İsterse topa koysunlar, Mabel bizim ozanımız
Yıldız Tar 18 Eylül 2025

İsterse topa koysunlar, Mabel bizim ozanımız

Bazı sanatçılar vardır, eserleriyle toplumun, halkın değeri olurlar. İçinde yaşadığı coğrafyanın seslerini, hikayelerini anlatır. Bunu yaparken de kendini, ciğerini ortaya koyarlar.

Son zamanlarda böyle sanatçılar çok azaldı. Gündelik olanın, sanal medyada çok paylaşılmanın ötesine geçebileni bırakın; geçme isteği olanlar bile bir elin parmağını geçmeyecek sayıda. Kültürel çoraklaşmanın tam ortasındayız. Çoraklaşma bile değil, adeta bir çöl. Ve bu çölün tam ortasında bir vaha gibi duran bir isim var: Mabel Matiz.

Mabel’in müzikal yolculuğu, bu memleketin son yirmi yılındaki her dönemeçte başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterdi. Ne Batı’dan kopya ne de folklorun kuru tekrarı… Kendi köklerinden beslenen, ama sınırları aşan bir evrensellik.

Mabel, LGBTİ+’ların “yerli ve milli olmadığını” söyleyenlerin bütün iddialarını sesiyle, sahnesiyle, duruşuyla çürüten bir sanatçı oldu. O, bu coğrafyanın melodilerini ve ritimlerini büyük bir özenle işleyerek hepimize sundu. Onun hikayesi, türler arasında cesurca gezinen, yeniyi arama çabasından hiç vazgeçmeyen, sanattaki deneyselliği gelenekselle buluşturan geniş bir hikâye. Her albüm, bu toprakların sesleriyle evrensel bir müzikal dili buluşturdu.

Şarıl şarıl ferahlık

Mabel’i tek bir kelimeyle anlat deseler, ferahlık derim. Bütün acısıyla, yasıyla, kederiyle, sevinciyle, sevdasıyla, aşkıyla, cinselliğiyle ferahlık. Fasit dairelerin, kopyalamanın sanat sayıldığı vasatlığın, banal bir popülizmin tam ortasında şarıl şarıl akan bir çeşmenin ferahlığı.

Toy mesela. Kendinden dünyaya, dünyadan yine kendine dönüşün en güzel örneklerinden biri. Eskilerin deyimiyle Mevlana soyundan bir ses. Her anlamıyla. Aşkıyla.

güzeldim, ağlatıldım

ol dedi, ol dedi, ol dedi Allah

olmanın yükü başta

ölmedim, ölmedim, ölmedim vallah

Mendilimde Kırmızım Var’ı düşünelim. Halk ozanlarının soyundan bir ses var bu sefer. Epik olanla lirik olanı buluşturabilmek her kulun harcı değildir. Ama Mabel’in farkı burada da açığa çıkıyor. O, hayranı olduğu halk ozanlığını kendiyle bir etmeyi biliyor.

Mendilimde pare sümbül

Küstü can, ağladı bülbül

Kim dayansın yardan ayrı

Bülbülün çaresi güldür

Daha geriye gidelim. Söylese O Ben Söyleyemem demişti Mabel ilk yıllarında. Daha sevdiğini söyleyememekten çektiği acılardaydı. Ama sessiz bir isyan da mayalanıyordu Mabel’in şarkılarında. Hissediyorduk, geliyordu gelmekte olan.

Ben sönemem, dilde mühür

Yollara sürülür ah içimdeki söz

Söylese o ben söyleyemem

Sevdiğimi

Ve geldi: Karakol. Mabel, ilk kez olmasa da en güçlü şekilde iki erkeğin aşkını anlattı bizlere. Utandırılmaya, söyleyememelere, sessizliklere, kirli görülmeye, iftiralara ve yalanlara karşı öyle bir sanatsal eser sundu ki, diller lal oldu.

Vermedim adını zora koydular

Aşkın mezarını cana oydular

Camlara düşüyor yaşı yedi göğün

Ellerin elime niye kapı duvar?

Homofobinin fasit dairesi

Ve tabiki, sevdiğini söyleyememekten her detayıyla bir şahesere dönüşen klibiyle Karakol’a geçişin bedelini ödettiler Mabel’e. Sansürlendi. Konserlerine engeller gelmeye başladı. Ödül takdim etmesi bile birilerine fazla geldi.

Ama Mabel, geri adım atmadı. ODTÜ konserinde gökkuşağı bayrağını taşıdı gururla. “Ahlaksız” dediler. LGBTİ+ varoluşunu simgeleyen gökkuşağının, bildiğimiz gökkuşağının ahlaksızlık olduğuna herkesin ikna olacağını düşündüler. Neden ahlaksızlık olsun ki, sorusunu kimsenin sormayacağından çok eminlerdi.

