• Ana Sayfa
  • Dosya
  • Kimliksizlikten demokratik özerkliğe: Suriye’de Kürtlerin tarihi (1)

Kimliksizlikten demokratik özerkliğe: Suriye’de Kürtlerin tarihi (1)

Suriyeli Kürtler kendi tarihlerinde ilk kez 2014’te özerlik ilan edip, ekonomiden yargıya sağlıktan kültür alanına kadar bir sistem kurdu. 1930’larda Fransız mandası döneminde Kürtlerin kendi kimliklerini, kültürlerini yaşatma girişimlerine kısmi olarak göz yumulsa da idari özerlik talepleri kabul görmemişti. Kuzey ve Doğu Suriye’nin tarihsel sürecine kısaca bakalım.

Kimliksizlikten demokratik özerkliğe: Suriye’de Kürtlerin tarihi (1)
Kimliksizlikten demokratik özerkliğe: Suriye’de Kürtlerin tarihi (1)
İlke TV
  • Yayınlanma: 14 Şubat 2025 10:45
  • Güncellenme: 14 Şubat 2025 12:16

Sykes-Picot anlaşması, Fransız manda yönetimi ve Kürt hareketleri

Kürtler yoğunluklu olarak Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de yaşıyor. Son 10 yılı aşkındır sürekli gündemde olan Suriye’deki Kürtler, 8 Aralık 2024’te Esad’ın devrilmesinin ardından tartışmaların odağına oturdu. Statüsünün ne olacağına dair yoğun tartışmalar yürütülürken, ‘kimliksiz’ olan Suriyeli Kürtler, iç savaş döneminde özerkliklerini ilan etti.

IŞİD’e karşı savaşta verdikleri mücadeleyle dünyanın da tanıdığı Suriyeli Kürtler, yaklaşık 110 yıl önce yapılan anlaşmalarla ‘statüsüzlüğe’ mahkum edildi, bulundukları coğrafyada bir aktör olarak görülmedi. Bugün Suriyeli Kürtler de 110 yıldır devam eden sorunlara karşı taleplerini net olarak dillendiriyor. Sykes-Picot anlaşmasından günümüze Suriyeli Kürtler neler yaşadı? Fransız mandası ve Esad döneminde nasıl bir politika ile karşı karşıya kaldılar? Kimsizliksizliğe giden süreç neydi? Rojavalı Kürtler ne istiyor? Bundan sonrası için ne olacak? Tüm bu süreçleri 3 bölüm olarak dosyamızda ele alacağız.

Sınırların paylaşılması ve Suriyeli Kürtlerin kaderi  

Türkiye’de Suriyeli Kürtler denilince aklımıza hemen, Kürtçe’de binxet Arapça’da Cezire bölgesi denen Kuzey ve Doğu Suriye’nin doğu tarafı geliyor. Bölgenin tanımlanmasında en sık kullanılan Rojava kelimesi de Kürtçe ‘batı’ anlamına geliyor. Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda olan bu bölgede çoğunlukla Kürtler, Araplar, Çerkesler, Ermeniler ve Süryaniler yaşıyor. Nüfusun büyük çoğunluğunu ise Kürtler oluşturuyor. Rojava, Kürtlerin yaşadığı en küçük parça olma özelliği taşıyor ve Türkiye sınırı boyunca Dicle’nin batısında yer alıyor. Irak Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne de komşu.

2020’de yapılan nüfus sayımına göre Kuzey ve Doğu Suriye’de mültecilerle birlikte 4.5 milyon kişinin yaşadığı ifade ediliyor.  Savaşlar nedeniyle resmi nüfus sayımı yapılmadığı için bu konuda kesin bir veri sunmak imkansız. Ancak iç savaş dönemi öncesi Kürtler ülkenin yüzde 10’luk kesmini oluşturuyordu. Kuzey ve Doğu Suriye iç savaş döneminde en fazla göç alan yerlerden oldu. Ülkedeki Kürt nüfusun büyük bir çoğunluğu kuzeyde Irak ve Türkiye sınırı boyunca sıralanmış yerleşim yerlerinde yaşamakla birlikte başkent Şam’da ve diğer büyük şehirler Lazkiye, Halep, Hama, Humus ve Rakka’da azımsanmayacak oranda Kürt nüfusu bulunuyor. Ezidilerin ağırlıkta bulunduğu kentler ise Afrin, Cezire ve Haseke. Suriye Kürtleri Kürtçenin Kurmanci lehçesinde konuşuyor.

