Barış sürecine dair hafta sonu çok sayıda konferans, sempozyum ve çalıştay düzenlendi. Cuma günü Barış Vakfı “Sürecin imkân ve riskleri” temasıyla aydınları bir araya getirdi. DEM Parti 6-7 Aralık tarihlerinde “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı” gerçekleştirdi. Sosyal Haklar Hareketi “Ortadoğu’da Barışı Aramak” sempozyumunu düzenlendi. Eleştirel Barış Ağı ise İstanbul Barış Çalıştayı’nı gerçekleştirdi.
Günleri bölerek ancak üçünü izleyebildim. Böylesi bir yoğunlaşma, barış ve demokrasi isteyenlerin süreci en iyi şekilde değerlendirme ihtiyacına işaret. Prof. Dr. Mithat Sancar’ın atıf yaptığı Cemal Süreyya dizesi bu ihtiyacın belki de en özlü ifadesiydi: “Akan zaman değil mesafelerdir”
Kürede çatışma riski, Türkiye’de barış süreci
Konferanslar içinde davetli, katılımcı ve oturum sayısı en kapsamlı olan DEM Parti konferansıydı. Bütün konferanslarda küresel çatışma riski ve bu risk içinde barış sürecinin önemi öne çıktı. DEM Parti Eş Genel Başkanlarının açılış konuşmasından başlayarak birçok konuşmacı bu konuya değindi. Dünyada silahlanma yarışı tavan yapmışken, yeni bir dünya savaşı konuşulurken ve aşırı sağ yükselişe geçmişken; Türk, Kürt, Arap barışı acaba küresel savaş riskine karşı ters dalga etkisi yaratabilir mi?
Bu beklenti konferansa yurtdışından gelen konuşmacıların sıklıkla gündeme getirdiği bir başlık oldu. Görünen o ki, Kürt meselesinin demokratik çözümü ve barış mücadelesi, 21’nci yüzyıl küresel barış mücadelelerinin de esin kaynağı olacak.
Sınırlar aşan barış
Farklı konferanslarda yapılan sunumlarda dikkat çeken bir husus da “ulus devlet” tartışmasıydı. 20’nci yüzyıla ait ulus devlet formunun çatışma ve savaşları önlemediği birçok konuşmacı tarafından dile getirildi. Hewler Üniversitesi’nden Doç. Dr. Arzu Yılmaz bölgesel ekonomi ve bölgesel politika perspektifinin önemine değindi. Bir başka konferansta Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya sınırları şeklen ele alan bölgesel bir barışa vurgu yaptı. Batı ülkelerinden gelen akademisyenlerin de üzerinde durduğu bir konuydu bu. İmralı’dan mesajı okunan Öcalan ise enternasyonalizm temelinde bir barış ve demokratik toplum perspektifini öne çıkardı.
Kuramsal tahayyül
Veysi Aktaş tarafından kürsüde okunan Öcalan mesajı, sürecin güncel durumuna ilişkin bazı önerilerde bulundu. Fakat okunan mesaj metni daha çok ideolojik ve kuramsal bir tartışma çerçevesi olması bakımından biraz da sürpriz oldu denebilir. Düşünürlere ve sosyalizmi hala gerçekleşmesi mümkün gören insanlara hitap ederek başlayan bu metin; paradigma değişiminin salt silah bırakmayla sınırlı olmadığını, ideolojik bir rota yenilenmesini de içerdiğini gösterdi. Bu nedenle demokratik toplum, demokratik cumhuriyet fikriyle birlikte demokratik sosyalizm fikri de daha geniş çevrelerde çokça konuşulacak, çokça tartışılacak görünüyor.
Bu arada bir ilginç detayı da kayda düşmek gerek. Öcalan’ın mesajında sadece silah bırakmak değil zihinsel olarak da silahlardan arınmaktan söz ediliyor. Aynı gün bir başka etkinlikte MHP lideri Devlet Bahçeli de neredeyse birebire yakın aynı ifadeleri kullandı. Ayrıca Öcalan mesajlarını makul bulduğunu söyledi ve şöyle dedi: ‘Barış kuşunun ikinci kanadı inşallah takılacak ve uçuşunu herkes görecektir’.
Suriye’nin inşasında Kürtler
Barzani ziyareti sonrasında yaşanan krizin tansiyonu düşürülmüş olsa da, bu durum SDG Dışişleri temsilcisi İlham Amed’in DEM Parti konferansına gelmesine engel oluşturmuş görünüyor. Kulislerde şimdi değil ama ileride bu tür ziyaretlerin olabileceği konuşuluyor. İlham Ahmed konferansa görüntülü bağlanabildi. Bu konuşmada SDG’nin yüzü Suriye’de barışa, Türkiye’de süreç adımlarına ve Ankara’yla görüşmeye dönüktü. Ahmed Türkiyeli yetkililerle daha önce yaptıkları görüşmelere de değindi. İşin bu kısmı basında çokça yazıldı. Fakat aynı konuşmada dikkat çeken bir husus daha vardı. Ahmed, Suriye iç savaşı boyunca Kuzey Doğu Suriye’nin diğer bölgelere göre daha hızlı toparlandığını, hem alt yapı hem de toplumsal örgütlenme bakımından daha ileri bir seviyede olduklarını belirtti.
