Kilitli Odaların Esrarı kitabı bir derleme. Polisiye edebiyatın bir alt türü olan Kapalı Oda Cinayetlerine örnek olabilecek on iki yazarın öykülerinden oluşuyor. Gencoy Sümer’in derlediği bu kitabın diğer bir özelliği de Dedektif Dergi yazarlarından oluşması. Türkiye’deki polisiye edebiyatın son yıllarda gelişmesi, konuşulması ve kayda değer görülmesi bu tür adına oldukça sevindirici. Destek verenler, katkı sunanlar gün geçtikçe çoğalıyor ki bu da türün geleceği ve gelişmesi açısından olumlu bir durum. Bu minvalde her yıl Polisiye edebiyat alanında Kristal Kelepçe Ödülleri veren benim de üyesi olduğum Polisiye Yazarlar Birliği ( POYABİR ) bu alanda ilk olmasıyla örnek bir kuruluştur. Her yıl, En İyi Polisiye Roman, En İyi Polisiye Öykü ve Polisiyeye Katkı verenlere ödül veriyor. Elbette Dedektif derginin öncülüğünde düzenlenen Zehirli Kalem Öykü ve Mahal Yayınları ile Suçüstü Dergisinin ortaklaşa gerçekleştirdikleri İlk Polisiye Roman yarışmalarını da unutmamak lazım. Bir de Dünya Gazetesinin polisiye roman için verdiği Yılın En İyi Polisiye Roman Ödülü var elbette.
Kapalı oda cinayetlerinde odaya ilk giren ya da odada olanın ilk girişiyle çıkışı arasında çok fark olacağını; artık aynı kişi olmadığı kuşkusuyla ilerleriz. Cinayeti çözmek için elimizdeki en büyük argüman kesin, eğilip bükülmeyen cevapların içindeki boşlukları dolduracak esnek sorularımızdır. Katil bir ( tek ) kapıdan girmiştir içeri, odanın ya da cinayet mahallinin başka kapısı olmadığını bildiğimiz halde kendimize başka kapılar açma maharetini göstermeliyiz. Diğer yandan menzil bizim gizli gücümüzdür; katil şüphelisi ile maktul arasındaki menzili sorularımızla ayarladığımızda odak noktasını belirlememiz daha kolaylaşacaktır. Odak noktası bu işin çekirdeğidir.
Gelelim yazıya konu olan Kilitli Odaların Esrarı adlı derleme polisiye öykü kitabına. Öncelikle Sezar’ın hakkını Sezar’a vermezsek taşlanmasak bile çarmıha gerilebiliriz. Elbette teşbihte her zaman hata olur diyerek sözü uzatmadan konuya girelim. Kapalı Oda polisiyesi ya da Kilitli Oda polisiyesi bu türün en zor kulvarı. Bir oda ya da mekân düşünün kapısı penceresi kilitli, giriş çıkışı belli, giren çıkan olmadığı halde cinayet işlenmiş. Doğaüstü ve mucizevi bir argüman kullanmadan cinayet olduğunu düşündüğün bu olayı çözeceksin. Elbette akıl ve mantıkla. Kitaptaki bütün örnekler bunun olabileceğini çok güzel bir şekilde kurgulamış eserler.
Misafirlikte bile rahat yok
Gamze Yayık’ın Rehavet Hoca’nın Kırk Kilitli Odası adlı öyküsünde, yazar bizi 1900’lü yılların başına götürüyor. Çoğu Avrupa devletleri krallıkla yönetilirken padişah ya da sultanlıkla yönetilen Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerine gidiyoruz. II. Balkan Harbi devam etmektedir, İttihat Terakki gün geçtikçe güçlenmektedir. Arka dokuda bunlar yaşanırken İzmir’de yaşayan Ekrem Bey, eski dostu ve Mekteb-i Fünun’da da arkadaşı olan Sami Hakkı’nın daveti üzerine, o dönem kasaba diye bilinen Manisa’ya bağlı Turgutlu’daki köşkünde gizemli kaybolma vakasını aydınlatması için yardıma gider. Öykünün en önemli özelliği dönemin ruhuna uygun kullanılan dil ve tarihsel gerçekliklerle mekân yaratma becerisi ve ustalığıyla o döneme ışınlandığımızı hissediyoruz.