Suriyeli Kürtlerin tarihi 

Suriyeli Kürtler, tarih boyunca Hitit, Mitanni, Asuri, Ahameniş İmparatorluğu, Grek, Arsak Krallığı, Roma İmparatorluğu, Part İmparatorluğu, Sasaniler, Bizans İmparatorluğu, Abbasiler, Osmanlılar ve Fransa tarafından yönetildi. Kürtlerin Suriye coğrafyasına ne zaman yerleştiği tam olarak bilinmemekle birlikte başta Cezire olmak üzere ülkenin kuzeyindeki yerleşim yerlerine 10. yüzyılda geldikleri ve yerleştikleri belirtiliyor. Bir diğer yorum ise Kürtlerin Suriye’deki kökenleri konusunda arkeolojik kazılar, Hint-Avrupa halklarının Akdeniz havzasından Orta Asya’ya göç ettiği eski bir döneme kadar uzanıyor. Bölgede Kürtlerin ataları olarak kabul edilen Huriler ve Mitaniler gibi bazı halklara ait tarihsel yerleşim yerleri bulunduğunu belirtiliyor:

“Bu kadim tarihi geçmişle birlikte Kürtlerin Şam’a yaygın göçü, İslam’ın yayılmaya başladığı orta çağa ve Haçlı seferlerinin başladığı yüzyıla kadar uzanıyor. Aynı dönemde tanınmış ansiklopedik tarihçi el-Mes’udi (MS. 957) Marucü’d-Zeheb adlı eserinde Kürt Dunbulilerin Şam’a yerleştiğinden söz etmektedir. Lehçesi Gorani ve Azerbaycan kökenli olan bu Kürt aşireti, daha sonra bölgenin emiri ve yöneticileri olmuştur; bunların arasında Muhammed Emin Zeki’nin (Xulasa, cilt 2) bahsettiği Mir Muhammed Dunbuli (MS. 997) de vardır. Bundan sonra, M.S. 11’inci yüzyılda, seyahatnameler ve coğrafi kaynaklar, “Biladü’ş Şam”ı Kürtlerin yaşadığı ve yayıldığı bölge olarak ele almışlardır. Abdullah bin Abdulaziz bin Muhammed Ebu Ubeyd El-Bekri’nin “El-Mesalik ve’l-Memalik”i (Yollar ve Ülkeler Kitabı) buna örnektir.

Yine İslam döneminin başlarında Kuzey Şam’ın bir kısmı, yaklaşık bir yüzyıl boyunca bölgede hüküm süren Kürtlerin (Dosteki Devleti 982-1086) egemenliği altındaydı. Bununla birlikte tarihsel kaynaklar, Kürtlerin Şam’a en yoğun şekilde göçlerinin Eyyubi Devleti’nin (1174-1250) hakimiyeti döneminde olduğunu belirtmektedir. “

Zamanla Şam’ın yerleşik unsurları haline geldiler

Bir başka kaynakta ise şu bilgiler yer alıyor:  “Öte yandan kimi tarihçiler başta Halep ve Şam olmak üzere Suriye’nin birçok büyük yerleşim yerinde 12. yüzyılda önemli oranda Kürt nüfusu olduğunu ve bunların Haçlılara karşı Selahaddin Eyyubi’nin yanında savaşan düzenli veya düzensiz ordulara mensup kişilerin kendileri ve aile fertleri olduğunu ifade etmektedir.(…) Diyarbakır, Musul ve Kerkük olmak üzere Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerden gelen ve Selahaddin Eyyubi’nin ordusuna katılan Kürtler, zamanla Şam’ın yerleşik unsurlarından biri haline gelmiştir.”

Şam’daki Kasiyun Dağı tarihi ve manzarasıyla büyülüyor

Kürtlerin Şam’ın Kasyun Dağı bölgesinde kendilerine özel bir mahalleleri olurken, Şam’ın diğer bölgelerinde de meşhur kaleleri ve mevzileri vardı.