Oysaki ahlak kimsenin, hele hele siyasal iktidarın ve onun kalemlerinin tekelinde değil. LGBTİ+’lara zulmetmek, bu zulmü meşrulaştırmak için kalem oynatmak, yalan söylemek asıl ahlaksızlık. Konserde, eşitliğin ve özgürlüğün sembolü olan gökkuşağı bayrağı açmak değil…

Perperişan neden hedefte?

Bütün bunlar yetmemiş olacak ki bu sefer Mabel’in yeni şarkısı Perperişan, Aile Yılı’nın son sansür uygulamasına maruz kaldı. En son İçişleri Bakanlığı da “müstehcenlik” üzerinden suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı.

Neden mi? Lafı eğip bükmenin anlamı yok. Perperişan’da bir erkeğin başka bir erkeğe cinsel arzusu dile geliyor. Tek sebep bu.

Ama yine de, gelin beraber Perperişan’a ve sözlerine bakalım. Belki gerçekten de iktidar, homofobi dışında bir saikle hareket etmiştir…

“Oğlan” kelimesiyle, reşit olmayan birini kastetmediğini bilmek için allame-i cihan olmaya gerek yok, eğer artniyetli değilseniz. Nasıl ki Hadise’nin, “Hadi Deli Oğlan” şarkısında bir çocuk istismarı yoksa; oğlanla kast edilenin yetişkin bir erkek olduğu kesinse; Mabel’in şarkısında da aynı durum var. Veya “o cici toy bebe” sözlerinden bu tarz bir anlam çıkarmak, daha doğrusu bu cümleleri duyunca akla ilk gelenin bu tarz bir mesele olması Mabel’e dair değil, bizim zihinlerimizdeki eşcinsellik imgesine dair çok şey anlatıyor. Eşcinselliği, bir tür istismar ve cinsel şiddet ile eşitlemek bin yıllık taktik. Angara delikanlıları birbirine “bebe” dediğinde neden böyle düşünmüyoruz? Mabel, Toy şarkısında kullandığı tasavvufi bir temayı bu sefer başka bir formda yinelediğinde neden soruna dönüyor?

“diyo şeytan üstüne atla da / sal kuşu hanesine” sözleri de çok tartışıldı. Buradan bir tür cinsel şiddet iması çıkartanlar bile oldu. Bu ifadeleri cinsellik bağlamında okuduğumuzda bile ortada ne bir rızasızlık var, ne de zorlama. Cinsel pratiklerin vulgarlaştırılmış bir ifadesi çıkartılabilir en fazla. Ve bu bakış açısının arkasında da, heteroseksüel ilişki formları dışında bir ilişkilenmenin mümkün olmadığına dair bakış açısı yatıyor.

Mabel’in dili doğrudan ve açık olabilir, hatta kimi geleneksel kulvarlarda “provokatif” sayılabilir; ancak rızasızlık, zorlayıcılık ya da saldırganlık söz konusu değil. Buna rağmen bazı tepkiler, şarkıdaki cinsel ifadeleri otomatikman şiddet ve istismar ile eşleştiriyor. Bu refleks, eşcinsel arzuyu baştan olumsuzlayan, seyreltilmiş bir homofobi ve ahlakçılık örneği. Söz konusu yaklaşım, görünüşte “ahlaki kaygı” maskesiyle ifade edilse de, esas olarak eşcinsel cinselliğin kriminalize edilmesi ve toplumsal denetim mekanizmasının yeniden üretilmesi anlamına geliyor. İktidar bu kadar Mabel’i hedef alırken, özellikle sanal medyada politik doğrucu görünümlü kesif bir ahlakçılık ve  maskelenmiş homofobi ile karşılaşmak; tam da bu iktidarın neden her istediğini istediği gibi hedef alabildiği sorusuna yanıt.

