Çeviri: Tamer Bakar
Donald Trump’ın İsrail Knesset’inde ve Şarm el-Şeyh’teki kutlama sahneleri sinema ya da tiyatro için sahnelenseydi, herhalde tarihin en kötü prodüksiyonları arasında yer alırdı. Bu iki gösteri, herhangi bir ABD başkanına —hatta özgür seçimle seçilmiş herhangi bir lidere— duyulan hayranlık bakımından eşi benzeri görülmemiş bir övgü festivalini oluşturdu; bu daha çok ülkelerinde ya da imparatorlukları içerisinde despotlara yöneltilen iltifatları andırıyordu — Kuzey Kore liderine gösterilen tapınma ya da Sovyetler Birliği’nde Stalin etrafında oluşan kişilik kültü gibi.
Yine de bu açıdan bakıldığında Knesset’te sergilenen dalkavukluk aslında Şarm el-Şeyh zirvesindekinden daha samimiydi. Benjamin Netanyahu’nun Amerikalı dostuna söylediği gibi, bu “iki vaat edilmiş toprak arasındaki antlaşmanın” bir sonucuydu — böylece yerli halklara karşı yürütülen soykırımlardan doğmuş yerleşimci sömürgeci devletler olarak ABD ile İsrail arasındaki ortak özelliklere gönderme yapıyordu. Günümüzde bu iki devlet arasındaki tarihsel paralellikler tamamlanmıştır. Dahası, Trump’ın yalnızca İsrail devletinin değil, Netanyahu’nun neofaşist iktidarının da en güçlü destekçisi olduğu kuşku götürmez — nitekim Trump’ın siyasi karakteri de onunkine çok benzemektedir.
ABD başkanı da iki hafta önce Washington’da Netanyahu’nun huzurunda açıkladığı barış planına Netanyahu’nun sunduğu katkıyı vurgulayarak, İsrail başbakanının övgüsünü kendisine iade etti. Trump’ın arsızlığı o kadar ileri gitti ki yanında oturan İsrail cumhurbaşkanından Netanyahu’yu yolsuzluk suçlamalarından affetmesini istedi ve bunu alaycı bir ifadeyle geçiştirdi: “Puro ve şampanya, kim takar ki bunları?” Trump burada Netanyahu’ya yöneltilen 260.000 dolarlık rüşvet suçlamalarına atıfta bulunuyordu — ki bunlar, özellikle Körfez monarşilerinden gelen hediyeler düşünüldüğünde, Trump’ın bizzat yabancı hükümetlerden aldığı lüks armağanlarla karşılaştırıldığında oldukça mütevazı kalıyordu. Bu durum, aslında küresel ölçekteki yolsuzluk eğiliminin bir yansımasıdır.
Geçen cuma Financial Times muhabirine demeç veren Netanyahu’nun eski bir danışmanının da öngördüğü gibi: “Netanyahu için Trump’tan daha iyi bir kampanyacı yok. Knesset’teki konuşması seçim kampanyasının başlangıcı olacak.” Nitekim Trump, bir yıl içerisinde düzenlenecek olan Knesset seçimlerinde zirve yapması beklenen Netanyahu’nun seçim kampanyasını fiilen başlatmış oldu. Eninde sonunda ABD başkanının planından ve ziyaretinden en çok yararlanan yalnızca Netanyahu’nun ve İsrail muhalefet liderinin yalakaca övgüleriyle yıkanan Trump değil, fakat Netanyahu’nun da kendisidir.
Trump Planı aslında iki adam arasında yapılan bir anlaşmanın ürünüdür; bu anlaşma, Trump’ın geçtiğimiz ocak ayında ikinci kez iktidara geçmesinden hemen önce ilan edilen ateşkesin ardından gerçekleşen ilk esir takası sonrasında müzakerelerin hızla tıkanmasına bir tepkiydi. Trump, Hamas’tan elindeki tüm rehineleri bir anda serbest bırakmasını talep etti; böylece onların kademeli salınarak bir pazarlık aracı olarak kullanılmasını engelledi. Ardından Netanyahu’ya askeri operasyonlara yeniden başlama ve Gazze’nin kalan yerleşim bölgelerini yıkıp işgal etmesine yeşil ışık yaktı. İsrail’in askeri saldırısı tırmandıkça, Trump yönetimi bölge hükümetlerine baskı yaparak onların da Hamas üzerinde baskı kurmasını sağladı; sonunda elindeki son esirleri serbest bırakmak zorunda kalan Hamas’ın hem Gazze’nin geleceğini hem de genel olarak Filistin davasını etkileme gücünü ciddi biçimde azalttı.
