Kırılgan bir ekonomi için bundan kötüsü olamazdı
Süleyman Karan 16 Haziran 2025

Kırılgan bir ekonomi için bundan kötüsü olamazdı

Türkiye ekonomisi en kırılgan süreçlerden birini yaşarken, 2026 yılında gerçekleşmesi beklenen İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik ABD, Birleşik Krallık, Avrupa Birliği (AB) ve Körfez ülkeleri destekli İsrail saldırısı birkaç sebeple öne çekiliverdi ve Batı Asya başta olmak üzere, küresel ölçekte bir savaş tehlikesi ortaya çıktı. Pek çok kişinin ağzındaki sakız “Üçüncü Dünya Savaşı başlıyor” ya da “Asıl hedef Türkiye” benzeri yüzeysel yorumları bir kenara atmak gerek lazım önce… Kulak asmayın bu kendinden menkul kanaat önderlerine! Ancak tabii ki iki büyük bölgesel gücün sıcak çatışmaya girmiş olması hiç de hayra alamet değil.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in cuma günü İsrail saldırısının hemen ardından ‘iki ülke arasında arabulucu olabileceğine’ yönelik açıklamasının ve pazar günü ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘İsrail ile İran anlaşmalı’ paylaşımının ardından bu çatışmaya iki küresel gücün müdahale etmeye hazırlandığını söylemek mümkün. Çin Halk Cumhuriyeti ve AB’nin bazı üyeleri de bu konuda destek verecektir diye düşünüyorum.
Bu sebeple büyük olasılıkla bu sıcak çatışma uzun süreli bir savaşa dönüşmeden sonlanır gibime geliyor ya da öyle ummak istiyorum. Ancak, tarihten de biliyoruz ki, anlık bir hatanın tetikleyeceği zincirleme reaksiyonlar büyük savaşları başlatır. Bu risk de şu an itibarıyla var!
Bu sebeple İsrail ile İran’ın uzun süreli bir savaşa girmesi durumunda, gerek küresel ekonomiye gerekse Türkiye ekonomisine ne gibi etkileri olabileceğini yazmaya çalışacağım.

Eğer Hürmüz Boğazı kapanırsa hampetroş fiyatları tırmanır

Tabii ki coğrafya Batı Asya, konu da savaşsa ilk akla gelen bu topraklardaki petrol ve doğalgaz rezervleri oluyor. Hele ki küresel hampetrol ihracatının yüzde 20’sinin rotası olan Hürmüz Boğazı savaşan ülkelerden birinin kontrolündeyse!.. Eğer ki Tahran, Hürmüz Boğazı’nı tanker trafiğini kapatırsa küresel enerji piyasalarında çok ciddi dalgalanmalar yaşanır. En önemli mesele bu, ancak tek mesele bu değil, söz konusu enerji fiyatlarıysa… Mesela cumartesi günü İran’ın en büyük doğlagaz sahalarından biri olan Pars-2’nin İsrail tarafından vurulması gibi hampetrol ve doğalgaz üretimini olumsuz yönde etkileyecek gelişmeler olması muhtemel. Ki zaten İsrail füzelerinin hedefinde nükleer santrallerden çok rafineriler, petrol ve doğalgaz sahaları olduğu gözlemleniyor. Cuma günü 75 dolarları zorlayan hampetrolün varil fiyatının, çatışmaların artması halinde 90 doları bulması mümkün. Eğer ki Hürmüz Boğazı trafiğe kapatılırsa varil fiyatının 120 dolarları bulabileceğini iddia eden uzmanlar var. Böylesi bir durumda, OPEC+ ülkeleri üretimi artırıp İran’ın boşluğunu kapatmazlarsa sonrası da var! Bir hatırlatma daha, üretim kotasını artırmak da yetmiyor, Hint Okyanusu her zamankinden daha az güvenli olacak, özellikle de Aden Körfezi ve Kızıldeniz…

