İmamoğlu’nun tartışmalı üniversite diplomasının, İstanbul Üniversitesi tarafından iptal edilmesi, bugünlerde yaşanacaklara işaret fişeğiydi.
Yazının başında hemen belirtelim, bu yazı delilleri analiz etmek ve hukuki kanaat üretmek üzere kaleme alınmadı. Hem diploma davası ve hem de 19 Mart’ta gözaltılarla başlatılan ve bugün tutuklamalarla devam eden terör ve yolsuzluk davasıyla ilgili dosyanın tamamı, deliller, dinlemeler vs tam olarak paylaşılmış da değil. Kaldı ki zaten uzun bir süreç alacak olan diploma, terör ve yolsuzluk davalarının seyri esnasında belki yıllarca delillere ve detaylara maruz kalacağız.
Okur, bu yazıda tüm söyleyeciklerimizi 3 şerh ile değerlendirmelidir. Birincisi, dosyalara ait deliller ve detaylar ortaya çıktıkça resim netleşecek ve herkes kendi meşrebince bir kanaate varacaktır. İkincisi, ben de dahil hiç bir kimse, siyasi sonuçlar doğuracak olan davaların yürütme erki etkisinden bağımsız seyredeceğine inanmamaktadır. Üçüncüsü de, davalısı siyasiler olan bir davanın konusu, rüşvet, irtikap, haksız zenginleşme vs gibi doğrudan siyasi olmasa bile davanın hukuki sonuçları siyasi sonuçlar da üretir.
Her üç dava da henüz hukuki adımların başlarındadır. Yani ilk derece mahkemelerinde kararlar alındıktan sonra bir üst mahkemelerde istinaf süreçleri, sonrasında Yargıtay, Danıştay temyizleri, daha sonra AYM ve AİHM süreçleri işleyecek. Anlaşılan Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar, bu topraklarda neleri konuşacağımız bu günlerde netleşmiş oldu.
Diploma davası, tüm yargı süreçlerini geçer ve iptal yönündeki karar kesinleşirse, diğer davalar açılmamış olsa dahi tek başına İmamoğlu’nun 3 yıl sonra yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmasına engel teşkil eder.
Yolsuzluk davaları da 3 yıllık süre içinde mutlaka bir sonuca ulaştırılır, kanaatimce.
17- 25 Aralık sürecinde yolsuzluk nedeniyle 4 bakanını istifa ettiren ve bakanlarını ve ilgili bürokratlarını yargıya teslim etmeyen, 2019 yerel seçimlerine giderken, kendi bazı önemli belediye başkanlarını, kamuoyu ile paylaşılmamış olsa dahi herkeste oluşan ortak kanaat gereği, yolsuzluk ve Fethullah bağlantısı nedeniyle istifa ettirip yargıya teslim etmeyen, adı yolsuzlukla geçen ve SPK tezgahında yer aldığı iddia edilen milletvekili ve bürokratlarına dokunmayan, kendi kurumuna dezenfektan sattığı ortaya çıkınca istifa etmek zorunda kalan bakanını koruyan, en son Kartalkaya’da onlarca kişinin yanarak ölmesiyle sonuçlanan otel faciasında bakanına dokunmayan ve sayılamayacak kadar çok ve herkesin malumu yolsuzluk iddialarının muhatabı olan iktidar, İstanbul Belediyesi’nde yaşandığı iddia edilen yolsuzluklarla mücadele konusunda doğal olarak samimi bulunmuyor.
