Jane Morrice İrlanda deneyimini anlattı: Pes etmeyin, güven inşa edin

Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu’nun kurucularından Jane Morrice, İlke TV’ye barış müzakerelerine kadınların katılımının önemini anlattı. Morrice, “Pes etmeyin, güven inşa edin” mesajı verdi.

Jane Morrice İrlanda deneyimini anlattı: Pes etmeyin, güven inşa edin
Evin Jiyan Kışanak
  • Yayınlanma: 18 Haziran 2025 20:28
  • Güncellenme: 18 Haziran 2025 23:48

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da, Hollanda ve İsviçre Başkonsolosluklarının ev sahipliğinde düzenlenen ve Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI) tarafından organize edilen “Barış İnşasında Kadınların Rolü: Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu Deneyimi” başlıklı bir toplantı düzenlendi.

Toplantıda Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu’nun kurucularından Jane Morrice bir sunum yaptı.

Morrice, Kuzey İrlanda barış sürecine, Hayırlı Cuma Anlaşması’nın imzalanmasına giden süreçte doğrudan dahil olmuş bir kadın siyasetçi, gazeteci ve aktivist.

Bugün 71 yaşında olan Morrice, enerjisi, diyalog, müzakere ve barışa olan inancıyla ilham olmaya devam ediyor.

DPI toplantısındaki konuşmasında da sıkça güven inşa etmenin öneminin altını çizen Morrice, süreçler tıkandığında asla vazgeçmemek, pes etmemek gerektiğini de büyük bir kararlılıkla anlatıyor.

Kuzey İrlandalı siyasetçi Jane Morrice, koalisyon deneyimlerine, barış sürecine kadınların katılımına ve süreç tıkandığında neler yapılması gerektiğine dair İlke TV’nin sorularını yanıtladı:

Öncelikle bizlere kendinizi tanıtabilir misiniz?

Benim adım Jane Morrice. Şu anda İstanbul’dayım, barış inşasında kadınlar üzerine konuşuyorum ve burada olmamın nedeni Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu’nun kurucularından biri olmam.

Bu, Kuzey İrlanda’daki barış müzakereleri öncesinde kurduğumuz bir siyasi partiydi. Ve burada, Türkiye’de olanlar açısından da ilgi çekici olan tam olarak bu.

Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu nedir, ne zaman kuruldu ve farklı arka planlara sahip kadınlar bu partide nasıl bir araya geldi?

Kuzey İrlanda’da 25 yıllık bir çatışma süreci yaşadık. Çatışma 1968’de başladı, ben o zamanlar genç bir kızdım. Ve biz onlarca yıl süren bir çatışmanın içinde yaşadık. Kuzey İrlanda’daki kadınlar barışı teşvik etmeye çalıştı.

Başlangıçta 70’li yılların başında barış için hareket eden bir kadın hareketi olan “Barış İnsanları” vardı. Hatta Nobel Barış Ödülü kazandılar. Ama onlar siyasi değildi.

Yıllar sonra biz, farklı geçmişlerden gelen kadınlar olarak siyasi bir parti kurmaya karar verdik.

Amacımız barış müzakerelerine katılmaktı. Tüm bölgelerden gelen kadınları bir araya getirdik. Siyasi olarak çok farklı görüşler vardı. Milliyetçiler, birlik yanlıları, Katolikler ve Protestanlar. Aramızda akademisyenler, taban örgütlenmelerinden gelenler, yıllardır barış hareketlerinde yer alanlar vardı.

Herkesin artık “yeter” dediği bir noktadaydık. Biz barış istiyorduk. Ve siyasette daha fazla kadının yer almasını istiyorduk. Kuzey İrlanda Kadın Koalisyonu’nun iki temel amacı bunlardı.

Burada da kadınların çözüm sürecine katılımı çok tartışılan bir gündem. Peki, neden barış süreçlerinde kadınların katılımı bu kadar önemli?

Kadınların barış sürecine katılımı çok temel bir mesele. 1996’da Kadın Koalisyonu’nu kurduğumuzda, parlamentoda (Londra’da Westminster’da ve Avrupa’da Strasbourg’da) 20 temsilcimizin tamamı erkekti.

Siyasette yer almış tek bir kadın vardı ama çok azdık. Siyasette yeterince kadın yoktu.

Ve en önemli şey şu ki, herhangi bir siyaset, içinde yaşadığı toplumu yansıtmalıdır. Kadınlar toplumun %50’sinden fazlasını oluşturuyor. Dolayısıyla siyasette kadınlara ihtiyaç vardı.

O zamanlar siyaset tamamen silahlanma, paramiliter yapı ve güç siyaseti ile ilgiliydi. Erkekler bir kadın partisinin yeri olmadığını düşünüyordu.