Ki Mabel’in şarkıyla ilgili açıklaması da meseleyi netleştiriyor:

Bu şarkı halk edebiyatı geleneğine öykünerek, metaforlar üzerinden bir aşk hikayesini anlatıyor. Dinleyenlerimin son derece aşina olduğu muzip bir anlatım tarzı. Misal, kuş dediğin yuva da kurar göklere de uçar. Artık nereden almak istersen. Sadece bir noktayı son derece net olarak ifade etmem gerekir ki, şarkıda geçen “toy bebe”, “kelek / ham / hayatın derslerini almamış ruh” manası taşımaktadır. (Kuşkusuz biçimde ve de tabii ki!) Benim bu hikayenin neresinde olduğumun yorumunu ise sizlerin temiz kalplerine bırakıyorum. En kadim kültürel değerlerimiz arasında olan “ozanlık” gereği, bunun şahit olanı ve anlatıcısı da olabilirim. Son olarak, kamu düzeni ve genel sağlığımızın alt tarafı bir şarkıdan bozulacak kırılganlıkta olmadığına inanmak istiyorum. Bu algı yaratma çabaları arasında, zihni ve kalbi rencide olan ne kadar sevenim varsa her birine yürekten sarılıyorum.”

Homofobinin inceltilmiş dışavurumları

Mabel’i ve şarkısını savunurken; erotizm ve esasen kadınları objeleştiren cinsel şiddet imaları içeren halk türkülerini anmaya gerek olmadığı gibi; bu doğru bir analoji de değil. Çünkü Mabel; beklenen ve istenenin aksine bir kadına seslenmiyor. Bir erkeğe sesleniyor. Ona olan arzularını dile döküyor. Bu da çok ciddi bir kategorik fark yaratıyor. Ve esasen bu kategorik fark, iktidarın Mabel’e yönelmesine, onu korkutarak susturmaya çalışmasına yol açıyor.

Mabel’in sözlerini popüler müzikte sıkça rastlanan heteroseksüel kalıplarla karşılaştırırken gözden kaçırmamamız gereken bir fark var: İki erkek arasındaki cinsel ya da duygusal ilişkide kadın-erkek ilişkisindeki gibi toplumsal cinsiyet bağlamında yapısal bir eşitsizlikten söz etmemiz mümkün değil. Başka özelliklerden dolayı eşitsizlikler elbette olabilir. Ancak patriyarka/ataerkinin var olduğunu söylüyorsak – ki var – bu durumda iki erkek ya da iki kadın arasındaki ilişkiyi patriyarkal örüntüyle oluşturulan kadın-erkek ilişkisinin kodlarıyla anlamamız ya da anlamlandırmamız gerçekçi değil.

Çoğu popüler şarkıda erkek, patriyarkal güç ilişkisinin bütün avantajını kullanarak kadına yönelttiği cümlelerle şiddeti, sahiplenmeyi veya eşitsizliği yeniden üretir. Oysa Mabel’de söz konusu olan, patriyarkal bir eşitsizliğe dayanmayan, arzu nesnesiyle eşitler arası bir ilişki. Doğrudanlık; güç gösterisi değil, toplumsal cinsiyet bağlamında eşitler arası arzunun özgür ifadesi.

Burada mesele yalnızca bir şarkı değil, ahlakçılık üzerinden geliştirilen bir sansür stratejisi. LGBTİ+’lara dönük bu sansür biçimi, toplumun tamamına yönelik pedagojik bir müdahale işlevi görüyor. Arzunun dili şeytanlaştırılıyor, eşcinsel cinsellik şiddet ve tehdit ile özdeşleştiriliyor; böylece toplum, korku ve oto-sansür mekanizmaları üzerinden dizayn ediliyor. Bu pedagojik şiddet, yalnızca LGBTİ+’ları hedef almakla kalmıyor; toplumsal normları, cinsiyet ve cinsellik algısını ve itaat kültürünü yeniden üreten bir pratik olarak işliyor.

Dolayısıyla tartışılması gereken Mabel’in şarkısı değil. Asıl tartışma, heteroseksizmin, ahlakçılığın ve toplumsal denetimin nasıl sanat ve cinsellik üzerinden kurumsallaştırıldığını, korku ve utanç aracılığıyla topluma dayatıldığını anlamak.

Tam da bu sebeple, mesele sadece sansüre karşı çıkmak değil. O yüzden son sözler, Perperişan:

Canıma yetti belalı bekarlık

Yanmalı hangisine?

Ne yapıp etmeli, oğlanı sormalı

Bir koşu annesine

O bana gelmeli, tadıma varmalı

O cici toy bebe, onun nesine?

Diyo’ şeytan “Üstüne atla da sal kuşu hanesine”

Yanıma yatmalı, beni de katmalı

Çiğnediği sakızın nanesine

Diyo’ şeytan “Üstüne atla da sal kuşu hanesine”

Canım ister, soysunlar beni

On’la bi’ yastığa koysunlar

Perperişan bulsunlar beni

İster çarmıha gersinler

Hani ikimiz bi’ gömlekte

Kalmaz bu muallakta

Kara sevdam, dönmek yok

İsterse topa koysunlar

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.