Bu beyan aynı zamanda Suriye’nin bir bütün olarak inşasında Kürtlerin ve birlikte hareket ettiği halkların üstleneceği role dair bir alt metin olarak da okunabilir. Türkiye’nin Şam yönetimi üzerindeki etkisine de değinen Ahmed, uzlaşma ve işbirliği sağlanırsa hızlı bir kalkınma ve inşa imkânına işaret etmiş oldu.
Tam da burada bir notu paylaşmak gerek. 2004 yılında ABD’nin Irak’ı işgali döneminde kurulan Doğu Konferansı İran kentleri dâhil bölgede önemli temaslar yapmış, bölge barışı için çalışmıştı. Hafta sonu yapılan “Ortadoğu’da Barışı Aramak” sempozyumunda Doğu Konferansı isimlerinden Mehmet Bekaroğlu, Nuray Mert, Mithat Sancar gibi isimleri dinleme şansı bulduk. Aynı zamanda Suriye, Filistin, Lübnan vd ülkelerden Arap temsilciler de oturumlarda söz aldılar. Türkiye’den mütedeyyin muhalif isimler de az değildi. Barış adımları için böylesi temas ve buluşmaların artması gerektiği birçok katılımcı tarafından dile getirildi.
Forum bölümünde “Doğu Konferansı benzeri yeni bir oluşum yaratılabilir mi” diye tartışıldı.
Sempozyum kapsamında Yeniyol ve CHP’den TBMM süreç komisyonu üyeleri de bir panel sunumu yaptılar. İmralı’ya giden heyete üye vermemeleri nedeniyle eleştiriler aldılar. Bununla birlikte hem bölgede hem Türkiye’de barış için birlikte yol yürüme isteği belirgin olarak gözlendi.
‘Sadece Kürtler değil, Türkler kazanacak’
Barış Vakfı konferansında yapılan sunumlardan ilginç bir anekdot: Toplumun bir bölümünde “Süreç başarılı olursa Kürtler kazanacak Türkler kaybedecek” duygusu hâkim. Oysa diyor katılımcı; “Sadece Kürtler değil, barış adımları Türk toplumuna da kazandıracak. Bu gerçekliği anlatmanın yollarını bulmalı…”
Bölünme ve parçalanma kaygısına işaret eden isimlerden biri de DEM Parti konferansına mesaj ileten Selahattin Demirtaş oldu. Edirne Cezaevinden gönderdiği mesajında şöyle diyor Demirtaş: “Unutmayın ki bu bir parçalanma, bölünme süreci değildir, zaten paramparça olmuş halkların onurlu birliğini sağlayacak tarihi bir süreçtir”.
Barışın toplumsallaşmasına ne zaman sıra gelecek?
Dünya çatışma/çözüm pratikleri üzerinden çokça örnek veren akademisyenler barışın toplumsallaşmasının olmazsa olmaz olduğuna değindiler. Fakat bazı sunumlarda silahsızlanma, geçiş yasaları gibi aşamalardan sonra işin bu evreye gelebileceği, çokça acele edilmemesi gerektiği dile getirildi. Buna karşılık sivil toplumun gecikmeden inisiyatif alması ve barış sürecini etkin desteklemesi yönünde de konuşmalar oldu. Hafta sonu yapılan konferansların barış ve demokrasi güçlerine bıraktığı bir tartışma başlığı da buydu.
Oturumlara ara verilen bir zaman diliminde Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na sordum. Kendisi gibi yüzlerce akademisyen “barış akademisyenleri” olarak bilinen listeye dayanarak üniversitelerden ihraç edilmişlerdi. Hamzaoğlu soruma verdiği yanıtta, Barış Akademisyenlerinin sadece mağdur olarak görülmesinin doğru olmayacağını, siyasal bir muhatap olduklarını söyledi. Kim bilir, süreç ilerlediğinde barış akademisyenlerini daha etkin, biraz cesaretli olunursa belki eski Akil İnsanları da konuşan insanlar olarak daha görünür buluruz.
‘Zamanı kaçırmamalıyız’
Evet, İstanbul’da bu hafta sonu dört ayrı ve önemli barış konferansı vardı. Böylesi bir yoğunlaşma, barış ve demokrasi isteyenlerin süreci en iyi şekilde değerlendirme ihtiyacını gösterdi. Prof. Dr. Mithat Sancar’ın atıf yaptığı Cemal Süreyya dizesi bu ihtiyacın belki de en özlü ifadesiydi: “Akan zaman değil mesafelerdir”. Devamında Mithat Hoca’nın söylediği “Zamanı kaçırmamalıyız” cümlesi ise kanımca gerçekleşen tüm konferansların ortak duygusu.