Son İsrailli tutukluların serbest bırakılması Netanyahu’nun omzundan büyük bir yük aldı; çünkü bu konu, ona karşı yürütülen halk hareketinin başlıca birleşme noktasıydı. Netanyahu bir yandan muhalefetin çekici, diğer yandan kendisinden bile daha sağcı müttefiklerinin örsü arasında sıkışmıştı. Yılın başında olduğu gibi bu kez de ABD baskısını bahane ederek müttefiklerinin karşı çıktığı bir kararı kabul ettirdi. Siyonist aşırı sağın iki kilit lideri sonunda Knesset oturumuna katıldı ve hem Trump’ı hem de Netanyahu’yu alkışladı. İsrail başbakanı ve müttefikleri, Trump’ın planının başarısızlığa mahkum olduğunun tamamen bilincideler; artık Hamas ve diğer Filistin grupların, İsrail’in henüz resmen ilhak etmediği Filistin bölgelerine yönelik gasp ve işgalini engelleyecek hiçbir kaldıraç gücü kalmamıştır.
(Bkz. “Yüzyılın Anlaşması’ndan Sonra Bin Yılın Anlaşması”)
Şarm el-Şeyh törenine gelince, bu etkinlik Trump’ın “büyüklüğünün” bir kutlamasından ziyade, dünya liderlerinin ona yaltaklanmasının tuhaf bir yansımasıydı. Bu övgülerin samimi olduğuna inanmak, onların akıl sağlığından şüphe etmeyi gerektirir — özellikle de Trump’ın birçoğunu nasıl küçük düşürdüğü değerlendirilirse. Trump’tan önce hiçbir ABD başkanı dünya sahnesine bu denli küçümseyici bir tavırla yaklaşmamıştı ve hiçbiri bu kadar dalkavuklukla karşılanmamıştı. Bu durum, siyasi çürümenin, örtüsüz güç siyasetinin ve neofaşizmin yükselişinin damga vurduğu çağımızda, pek çok çağdaş yöneticinin haysiyetlerini bir kenara bırakıp daha güçlü ve zengin olanlara boyun eğmeye hazır olduklarını gösteriyor.
Gururlu Filistin halkına gelince, onlar bir asır boyunca, ister İngiliz manda yönetimi ister Siyonist hükümet olsun, zalimlerine boyun eğmeyeceklerini kanıtladılar. Donald Trump’ın elini öpmeyecekler, ona “minnettarlık” göstermeyecekler — Filistinlileri temsil ettiklerini iddia edenler ne yaparsa yapsın. Trump’ın başkanlığını yaptığı, Irak’ın işgalinde George W. Bush’un ortağı Tony Blair gibi isimleri de barındıran sözde “Barış Konseyi”ne boyun eğmeyecekler. Filistin halkı, tüm hakları için mücadelesine eksiksiz biçimde devam edecek. Artık onlar için bugünün Karitha’sından (büyük felaket) ve dünkü Nakba’sından ders çıkarma ve 1936 ile 1988’deki iki görkemli halk intifadası sırasında ulaştıkları ivmeyi yeniden kazanmanın yolunu bulma zamanı gelmiştir — uzun direniş tarihlerinin doruk noktaları olan o dönemlerin mirasını sürdürme zamanı.
Bu yazı 14 Ekim 2025’te Al-Quds Al-Arabi gazetesinde yayımlandı.
Lübnanlı sosyalist bir akademisyen ve yazar olan Gilbert Achcar, Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu’nda Kalkınma Çalışmaları ve Uluslararası İlişkiler profesörüdür.