağrıda bulunan akademisyenler olsun, hepsi bize insanlığın vicdanının sesini yeniden duyurdukları için onlara minnettar olmalı ve onları yalnız bırakmamalıyız.