TCMB’nin iyimser temennilerine son darbeyi indiren gelişmeler

Bunun Türkiye açısından anlamı şu; eğer ki bu savaş uzar ve hampetrolün varili 90 dolar ve üzerine çıkarsa, ekonomi yönetiminin yaptığı o tozpembe projeksiyonlar da boşa çıkar. Malum Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) ‘Enflasyon Raporu 2025-II’ raporunda, enflasyonla mücadelede etkisi olacak olumlu küresel gelişmelerden biri olarak düşük seyreden enerji fiyatlarına vurgu yapılmıştı. Bir diğer vurgu da emtia fiyatlarında da benzeri bir eğilim olduğunaydı. Bu savaş uzarsa sadece enerji fiyatları değil hem değerli metaller hem de tarımsal emtia fiyatlarında ciddi artışlar yaşanacağını göreceğiz. Ki zaten cuma günü yaşanan fiyat hareketleri bunun habercisiydi. Görebildiğim kadarıyla referans metallerden bir tek paladyumun fiyatında düşüş gözlemlendi. Diğer metallerde yukarı yönlü hareket barizdi.
Bu gelişmeler küresel ticaret iklimini tabii ki olumsuz etkileyecek. Bu durumdan en çok etkilenen ekonomilerden biri ise Türkiye olacak, zira hem enerjide dışa bağımlı bir ülkeyiz hem de krizden çıkışta umutlarımızı ihracata bağlamış durumdayız.

İhracatçı sektörler için yeni bir karabasan

İhracatımız enerji fiyatlarındaki artışların yanı sıra pek çok emtia fiyatının ara malları fiyatlarını yukarıya çekmesi nedeniyle de olumsuz etkilenecek. Zaten ‘arkakapı’ operasyonlarıyla düşük tutulan dolar sebebiyle hâlâ değerli olan TL yüzünden rekabet avantajı azalan ihracatçılar için işler daha da zorlaşacak.
İhracatçı için tek olumlu gelişme, bu savaş sürecinde dolar endeksinin yükselecek olması ki, yine bu eğilimi cuma günü gördük. Yani ne olursa olsun ‘güvenli para birimi’ olarak dolara talep küresel ölçekte artacak ve TCMB’nin buna karşı yapabileceği pek bir şey yok. Bu ihracatçı için iyi olabilir, ancak gerek kamu gerekse başta reel sektör olmak üzere, hemen her sektörün toplam dış borcu yaklaşık 550 milyar dolar ve işte dolar ne kadar artarsa borç da o kadar zor döndürülebilir olacak. Bu özellikle kısa vadeli 172 milyar dolarlık dış borç açısından sıkıntılı bir süreç anlamına geliyor.

Turizmciler rezervasyon iptali riskiyle karşı karşıya kalabilir

Ekonomi yönetiminin bel bağladığı bir diğer sektör de turizm. Ve eğer savaş uzarsa en çok etkilenecek sektörlerden biri de o olacak. Türkiye’nin, savaş bölgesine en yakın destinasyon olarak rezervasyon iptalleriyle karşı karşıya kalması muhtemel. Böylesi bir durum, kâr marjlarını asgariye indirerek rekabet avantajını diğer Akdeniz ülkelerine karşı korumaya çalışan Türkiye turizm sektörünün belini bükebilir. Benzer bir etkiyi tur operatörleri, havayolu şirketleri, havalimanı işletmecileri ve turizme tedarik sağlayan tüm sektörlerin yaşayacağını da öngörmek gerek.