Kürtlerin Kalesi: Hısnu’l-Ekrâd ya da Krak des Chevaliers

Bunlardan en önemlisi, Cebel-i Lübnan’a bağlı olan Humus ilindeki Hısnu’l-Ekrâd’ydı. Kale, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor ve 11’inci yüzyılın ilk yarısında bölgenin güvenliğini sağlamak amacıyla Kürtlere emanet edildi. “Kürtlerin Kalesi” anlamına gelen “Hısnu’l-Ekrâd” adını aldı. Haçlı seferlerinin ardından kalenin ismi “Crac dé l’Ospital” olarak tanındı. Haçlı Seferleri’nin sona ermesiyle zamanla en yaygın ismi “Krak des Chevaliers” kullanıldı.

Şam’da Kürtlerin tarihi mirası sadece askeri başarı ile sınırlı olmadığı ve toplumsal yönde de katkıları olduğu ifade ediliyor. Kürtlerin Şam’la bağı İbn Haldun’un “Vefeyâtü’l-aʿyân” adlı eserinde de yer aldı. Şam’ın yanı sıra Halep ve diğer şehirlerinde de “Kürt” (El-Ekrad) adıyla birçok cami, türbe ve mezarlık kayıtları ve belge bulunuyor. Şamlı coğrafyacı ve tarihçi İbn-i Fadlallah el-Umri, (MS. 1349) “Kürtler, genel toplum kategorileri içinde özel bir yer tutmaktadırlar ve her zaman, İslam ve Arap aleminde kendi özgünlüklerini korumayı başarmışlardır” diyor.  Ayrıca Şam, Selahaddin Eyyübi’nin ve Nakşibendi Tarikatı’nın kurucusu Kürt evliyası Mevlana Halit’in mezarlarının bulunması nedeniyle Sünni Kürtler için her zaman önemli bir merkez olduğu kaydediliyor. Bu yüzden de Şam’da ortaçağdan beri Kürtlerin yaşadığı belirtiliyor.

Sykes-Picot anlaşması: Ortadoğu’yu hasta etti ve yaralı bıraktı

Bir yandan göç edenlerin mekanı diğer yandan savaşların merkezi Kuzey ve Doğu Suriye. Yaklaşık 110 yıl önce yapılan anlaşmanın sancıları ise günümüzde hala çekiliyor. Peki günümüzde bile bu kadar Ortadoğu’nun savaş haline gelmesinde hangi anlaşmalar etkili oldu? Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nın ardından dağılması, Ortadoğu ve coğrafyasını derinden etkileyerek uzun vadeli sonuçlar doğurdu. Bu süreçte bölgenin yerleşik halkı olan Kürtler, en büyük mağduriyeti yaşadı. Yeni şekillenen Ortadoğu düzeninde, Kürtlerin tarihi coğrafyası dört farklı devlet arasında bölündü. Türkiye, İran, Irak ve Suriye. Sınırlar, etnik, dini, mezhebi ve kültürel yapılar dikkate alınarak belirlenmedi. Bu sürece giden yol ise Sykes-Picot anlaşması ile oldu.

Sykes-Picot Antlaşması, 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan, daha sonra Rusya’nın da katıldığı Osmanlı Devleti’nin Orta Doğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli antlaşma. Ekim devriminden sonra Rusya bu paylaşımdan çekildi. Ardından Fransız ve İngilizler söz konusu anlaşma doğrultusunda Ortadoğu’yu aralarında böldü. Sykes-Picot düzeni, 1919 yılında Versailles Anlaşmaları ve onun uzantısı olan 1923 Lozan Anlaşmasıyla kalıcı bir nitelik kazanarak bugünlere kadar süregeldi.

Sykes-Picot anlaşmasının mağduru Kürtler

Sykes-Picot Anlaşması’nın en büyük kurbanı Kürtler’di. Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği tarihin o kritik kavşağında, bölge halklarının her biri belli bir statüye kavuşurken, Kürtler bu kuralın dışında tutuldu. Sykes-Picot Antlaşması’nın sonucu olarak bugün bile hala Orta Doğu’da savaşlar var. ABD Başkanı Woodrow Wilson’un dış politika danışmanı Edward House anlaşma hakkında İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’dan bilgi aldıktan sonra şunları yazmıştı: “Bu son derece kötü bir anlaşma. Bunu Balfour’a da söyledim. Gelecekte savaşların üreyeceği bir bölge yaratıyorlar.” 110 yıl öncesi yapılan anlaşmadan günümüze Suriye Kürtlerinin tarihi, bölünmeler, yasaklar, katliamlar, göçler ve mücadelelerle şekillendi.