Kurulduğumuzda çok büyük bir küçümsemeyle karşılandık. “Kadınlar siyasette ne arıyor?” diyenler oldu.

Bu bile orada olmamız gerektiğinin bir kanıtıydı.

Peki, kadınlar bu sürece nasıl katılabilir? Türkiye’de devam eden süreçte, çok konuşulan bir diğer başlık da bu. Müzakere masasında kadınları pek göremiyoruz. Katılımı artırmak için neler yapılabilir?

Öncelikle kadınlar seslerini yükseltmekten korkmamalı. Siyasete dahil olmaktan çekinmemeliler.

Çok uzun zamandır kadınlar evin, çocukların bakımından sorumlu. Bu roller “kadına özgü” roller olarak görüldü. Siyaset erkek egemen bir alan olarak algılandı. Üstelik o dönemdeki siyaset…

Silahsızlanma, paramiliter yapılarla ilgiliydi. Biz bunun ötesinde bir şey olsun istedik.

Kuzey İrlanda’da taraflar şöyleydi:

Protestan – birlik yanlısı – Birleşik Krallık’ta kalmak isteyen “turuncular”.

Ve diğer tarafta Katolik – İrlanda milliyetçisi – birleşik bir İrlanda isteyenler.

Bu iki çizgi çok uzun süre paralel ilerledi. Kadın Koalisyonu olarak biz bu iki tarafı ve daha fazlasını bir araya getirdik. Her türlü görüşten insan vardı. Muhafazakârlar, komünistler, taban örgütçüleri…

Çatışmaların acı yüzünü yaşayan kadınlar vardı. Bu çatışmaları sonlandırmak istediler. Bu yüzden bir araya gelmek çok önemliydi.

Ve başarılı olduk. Barış müzakerelerine katıldık.

Ve iki yıl boyunca iki temsilcimiz vardı: Monica McWilliams ve Pearl Sager. Bu iki kadın, barış görüşmelerinde her iki toplumu da temsil etti. Bu süreç sonunda Hayırlı Cuma Anlaşması’na (Good Friday Agreement) ulaşıldı.

Peki neden iki temsilciydi? Bunun önemli bir detay olduğunu sanıyorum.

Evet, her zaman her iki tarafın da temsil edilmesi gerekiyordu.

Her iki taraf da. Katolik – Protestan, İngiliz – İrlandalı, birlikçi – milliyetçi demek istemem genellemeye kaçmamak için, ama sadece tek bir temsilci olsaydı toplumumuzun iki tarafını da yeterince temsil edemezdik. Bu nedenle temsilcilerimizden biri bir taraftan, diğeri öbür taraftandı.

Kadın Koalisyonu olarak her toplandığımızda, siyasi görüşümüzü ya da manifestomuzu belirlerken, kendi içimizde adeta barış görüşmelerinin küçük bir modelini oluşturuyorduk. Çünkü bizler aynı masa etrafında, farklı görüşlerden gelen kadınlar olarak konuşuyorduk.

Cumhuriyetçi – milliyetçi görüşlere sahip olanlarla, birlik yanlısı ve Birleşik Krallık yanlısı görüşte olanlar aynı masadaydı.

Kadınlardan oluşan bu masa, her konuyla ilgili ortak bir pozisyon belirlememizi sağlıyordu. Ve müzakere masasına oturduğumuzda, zaten uzlaşıyı kendi içimizde sağlamış oluyorduk.

Peki Hayırlı Cuma Anlaşması… Bu anlaşma yeterli miydi? Gerçekten iyi bir çözüm sundu mu? O günden bugüne baktığınızda her şey çözüldü mü? Geriye dönüp baktığınızda değiştirmek istediğiniz bir şey var mı?

Hayırlı Cuma Anlaşması’nın tarihi bir başarı olduğuna şüphe yok. Referandumla halk tarafından onaylanması da benim siyasi kariyerimdeki en önemli gündü. Bu anlaşma siyasi şiddeti sona erdirdi. Barışı getirdi.

Bu nedenle çok önemliydi. Kuzey İrlanda sokaklarındaki atmosfer bir anda değişti. İnsanlar birbirleriyle konuşmaya, birbirlerini anlamaya başladı. Anlaşmada yazılı olanlar uygulanmaya başlandı. Ve işe yaradı.

Şimdi siz 25 yıl sonra soruyorsunuz… Yeterli miydi?

Bence iki önemli eksik vardı.

Birincisi; mağdurlar, geçmişin acıları ve travmaları konusunda daha fazla destek verilmesi gerekiyordu.