Borçlanmak da yabancı yatırımcı çekmek de daha zor olacak

Yine ekonomi yönetiminin gerçekte olmasa bile bir hayal olarak pazarladığı sıcak para girişi ve doğrudan yabancı yatırımlarda da ciddi bir tıkanıklık yaşanacak. Batı Asya’da bir savaş ortamı demek, küresel ölçekte risk iştahının azalması anlamına geliyor. Zaten Trump’ın öngörülemez kararları ve tarife savaşları sebebiyle risk iştahı dipteyken, korku endeksi (volatilite endeksi-VIX) zirve ararken… Sıcak para yüksek getirili tahviller için belki gelir, ancak bu ortamda yüksek getiriden çok ‘güven’i tercih edeceğini de görmek lazım. Yani çok kazanmaktan ziyade, daha az ama çok güvenilir devlet kağıtlarını, mesela her şeye rağmen ABD tahvillerini tercih edecektir yatırımcılar. Bu sadece Hazine açısından kötü haber değil, aynı zamanda tahvil ihraç etmek isteyen Türk şirketleri için de kötü bir haber! Daha İsrail saldırısı gerçekleşmeden iki hafta önce yabancıların tahvil satışları 330 milyon dolar olmuştu, geçen hafta ise bu rakam 1.6 milyar dolara çıkmıştı. Varın buradan hesaplayın, ne olup bitebileceğini…

Ne yazık ki Borsa İstanbul için her zaman daha kötüsü var

Ve hiç kimseye kısa vadede tek bir umut bile vermeyen Borsa İstanbul’a bir göz atalım şimdi de… Hiç de parlak olmayan bilançolar, pek çok şirketin net kârında düşüş ve zarar yazan şirket sayısının çoğalması, konkordato başvurularındaki hızlı artış, siyasi krizler, ekonomi yönetimine güvenin diplerde dolaşması ve daha pek çok olumsuz etken sebebiyle Borsa İstanbul zaten dibi tarıyordu! Borsanın derinliksizliği, bugüne kadar özellikle küçük yatırımcının karşı karşıya kaldığı manipülasyonlar, TL mevduat faizinin çekiciliği, altının sınır tanımaz yükselişini de ekledik mi, borsaya yatırım yapmanın pek bir çekici yanı kalmıyor. Borsa yatırımcısı kâr realizasyonu yapıp çıkabilmek için fırsat kolluyor, ama öyle bir olasılık kısa vadede görünmüyor. İşte tam böyle bir ortamda, bir de bu savaş tehdidiyle karşı karşıya kalan Borsa İstanbul’un, küresel çapta tüm endeksler kırmızıya boyanırken, kopkoyu bir kırmızıya bürünmesinden doğal bir şey olamazdı. Ulaştırma ve iletişim hisselerinin öncülüğünde BIST100 cuma günü yüzde 3.71 düşüş yaşadıktan sonra, günü yüzde 2.19 düşüşle 9,311 puandan kapadı. Diğer borsalardan çoğu zaman olduğu gibi yine negatif ayrıştı. Bir kıyaslama olsun diye diğer borsalardaki düşüşlere bir bakmakta fayda var: ABD vadeli işlemleri yaklaşık yüzde 1.6, Avrupa piyasalarında STOXX 50 yüzde 1.7 düştü. Asya piyasalarında da satış baskısı vardı, kayıplar Nikkei 225’te yüzde 1.1, Hang Seng’de ve KOSPI’de yaklaşık yüzde 1 seviyesindeydi.
Türkiye ekonomisinin durumu zaten parlak değildi, son birkaç aydır başta reel sektör olmak üzere pek çok sektörde durgunluğun etkileri görülüyordu. Üretimini ancak kredi alarak yürütmek durumuna gelmiş pek çok orta ölçekli şirket şimdilerde konkordato başvurusunun kıyısında… Ekonomi yönetimi enflasyonu beklentilerin çok altında düşürebildi ve şimdi politika faizini düşürme baskısıyla karşı karşıya… İşte tam da böyle bir dönemde patlak verdi İsrail-İran çatışması! Eğer ki bu çatışma uzun süreli bir savaşa dönüşürse, enflasyon alevlenirken durgunluk yaygınlaşacak, düşük yoğunluklu bir stagflasyonla yüzleşme ihtimalimiz artacak. İşte bu olursa, her şey çok fena olacak!

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.