Fransız Mandası (1920-1946)

Osmanlı’nın Birinci Paylaşım Savaşı’nda yenilmesiyle birlikte Lübnan ve Suriye, Fransa’nın egemenliği altına girdi. Savaşın ardından Fransızlar burada bir manda yönetimi kurdu. Lübnan da dahil olmak üzere bölge toplam beş parçaya bölündü.

1922 haritasına göre Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Lazkiye-Tartus hattında yoğunlaşan Arap-Alevi nüfusu, güneyde Süveyda çevresinde Dürziler, kuzeyde Kürtler; ve yine çeşitli bölgelerine dağılmış olarak Grek Ortodoks, Ermeni ve Süryani kiliselerinden oluşan bir gayrimüslim nüfusu var. 1920’de Fransız Mandasını takip eden dönemde Halep Devleti, Şam Devleti, Dürzi merkezli Cebel-i Dürzi Emirliği ve Alevi Devleti kuruldu. Kürtler ve diğer gayri müslim nüfus bunun dışında tutuldu.

Fransa ve Kürt ilişkileri 

1920’den itibaren Fransız manda yönetimi Kürtler hariç diğer ülkede yaşayan halklarla belli bir statü verdi. Kürtler ise taleplerini iletmekten geri durmadı. 1924 yılında, Afrin bölgesinden milletvekili Nuri Kandi ve Cerablus bölgesinden iki aşiret lideri, Suriye’deki Fransız Yüksek Komiserliği’ne idari özerklik talebi içeren üç dilekçe sundu. Ancak bu üç dilekçe Kürt nüfusunun yararına olacak özgül kültürel ve siyasi haklar elde etme arzusundan çok, imzacıların Fransız yönetiminin yerel dayanağı olma isteğiydi.

Öte yandan, 1920’lerde Kürt entelektüel Celadet Bedirhan, 1928’de sunduğu dilekçede, Suriye’deki Kürt yoğunluklu bölgelerde Kürtçenin okullarda öğretilmesi ve bu bölgelerde Kürt memurların atanması, sadece kuzey sınırını korumakla görevli bir Kürt birliği oluşturulması, Kürt mültecilerin tarım yapıp hayvan yetiştirebilecekleri Haseke’ye yerleşmelerinin sağlanması gibi hem kültürel hem de daha kapsamlı taleplerde bulundu. (Tejel, 2015, ss. 61-62). Ancak Fransızlar bu talepleri yanıtsız bıraktı. Tejel’in kitabında dilekçelerin reddedilmesi “Bundan sonra, Suriyeli milliyetçilerden ya da Türk yetkililerden tepki görecek bir Kürt özerkliği söz konusu bile olamazdı” şeklinde ifade edildi. (Tejel, 2015, ss. 61-62).

Rojava’ya Ermeni, Süryani ve Kürt göçü 

Fransız manda yönetimi döneminde Rojava’da Kürt kimliği üzerinden gelişen taleplerde bölgeye göç eden eden Kürt aydınları ve Xoybun Cemiyeti’nin büyük etkisi vardı.  Kuzey Suriye’ye 1876, 1895 ve 1909 yıllarında Osmanlı Türkiyesi’nden sürekli göçler yaşandı.  1915’te Ermeni, Süryani ve Keldanilerin göçleriyle Suriye’nin neredeyse tüm şehirlerinde –Kamışlo, Haseke, Deyrizor, Halep, Lazikiye, Şam ve Kesab’da yeni Ermeni toplumları oluştu.

 

Halep’te binlerce Ermeni’nin yaşadığı Barakalar Mahallesi

1915’te durum bu iken 1920’lerde Türkiye’den Kürt göçü oldu. 1925 tarihli Şeyh Said İsyanı olmak üzere Zilan Katliamı (1926-1930) ve Oramar İsyanı (1930) sonrasında on binlerce Kürt Suriye’ye gitmek ve yerleşmek zorunda kaldı. Kürtlerin göç ettiği yer ise yoğunlukta Kamışlo kentiydi.