Yeşim Yörük’ün İmkânsız öyküsünde, Dedektif Devran Devridaim’e davette bulunan Kemal Güven’in isteği üzerine bir yılbaşı gecesi bir araya gelen Kemal ve Kemal’in iş ortağı Levent Akgül ve eşi Gülay, Kemal’in özel doktoru Mehmet Balcı ve çocukluk arkadaşı ve yakın dostu Kadir Gürhan ile Kemal’in kız kardeşi Selma’yla bir araya gelir. Fırtınalı bir gecenin ardında davette bulunan Kemal, kapısı ve penceresi kapalı ve kilitli odasında avizeye asılı bir şekilde bulunur. Dedektif Devran Devridaim durumdan şüphelenerek bunun bir intihar olmadığını düşünür. Okuyucuyu kısa soluklu da olsa merakta bırakarak heyecan ve gizemle tempoyu artırmayı başarmış.
Reha Avkıran’ın Uçtu Uçtu Paralar Uçtu öyküsü, temposu düşük, Kapalı Oda cinayetleri türünün özelliklerini pek yansıtamamış olsa da ülkenin bugünkü duruma gelmesini bir iki cümleyle hikâyeye dâhil etmesini oldukça kıymetli buldum. Diğer yandan Ali Komiserin yamaç paraşüt uzmanıyla görüşürken, uzmanın gece uçuşlarıyla ilgili teknik bilgi –hava şartları, rüzgârın şiddeti yönü vs- vermemesi bana kalırsa eksik bir araştırmayla kotarılan bir eser olmuş. Hikaye aksatıyor mu bilemedim.
Yazar bildiğini okuyucudan saklamamalı
Funda Menekşe’nin Işığı Beklerken öyküsü ironisi yüksek, komik bir öykü. Ölmüş birinin gözünden cinayetin çözülmesini izlemek okuyucu için ilginç bir örnek. Ölenin kendi cinayetinin çözülmesini takip etmesi nereden baksanız okuyucuyu merakta bırakan bir örnek. ( Patrick Swayze ve Demi Moore’ın oynadığı Hayalet filmini anımsayalım) Kendisinin de nasıl öldüğünü bilmemesi hikâyeyi ilginç kılmış. İki de bir ‘ben ölüyüm’ demesi bir süre sonra okuyucuda geri çekilme, metinden uzaklaşma hissi yaratsa da yazar bunun üzerinden komedi unsurlarını kullanarak okuyucuyu geri çağırmayı başarıp tebessüm ettirerek başarıyor.
Savcının, ‘maktulü kaldırın’ dedikten sonra binanın dışına çıkamayacağını öğrenen maktulün ruhu nasıl oluyor da üzerinden beş gün geçmesine rağmen hala evde dolaşıp olanları görebiliyor? Diyeceksiniz ki öncesinde gördüklerine inanıyorsun da buna mı takıldın, ruh bu. Ceset gitmiştir ruhu kalmıştır.
Emel Aslan’ın Lotus Bungalov öyküsünde, Başçavuş Gürkan’ın otel resepsiyonu Aycan’a rapor verir gibi bir edayla konuşması olayın Aycan tarafından çözüleceğinin ipuçlarını veriyor. Kapı ve penceresi kilitli bungalov evde intihar eden kadının muammasını edebi lezzeti elden bırakmadan türün hakkını vererek anlatması/kurgulaması yazarı öne geçiriyor. Okuyucuyu kandırmadan ne biliyorsa ( ipucu ) aynı eşitlikte okuyucuyla paylaşması işin püf noktası… İri yarı adamla ( Harun ) okurda elbette ki soru işareti bırakacak; bu gibi yönlendirmeler oldukça doğal ve yaygın.
İhsan Cihangir’in Sani Bey’in İmkânsız Ölümü’nde, tam korunaklı bir akıl hastanesinin özel odasındaki Sani Bey’in ölümünü, Başkomiser Rıfat Alagöz’ün yardımcısıyla uykusuz ve yorgun geçen günlerin ardında üstün bir özveriyle temel kimya bilgisiyle çözüşlerini anlatıyor. Akıllara şu soru takılıyor, cinayeti çözmek için olay yeri inceleme ekibinin işini layıkıyla yapmaması mı gerekiyor? Ya da şöyle de bakılabilir, katil bir şeyleri unutabiliyorsa, gözden kaçırabiliyorsa pekâlâ dedektif, komiser ya da olayı soruşturan takip eden her kimse buna Olay Yeri İnceleme ekibi de dâhil, onların da böyle bir kusuru olabilir mi, hoş görülebilir mi?