Anlaşmada bu konular yer aldı ama yeterince uygulanmadı, hâlen eksikler var. Geçmişin mirası ile yüzleşmek gerekiyor.

İkinci büyük eksik ise bence uzlaşma. Barış geldi ama hâlâ tam bir uzlaşma sağlanamadı. Belfast’ta hâlâ Katolik ve Protestan mahallelerini ayıran barış duvarları var. Hâlâ ayrışmış mahallelerde yaşıyoruz.

Ve benim için çözümün önemli bir parçası, karma eğitimdi. Katolik ve Protestan çocukların birlikte eğitim alması. Karma eğitim girişimi devam ediyor. Şu anda sadece %7’lik bir kesim bu okullara gidiyor.

Katolikler ve Protestanlar bazı okullarda bir arada olsalar da birbirlerinin kültürlerini öğrenmiyor, farklılıklara saygı göstermeyi öğrenmiyorlar.

Karma okullar ise bu kültürel farklılıkları anlamayı ve karşılıklı saygıyı öğretiyor. Bölünmüş bir toplumda bu çok önemli. Ama hâlâ sadece %7.

Hayırlı Cuma Anlaşması öncesinde de bu oran %7 idi, artmadı. Kilisenin ve köklü okulların direnci çok güçlü. Değişimi istemiyorlar.

Bu da uzlaşma önündeki engellerden biri.

Geçmişte yaşanan korkunç olaylara dair soruşturmalar yürütüldü. Bu süreç insanların yaşadıklarını bir mahkeme önünde anlatmaları açısından önemliydi.

Bu soruşturmalar çok önemli ama aynı zamanda acı verici. Zor bir süreçtir bu.

Bu sabahki konuşmamda aslında söylemem gereken bir şey var.

Bazı insanlar barış sürecinin başarılı olması için, çatışmanın sürdüğü süre kadar zamana ihtiyaç olduğunu söylüyor.

Yani çatışma 30 yıl sürdüyse, barış süreci de 30 yıl sürebilir.

Hayır, 30 yılımız kaldı demek istemiyorum. Ama hâlâ o sürecin içindeyiz, hâlâ birkaç yılımız var.

Sonunda oraya ulaşacağız. Ama zaman alacak.

Güven inşa etmek çok önemli. Güven inşa etmek…

Bugün yaptığınız konuşmanızda “barış mı, kimlik mi?” şeklinde bir ikilikten bahsettiniz. Bundan biraz bahsedebilir misiniz? Hangisi neden önemli? Dikkat çekmek istediğiniz nokta neydi?

Evet, bu çok derin ve önemli bir konu.

Kişisel olarak konuşayım:

Biz kadınların siyasi parti olarak siyasete katılımı benim açımdan barış içindi. Benim önceliğim barıştı.

Kimlik siyaseti ise karşılaştığımız en büyük sorundu.

İki taraf – İngiliz ya da İrlandalı – kendi kimliğini korumak ve üstün kılmak istiyordu.

Elbette kimliklerin korunması önemli. Hayırlı Cuma Anlaşması bu konuda önemli bir şey başardı.

“Yapıcı belirsizlik” (constructive ambiguity) kavramını içeriyordu.

Bu şu anlama geliyor örneğin; artık insanlar kendilerini İngiliz, İrlandalı ya da her ikisi birden olarak tanımlayabiliyor.

Bu kimlik meselesine muhteşem bir yaklaşım. İngiliz olabilirsiniz, İrlandalı olabilirsiniz ya da her ikisi birden.

Kuzey İrlanda Meclisi’nde ise birlikçi, milliyetçi ya da diğer olabiliyorsunuz.

Bu da bize turuncu ve yeşil dışında bir şeyin de mümkün olduğunu gösterdi.

Benim için barış, kimlikten daha önemliydi. Ama başkaları bu görüşe katılmayabilir. Bu çok büyük ve tartışmalı bir konu.

Burayı açmak istememdeki sebep şuydu, örneğin bence kimlik insanların eşit, özgür ya da huzurlu hissetmesi için önemli bir nokta. Mesela benim için barış, huzur içinde yaşamak demek. Ama kimliğim olmadan huzur içinde olabilir miyim?

Mesele, kimliği ortadan kaldırmak değildi. Birbirimizi eşit olarak tanımak ve kabul etmekti.

Hiçbir zaman bir kimliği yok saymak söz konusu olmadı.

Aksine, eşitlik seviyesine ulaşmaktı hedefimiz.

Ve ben kesinlikle inanıyorum ki, Hayırlı Cuma Anlaşması bu eşitliği başardı.