Rojava 1925’ten 1950’lere kadar  Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan Kürt entelektüelleri, aydınlarının merkezi haline geldi. Kürtler özellikle 1925 Şeyh Said isyanınından sonra Diyarbakır, Mardin, şimdiki Batman, Şırnak ve Cizre’deki yurtlarını bırakıp Bağdat Demiryolu boyunca çizilen Türkiye-Suriye sınırının güneyine yani, binxet’e inmek zorunda kalan Kürtlerdi.  Kuzey ve Doğu Suriye bu süreçte Türkiye’de isyanların bastırılmasından sonra bu isyanları liderleri ve öncü kadroları için de bir soluklanma noktası haline geldi.

“Burası, Kürtler için sadece bir sığınak değil, aynı zamanda siyasi ve entelektüel bir dayanışma merkezi ve kolektif hafızanın taşıyıcısı olarak işlev gördü.”

Kürt halkının yüzyıllık tarihi açısından bu bölge, direnişin sembolü olmanın yanı sıra kültürel kimliğin korunması ve yeniden inşasının önemli bir simgesi haline geldi. Celadet Bedirxan, Memduh Selim Bey, Nûrî Dêrsimî, Cemilpaşazedeler, Osman Sebrî ve Cegerxwîn gibi önemli isimler, Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürt edebiyatı ve siyaseti için güçlü bir temel oluşturdu. Xoybûn cemiyeti kuruldu. Özetle, bu zorunlu göç dalgası, bölgenin Kürt edebiyatı, siyaseti ve kültürel hafızasının yeniden şekillenmesinde önemli bir rol oynadı.

Xoybûn Cemiyeti

Bu dönem Kürtlerde en kapsamlı örgütlenmelerden biri olan Xoybûn (Türkçe anlamı “Kendin ol”, Hoybun) Cemiyeti, 5 Eylül 1927’de Lübnan’da kuruldu. İlk lideri Celadet Ali Bedirhan’dı. Cemiyet dört parçanın Kürtlerini de içine aldı. Üyeleri arasında Kürt aristokrasisinin öncü kişilikleri ağırlıkta olsa da kadınlar, öğrenciler, köylüler, işçiler de vardı. Kürt Teali Cemiyeti, Teşkilatı İçtimaiye, Kürt Millet Fırkasının da kimi eski üyeleri Xoybûn’un kuruluşunda rol oynadı.

Xoybûn Cemiyeti, diplomasi alanında da yoğun çalışmalar yürüttü. ABD, İtalya, İngiltere, Fransa yetkililerine mektuplar da gönderdi, bire bir temaslar oldu. Ermenilerle de sıkı ilişki kuruldu. Sureya Bedirxan’ın, Xoybûn temsilcisi olarak ABD’ye bir ziyarette bulundu. Xoybûn Kürtlerin birliğini hedefliyordu. Xoybûn Cemiyeti tarafından hazırlanan Kürt davasına sadakat yemininde şu ifadeler yer alıyordu:
“Burada şerefim ve dinim üzerine yemin ederim ki bu vaade imza attığım tarihten itibaren iki yıllık bir dönem boyunca hiçbir Kürde karşı, onun tarafından hayatıma ve şerefime ya da ailevi ya da milli yükümlülük gereği güvenliğinden sorumlu olduklarıının hayatiarına ve şereflerine saldırılmadıkça silah kullanmayacağım. Tüm kan davalarını ve diğer anlaşmazlıkları bu iki yılın sonuna dek erteleyeceğim ve Kürtler arasında özel meseleler yüzünden kan dökülmesini önlemek için elimden geleni yapacağım. Bu taahhüdü çiğnemeye kalkan her Kürde ulusu tarafından hain gözüyle bakılır ve her hainin öldürülmesi bir görevdir. ” 

Ağrı İsyanı önderlerinden Broyê Heskê Têli (sağdaki) ile Zilan Bey kod isimli Ardaşes Muradyan / Fotoğraf: Rohat Alakom

