Kıvılcımlı, Deleuze ve Öcalan üzerine

11 Ekim 1971’de Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Belgrad’da bir hastanede vefat etti. Ölümünün üzerinden 50 yıldan fazla zaman geçti. Tek tük de olsa sosyal medyada hatırlandı ve kısa da olsa üzerine güzel sözler söylendi.

Kıvılcımlı’nın Türkiye sol tarihi içindeki yerini tartışmak değil bu yazının amacı. Daha çok onun fikirlerinin öneminin altını çizmek. Bunu yaparken de tamamen spekülatif olsa da son zamanlarda okuyup anlamaya çalıştığım ünlü Fransız düşünür Gilles Deleuze’ün bazı fikirleriyle yakınlığına işaret etmek. Bunu yapmaktan muradım ise daha çok gençlere, bizim sol mahallenin tuhaf tartışmalarının dışına çıkarak yeni ve yaratıcı fikirlere yelken açmalarına destek olmak.

Önce Kıvılcımlı!

Kıvılcımlı’nın bence en önemli özelliği, Marx’ın zamanında yeteri kadar bilgi olmadığından uzun boylu üzerine çalışamadığı Doğu toplumlarının tarihine ve dolayısıyla oradan da Marxist teoriyi katkıda bulunmak. Marx’ın ölümünden sonra Engels, ünlü Amerikalı antropolog Morgan’ın bulguları üzerinden yazdığı “Ailenin,  Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni” adlı çalışması ile bu eksikliği gidermeye çalışmış olsa da bu eksiklik giderilebilmiş değildi. İşte bu noktada Kıvılcımlı, zamanında zenginleşmiş bulunan Doğu toplumlarıyla ilgili çalışmalardan da yararlanarak bu eksikliği gidermek üzere bir öneride bulunmuştu. Adına Tarih Tezi dediği ve ilk cümlesi “tartışılacak” kelimesiyle başlayan bence çok önemli bir kitap yayınladı. Burada önerdiği Marx’ın “sosyal devrim” olarak adlandırdığı devrimlerden önce “tarihsel devrim” adını verdiği devrimlerin varlığı oldu. Bu devrimlerin “barbarlar” ve “medeniler” arasında gerçekleştiğine işaret ederek Doğu toplumlarının kapitalizme gelene kadar nasıl evrildiklerini anlattı. Burada özellikle “barbarların” göçebe ve aynı zamanda “kan kardeş” toplulukları olarak “ilkel kömünal toplum” özelliklerine sahip olduklarını; “medenilerin” de toprağa yerleşmiş, devlet kurmuş ve alt-üst toplum gruplaşmalarını gerçekleştirmiş olduklarına dikkat çekerek toplumların gelişmesinde bu çatışmanın belirleyici olduğunu ileri sürdü. Yani tarihte göçebeler ve medeniler arasındaki çatışmalar tıpkı modern zamanlardaki işçi sınıfı-burjuvazi arasındaki çatışmalar gibi tarihin çarklarını döndüren bir işlev gördü. Son olarak burada Doktora ilham veren en önemli kaynaklardan birinin İbni Haldun olduğunu ve onun “assabiye teorisinden” çok etkilendiğinin de altını çizmem gerek.

Gelelim Deleuze’e!

Deleuze, ünlü Fransız felsefecisi Foucault’un “Gelecek yüzyıl Deleuze yüzyılı olacak!” dediği bir düşünürdür. Benim Deleuze’ün çalışmalarını okurken rast geldiğim “Göçebe düşüncesi” ifadesi ve bu kavramın onun yorumlarında çok önemli bir yer tuttuğunu görmem Kıvılcımlı’nın düşünce dünyasıyla bir ilişkisi var mı diye sorgulamama neden oldu. Tabii burada da Deleuze’in derin düşüncelerini özetleyebilecek değilim. Ama Deleuze’ün “göçebe düşüncesi” üzerine birkaç cümle edeceğim. Ve Kıvılcımlı’yla yakınlığını vurgulayacağım.

Deleuze, bir felsefeci olarak Kıvılcımlı’nın durduğu yerde değildir kuşkusuz. Kıvılcımlı diyalektik materyalizm çerçevesinde düşünceler üretmeye çalışırken, Deleuze ise çok daha soyut bir düşünce dünyası içinden bakar. Deleuze için göçebelik, yalnızca bir yer değiştirme değil, durağanlaşmış yapılara karşı çıkan, düşünce ve yaşam biçimlerini sürekli olarak değişime zorlayan bir düşünce enerjisidir.

Bu çerçevede Kıvılcımlı’daki göçebe kavramı da benzer bir biçimde yorumlanabilir. Kıvılcımlı’ya göre barbarların varlığı etraflarında durağan hale gelmiş toplulukları değişime zorlayan bir barbar enerjisi taşır.

Kıvılcımlı, devleti, medenilerin oluşturduğu fakat bir süre sonra onu durağanlaştırarak (sınıflaşma, baskı vs nedeniyle) yürüyemez hale getirdiğini ve bu nedenle de göçebeler karşısında zayıflaması ve çökmesiyle “tarihsel devrimlerin” meydana geldiğini anlatır.

Deleuze için ise Devlet, “molar” (büyük, bütünleştirici, kontrolcü) bir yapıdır ve bu yapıya karşı “moleküler” (dağınık, çok merkezli, mikro düzeyde) güçler (yani göçebeler) sürekli direnirler. Yani her iki düşünür de devleti toplumu durağanlaştıran, sınıflaştıran ve baskıcı bir yapı olarak görürken, göçebeliği ise direnişin ve yenilenmenin kaynağı olarak görmektedir. Bu arada belirtmeliyim ki Deleuze de bu düşüncelerini İbni Haldun’a referans vererek açıklamakta.

Doğrusu yazı çok uzadı ama son bir cümle de Kıvılcımlı’nın Öcalan üzerindeki etkisine! Öcalan’ın ilk yazılarında neolitik toplumun kadın eksenli komünal enerjisinin “uygarlığın devletine” karşı direnişi düşüncesi ile Doktorun barbar toplumlarının assabiye enerjisi ile medeniyetler karşısındaki direnişleri düşüncesi birbirlerine çok benzeyen düşünceler. Öte yandan “devlet” konusunda söyledikleri de aynı çağrışımı yapmakta. Yani Öcalan’ın devletin, erkek eğemen bir tahakküm biçimi olduğunu söylemesi de. Bu çerçevede de Öcalan’ın Ortadoğu uygarlığı demokratik modernitenin tohumlarını taşır cümlesi de bence Kıvılcımlı’nın tarih tezinin yankılanması gibidir.

Doktor Hikmet Kıvılcımlı bizim gençlik arayışlarımızda çok önemli bir yer tutar. Sanırım Öcalan’ın da. Kıvılcımlı 22 yıl gibi bir süre cezaevlerinde tutuldu. Düşünceleri yaygınlaşmasın diye. O bir göçebe düşürdü. Bu ülkenin daha özgürlükçü ve daha demokratik bir ülke olması için yazdı. Ama ne yazık ki sol mahallede çok az kişi ve çevre onu anladı. Çünkü o bir Batı’lıdan çok buralıydı. Buradan konuştu.

Rahmetle anıyorum!

 

* ilketv.com.tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar İlke TV’nin kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.