Geniş halk kitleleri, kendi yolsuzluk bagajı hayli yüklü iken CHP’li belediyelere yolsuzluk operasyonu çeken iktidarın bu hamlesini, iddiaların gerçekliğinden bağımsız olarak, temiz toplum hassasiyeti olarak değil siyasi rakibini tasfiye amacıyla hukuku araçsallaştırmak olarak değerlendiriyor. Böyle olduğu için hükumet, sadece CHPli değil değişik toplum kesimlerinden katılımların da olduğu, hatta Kürt siyasasının yeni süreci olumsuz etkilememek için aleni olarak değil ama içten içe desteklediği, geniş protestolara maruz kalıyor. Protestoların yaygınlığı, özellikle nepotist, kayırmacı, hukuksuz, hesap vermeyen, keyfi yönetim altında kendilerine gelecek göremeyen genç kesimlerin dahli, meseleyi İmamoğlu meselesi olmaktan çıkarıp sistemle hesaplaşmaya doğru evirme potansiyeline sahip. Bu tehditi gören hükumet kanadı, Kürt sokağının günü gelince tahsil etmek üzere biriktirip deftere yazdığı sisteme dönük öfkesini kinetiğe dönüştürmemek için PKK tasfiye kongresini 4 Mayıs’ta, Türk-Kürt ittifakının büyük başarısının yaşandığı Malazgirt’te yapmayı önerecek kadar ileri teklifleri masaya getirmekten çekinmiyor.
Eğer deliller kamuoyunu tatmin edici, yargılama süreci hızlı ve her safhası kamuoyuyla paylaşılır olmazsa, mahkemelerden her ne karar çıkarsa çıksın, kamusal gücü şimdiye kadar keyfi, hesap vermez ve zalimce kullanan iktidarın cumhurbaşkanlığı seçiminde beklediği siyasal sonuca hizmet etmeyeceğini şimdiden söyleyebiliriz. Yani iktidar, siyasetin hukuk mühendisliği olmadığını bu sefer görecektir.
Terör davasına gelince, her ne kadar “Kent Uzlaşısı” adı altında CHP-DEM ittifakıyla girilen seçimlerdeki başarıyı hedef alıyor olsa da, davaya konu edilen şeyler, en azından şimdilik basında yer aldığı kadarıyla, bu uzlaşının mimarı olan bazı ilçe Belediye Bşk ve yardımcıları ile bürokratlarının işe alımlar ve bazı maddi tasarruflarının “terör örgütü”ne kaynak aktarmak şeklinde yorumlanmasından oluşuyor, ve şimdilik İmamoğlu bu davadan suçlu kabul edilmiyor.
Kaldı ki 22 Ekim’den bu yana MHP tarafından Öcalan’ın umut hakkı ve Meclis’te konuşma yapmasından bahsediliyorken, İmralı ile Milletvekillerinden oluşan bir heyet hükumetin onayı dahilinde temaslar yürütüyorken, Öcalan’ın mesajları Irak’ta Kandil, KDP ve KYB’ye, Suriye’de ise SDG’ye devlet eliyle iletiliyorken, Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” mesajı milletvekillerinden oluşan bir heyetle İstanbul’dan tüm dünyaya duyuruluyorken, Öcalan’ın Ezidilere mesajı paylaşılıyorken ve Bahçeli tarafından PKK’nin 4 Mayıs’ta Malazgirt’te fesih kongresini toplaması teklif ediliyorken CHPli bazı belediye mensuplarını terörle iltisaklı faaliyet yürütmekle suçlamak inandırıcı olmaktan uzak duruyor.
Sonuç olarak, hükumet, “nasıl olsa Kürt hareketiyle tarihi bir süreç yürütüyorum dolayısıyla Kürtlerin desteği cebimde” diyerek, şimdiye kadar olduğu gibi, İstanbul Belediyesi’ne dönük operasyonu da, demokrasi ve hukukun evrensel ilkelerini hoyratça çiğneyerek sürdürürse, büyük hayal kırıklığı yaşar, zira Kürtlerin “demokratik toplum” konusundaki duyargaları son derece gelişkin. Gözden uzak tutulmamalıdır ki, son yıllarda maruz kaldığı keyfiliği ve kıyıcılığı unutacak kadar naif olmaktan çıkalı çok zaman geçen Kürt ortak hafızası, kendi sorununu çözmek konusunda sadra şifa olmayan hiç bir teklifi ve sürecin selameti için gerekli sigortaları/kontrol mekanizmalarını içermeyen hiç bir paketi ne kaale alır ne de 102 yıllık cumhuriyetten alacaklarını tahsilden sarf-ı nazar eder.