Ayrıca Xoybûn kendini, Ağrı İsyanı (1927-31) sırasında bölgenin önemli aktörlerinden biri olacak kadar siyasi-askeri ittifaklar ağının bir parçası olarak kabul ettirmeyi başardı. Xoybûn Suriye’nin kuzeyinde ve Doğu Akdeniz bölgesinin Halep, Şam ve Beyrut gibi büyük şehirlerinde çeşitli Kürt komite ve derneklerinin kurulmasında rol oynadı. Bu yönüyle Doğu Akdeniz’de Kürt milliyetçiliğinin “okulu” sayıldı. Dahası, Xoybûn önderleri, özellikle Celadet ve Kamuran Bedirxan kardeşler, Kurmanci lehçesinin kültürel rönesansına uzanan harekette belirleyici bir rol oynadı. (44)  Özetle Xoybûn Cemiyeti, Kürt aydınlanma çalışmalarını ağırlık verdi. Xoybûn Kürt siyasal, aydınlanma tarihine büyük bir miras bırakarak 1946-47 yılında örgütsel varlığını sonlandırdı.

Hawar: Kürtçe’de Latin alfabesinin kullanıldığı ilk Kürtçe dergi 

Hawar, 15 Mayıs 1932’de, Suriye’nin başkenti Şam’da yayınlanmaya başlayan ve toplamda 57 sayı ile 1943 yılına kadar yayın hayatında kalmış olan Kürtçe edebiyat dergisiydi. Dergi, Celadet Ali Bedirhan tarafından Şam’a yerleştikten sonra çıkarıldı.

Derginin ilk 23 sayısı hem Latin hem de Arap alfabesiyle basılmış ancak 24’üncü sayıdan itibaren yalnızca Latin alfabesiyle yayınlandı. Hawar (Çığlık), Kürtçede Latin alfabesinin ilk kez kullanıldığı dergiydi. Dergi Fransızca ve Kürtçe ağırlıklıydı. Kürtçenin Kurmancî lehçesinin yanı sıra, kimi sayılarda Zazakî ve Soranî lehçelerinde de yazılar yer aldı.

Derginin 1 Nisan 1934 tarihli 24. sayısının kapak resmi

Dergide Celadet Bedirhan, Rewşan Bedirhan, Dr. Kamuran Ali Bedirhan, Osman Sabri, Kadrican, Cegerxwîn, Mustafa E. Boti, Kadri Cemal Paşa, Dr. Nurettin Zaza (Yusuf), Lawê Fendi, Ahmet Nami, Hasan Hişyar, Bişarê Segman, Nêravan, Reşit Kürt, Kurmanci yazarken, Goran, Tevfik Vehbi, Abdullah Esiri, Şakır Fettah, Hevindê Sorî, Lawêki gibi isimler de Soranî lehçesiyle yazıyordu.

Derginin amaçları arasında şunlar yer alıyordu: Kürt alfabesini yaymak, Kürtçenin lehçeleri üzerinden karşılaştırmalı araştırmalar yapmak; Kürt dilinin kökenini incelemek, Kürt sözlü kültüründeki hikâyeleri derlemek ve yayınlamak; Kürt edebiyatında yayınlanmış tarihi ürünleri bir araya getirmek ve duyurmak; Kürt yazarlarının bibliyografını oluşturmak; Kürt kültürü, folkloru ve Kürt müziğinin makamları üzerine çalışmalar yapmak; Kürt sanatı üzerine araştırmalar yapmak; Kürt tarihi ve coğrafyası üzerine araştırmalar yapmak.

Celadet Ali Bedirhan

Celadet Ali Bedirhan, Hawar’ın ilk sayısında şunları ifade ediyor:

“Hawar dengê zanînê ye. Zanîn xwe nasîn e. Xwe nasîn ji me re rêya felat û xweşîyê vedike. Her kesê ko xwe nas dike, dikare xwe bide nas kirin. Hawara me berî her tiştî heyina zimanê me dê bide nas kirin. Lewma ziman şerta heyinê ya pêşîn e. Hawar zarokekî nûza ye. Zaroka me ye; zaroka Kurdan e.”