Kimlik siyaseti abartılabilir. Bayrak asmak gibi eylemler…

Elbette kimliğini korumak önemli ama bu başkasının kimliğini yok saymak anlamına gelmemeli.

Birbirimize eşit davranmalıyız. Hayırlı Cuma Anlaşması’nın amacı da buydu. Ve umarım burada da bu başarılabilir.

Türkiye’de benzer bir mesele var. Anayasada “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesi yer alıyor. Ancak burada farklı kimlikler de var. Dolayısıyla bu bir tartışma konusu…

Ben Kuzey İrlanda’daki “herkes ya İngiliz ya da İrlandalı olabilir” yaklaşımının buradaki eşdeğerini görelim istiyorum.

Çok ilginçtir ki, Hayırlı Cuma Anlaşması’nda Kuzey İrlanda’nın anayasal statüsü hakkında referandum yapılması öngörülüyor.

Birleşik Krallık’ta mı kalınacak, yoksa Birleşik İrlanda mı olacak?

Bu çok ilginç bir durum çünkü referandum sonucu ne olursa olsun, kimlik ortadan kalkmaz.

Eğer Birleşik Krallık’ta kalınırsa, İrlandalı kimliği olanlar yine İrlandalı kalabilir.

Eğer Birleşik İrlanda olursa, İngiliz kimliği taşıyanların kimliklerini koruyabileceklerini umarım ve buna inanıyorum.

Bu da yine “yapıcı belirsizlik” ile mümkün olabilir.

Ama kimlik konusu… Kim olduğunuz, nereden geldiğiniz, neye inandığınız çok önemlidir.

Bu inanç bir din olabilir ya da başka bir şey.

Ve en önemli nokta, farklılıkların saygı görmesidir. Farklı olma hakkı!

Bu hak anlaşılmalı ve saygıyla karşılanmalıdır.

Şiddet sona erdiği sürece, her şey diyalogla yapılmalı.

Bugün yaptığımız bu toplantının da amacı bu.

Konuşmak, tanımak, düşünmek, siyaseti dönüştürmek, daha fazla kadının siyasete katılması…

Zorlu bir çözüm sürecinde önemli deneyimlere sahipsiniz. Dolayısıyla şunu sormak isterim, barış süreci tıkandığında ne yapılmalı? Süreci yönetenler ne yapmalı? Ne önerirsiniz?

Eğer bir engelle karşılaşırsanız – ki biz çok yaşadık – pes etmemelisiniz.

Devam edersiniz. Alternatif yollar ararsınız.

Biliyorum, uzun, zor bir yolculuk oldu burada da.

Ama sesinizin gücünü kullanın. İnandığınız yolda devam edin.

Tarihin doğru tarafında olduğunuza inanın.

Umudun gücü çok değerli. Ama cesaret, inanç ve kararlılık sizi bu yolda tutar.

Çünkü demokrasiye ulaşmak istiyoruz. Demokrasi, gücün paylaşılmasıdır.

Demokrasi, insanların birlikte yaşaması ve çalışması için yöntemler sunar.

Bu yüzden asla vazgeçmeyin.

Şu anda Türkiye’desiniz. Biliyorsunuz ki buradaki barış süreci, çözüm sürecine dair, hâlâ çabalıyoruz. Peki Türkiye’de yaşayan kadınlara ne tavsiye edersiniz? Bize ne söylemek istersiniz?

Siyasete katılın. Sesinizi çıkarın, kendinizi ifade edin.

Bizim yaptığımız gibi ayrı bir kadın partisi kurmak da bir yoldu ama bu nadir görülen bir örnek. Her yerde işe yarar mı, bilemem.

Ben buraya kendi deneyimimizi anlatmak için geldim. Neler yaşadık, neler başardık, bunları paylaşmak için.

Ama bu her yerde işe yarayacak bir model değil. Bazen başka yollar da olabilir.

Mevcut partilere katılmak ve onların bakış açısını dönüştürmeye çalışmak.

Ayrıca, üzgünüm ama şunu söylemeliyim…

Erkekleri ikna etmek çok önemli. Geçmişin o erkek egemen, maço siyasi kültürünün değişmesi gerekiyor.

Artık siyasette daha çok bakım, şefkat, anlayış olmalı.

Yeni bir siyaset tarzına ihtiyacımız var.

İnsanların birbirine değer verdiği bir siyaset anlayışı.

Bu değişimi ister dışarıdan pankartlarla, gösterilerle yapın ya da içeriden, partilerin içinde değişim yaratmaya çalışarak yapın…

Tüm toplumun temsil edildiği, adil ve kapsayıcı bir gelecek inşa etmek de bir diğer yöntem.