Gencoy Sümer’in Pencere’sinde, gazeteci Belkıs’ın aile dostu Mehpare Hanımın ısrarla görüşme isteği üzerine denize bakan yalıya gitmesiyle başlıyor hikâye. Arka fona savaşın etkilerini metne dâhil eden yazar, insanların alıştıkları konforlu yaşamlarından kolay kolay feragat etmediklerini bir cinayet vasıtasıyla anlatmış.
Kerem Kaş’ın İntihar Oyunu’nda, doksanlı yılların başına Tekirdağ taraflarında bir dağ evine götürüyor yazar bizi. Doktor Nevzat’ın karısı, çocukları, kardeşi ve arkadaşlarıyla küçük bir tatil amaçlı bir araya gelirler. Biraz dağınık bir anlatımın sonunda dağ evinde Nevzat’ın karısı Nergis evdeki altıpatlarla intihar eder. Yine kilitli bir kapı, içerden kapatılmış pencerelerin olduğu bir odadayız. İntihara şüpheyle yaklaşan Binbaşı Esat’a dokuz yaşındaki Tolga destek verir. Fakat binbaşıyla Tolga karşılıklı mutfakta konuşurlarken yazarın bir anlık dalgınlığıyla sohbete Nevzat dâhil olur, oysa Nevzat mutfakta değildir. Hikâye, Cehov’un, ‘hikâyenin başında bir tabanca görünürse sonunda patlamalıdır’ öğretisine sadık kalmış.
Mustafa Kemal’in ayak sesleri
Esra Gürel Şen’in Masum Katil’inde, jeolog Sezai Efendi ile Müştak Efendi Fransa’da okudukları dönemden arkadaştırlar. Yan hikâyede Cumhuriyetin ilk yılları, daha yeni yeni tomurcuklanıyor. İngilizler daha İstanbul’u terk etmemiş, son padişah Osmanlının başındadır. Anadolu’da Mustafa Kemal halkla bir olmuş, halkı yapacağı değişiklikler konusunda ikna ederek yanına aldığı dönemlerin başındayız. Tam bir vatansever olan Komiser Faik içten içe Mustafa Kemal’in ordusuna katılmak için can atmaktadır ama her seferinde bir engel ( cinayet ) çıkar. Klasik olacak belki ama bu hikâyede de parayı takip ederek cinayet çözülüyor. Eski lügat konuşmaları dönemin ruhuna uygun olduğu için sahiciliği yüksek bir öykü.
Önay Yılmaz’ın Göl Evi’nde, göl kıyısındaki yamaca yapılan tek katlı evde, yağmurlu bir günde silahla ölen yazar Atıf Canbey’in odasının kapısı ve pencereleri içeriden kilitlidir. Buna rağmen cinayet mi intihar mı kuşku uyandırır. Yine para, yine eş dost arasında dönen dolaplar, kurulan kumpaslar… Cinayet için ıssız, tenha bir göl evi seçilmesi ve yağmurla tekinsiz bir atmosfer yaratılması başarılı.
Orçun Yenilmez’in Katil Sincap’ında, yine bir aşk cinayeti ki kitaptaki birçok öykünün ortak teması. Bu defa cinayet mahalli için bir hastane tercih edilmiş. Entrikalar, planlar, oyunlarla öykünün temposu düşmüyor.
Ramazan Atlen’in Ekimoz’u diğer öykülerden farklı kulvarda ilerliyor; az benzerliği var. Gerçi burada da bir takım teknik terimlerle hikâye sarkmaya başlayıp okuyucu uzaklaşacakken hikâyenin özgünlüğüyle durumu kurtarıyor. Katilin bahçıvan olmayacağı kuralıyla ve bu bilinçle kurgudaki çilingirciyle okuyucuya saygı duruşunda bulunuyor. Teknik terimlerin sağanağını da yazarın yaptığı işe yorup mesleki deformasyonla açıklayabiliriz belki ama hikâyenin türü de bunu gerektirir zaten.
Kitabı bitirdikten sonra şu kanı oluştu bende; sanki zoom üzerinden bir toplantı yapılmış ve işin temel noktaları üzerine uzun uzun konuşulmuş. Hal böyle olunca da çoğu öykü birbirine benzemekle kalmamış ortak temalar etrafında dönmüş. Kötü mü, elbette ki hayır, kitap bütünlüğü açısından bilakis iyi. Ayrıca, her yazar kapalı oda muammasının üstesinden başarılı bir şekilde gelmiş. Hele ki bu türün ülkemizde örneklerinin çok az ve yeni olduğunu düşünürsek. Bu işe merak salanlar ve bu tür üzerine yazmak isteyenler için çok iyi bir başlangıç kitabı olmuş.