(Hawar bilimin sesidir. Bilim ise insanın kendini tanımasıdır. Kendini tanımak kurtuluş ve güzelliğin yolunu açar. Kendini tanıyan herkes, kendisini tanıtabilir de. Hawar’ımız her şeyden önce dilimizin varlığını tanıtacak. Çünkü dil bizim temel varlık sebebimizdir. Hawar yeni doğandır ve bizim, Kürtlerin çocuğudur.)  Dergide Fransızca bölümü vardı ve bazı Kürtçe yazılar Fransızcaya da tercüme ediliyordu. Suriye’nin Fransızların mandası altında olmasının bunda etkili olduğu düşünülse de esasen Fransızca Celadet’in çeviri derecesinde çok iyi bildiği bir dildir. Fransızca o dönem Osmanlıda da saygın bir dil. Fransızca yayımlamasının temel nedeni Kürtlerin varlığını bu saygın dille Avrupa’ya duyurmak. Hawar dergisi hem Kürtçenin standartlaştırılması hem de Kürtçe yazan kadronun yetişmesi anlamında bir okul işlevi gördü. Toplam 57 sayı yayımlanan Hawar dergisi 1943’te yayınına son verdi.

İlk resimli Kürtçe dergi: Ronahî

1942’de Şam’da Hawar’ın yanı sıra Ronahî ismiyle resimli bir Kürtçe dergi yayınlandı. Başta Hawar’ın bir eki olarak çıkan Ronahî, Hawar’ın yayın hayatına son vermesinden bir süre sonra yayınına bağımsız olarak devam etti. Sadece Kürtçenin Kurmancî lehçesiyle yayın yapan Ronahî, Latin harfleriyle yayımlandı. Toplam 28 sayı yayınlanan Ronahî dergisi, 1945 yılında yayınını sona erdirdi.

15 Mayıs’ta Kürt Dil Bayramı nedeniyle yapılan etkinliklerde Kürtler anadillerine ilişkin taleplerini dile getiriyor

Öte yandan Hawar’ın çıktığı tarih olan 15 Mayıs, Kürt Dili Bayramı olarak da kutlanılıyor.

1930’larda Cezire’de özerlik hareketi 

1920’lerden 1930’ların ortasına kadar Suriye Kürtleri, Fransız manda yönetimiyle genellikle dengeli bir ilişki sürdürdü.  Kürtlerin kültürel faaliyetlerine göz yumulsada bir özerlik durumu söz konusu değildi. 1931-1932’deki ilk Suriye anayasası seçimlerinde üç Xoybûn üyesi Kürt milletvekili seçildi: İbrahim Halil Paşa (Cezire vilayeti), Şahin Mustafa (Cerablus) ve Hasan Avni (Kürt Dağı).

Ancak, 1930’lardaki bazı olaylarla bu denge sarsıldı. Fransızlarla Suriyeli Arap milliyetçileri arasındaki uzun süren bağımsızlık görüşmeleri 1936’da bir anlaşma ile bitti. Bu antlaşma, Fransız yönetimi altında özerk bir statüsü bulunan Cezire’nin Arapların denetimine geçmesini öngörüyordu. Anlaşmanın son halini almasından birkaç ay önce, Şubat 1936’da, Kamışlo’nun Hristiyan belediye başkanı ile Haco Ağa ve Mahmud Bey gibi iki Kürt aşiret lideri; idari ve ekonomik özerklik, Fransız sömürge yönetiminin sürdürülmesi ve Fransız denetimindeki bir hükümet altında yerel yetkililerin atanması talepleriyle bir özerklik hareketi başlattı.

Çatışmalar yaşandı, protestolar Amude, Kamışlo ve Derbesiye gibi bölgelere yayıldı. Özerklik hareketi, 1939 yılına kadar çeşitli eylemlerle devam etti. Şam’da yaşayan bazı Kürtler, Kürt bayrağını dalgalandırarak özerlik hareketini destekledi. 1939’un haziran ayında Cezire’den gelen bir Kürt delegasyonu, Şam’da Fransız yetkililere başvurdu. Özerk bir Kürt bölgesi kurulması, hükümette Kürt temsilinin sağlanması ve Kürtçenin resmi dil olarak kabul edilmesi talep edildi. Ancak görüşmeler olumlu geçse de talepler yerine getirilmedi. 1946’da Suriye’nin bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte yeni bir dönem başladı. Kürtler açısından da yeni bir dönemin başlangıcı oldu.

Dosyamızın ikinci bölümünde; Suriye’nin bağımsızlık ilanından sonra Kürtlerin durumu, Hafız Esad dönemi’nde Kürtler, Kürtlerin örgütlenmesi, kimsiliksizleştirme, Kamışlo katliamı gibi başlıkları ele alacağız.